Atatürk’ün İsmet İnönü’ye yazdığı mektup

30 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, ilk Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı mektup…

mustafa kemal Atatürk İsmet İnönü yazdığı mektup

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Osmanlı hükümeti tarafından, bölgede düzeni sağlaması için Samsun’a gönderilmişti. Ülkenin çoğu ilinde kongreler düzenlemiş ve “Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” ilkesiyle ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü mecliste toplamıştı. Meclis Mustafa Kemal Paşa’yı ‘Meclis Başkanı’ seçmiş ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk Kurtuluş Savaşı başlamıştı.

Kurtuluş Savaşı kazanıldı; saltanat kaldırıldı

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla TBMM 1 Kasım 1922’de “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümranının mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile saltanat kaldırılmış; Osmanlı İmparatorluğu’nun hükmü sona ermişti.


Lozan Antlaşması imzalandı; yeni bir devletin temelleri atıldı

24 Temmuz 1923 günü Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla yeni bir devletin temelleri atılmış fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemişti.

Meclis, 11 Ağustos’ta ilk toplantısını yapmış; 3 Ekim’de Ankara başkent ilan edilmişti. Bu dönemde Mustafa Kemal, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamıştı.

Cumhuriyet ilan edildi; hükumet bunalımları sona erdi

Artık saltanatın olmadığı 1 Kasım 1922’den sonra ülke, meclis tarafından yönetilmekteydi. Bakanların meclis tarafından seçilmesi uyumsuz kişilerin bir araya gelmesine ve bakanlıklar arasında uzun tartışmalara yol açıyordu.

Hükumet bunalımlarının yaşandığı bu dönemlerde takvimlerden, 28 Ekim 1923

Hükûmet başkanının, halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimi olan Cumhuriyet’in rejim olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna göre düzenlenmesi halinde bunalımların sona ereceğini ifade eden Mustafa Kemal, 29 Ekim 1923 günü milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan ‘Cumhuriyet’ önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermiş, meclis önergeyi kabul etmiş ve böylece Türkiye Devleti’nin yeni yönetimi biçimi Cumhuriyet, yeni ismi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak belirlenmiş; 94 yıl önce bugün Cumhuriyet ilan edilmişti.

Atatürk'ün İsmet İnönü'ye yazdığı mektup
Musrafa Kemal Atatürk – İsmet İnönü

Atatürk’ün İnönü’ye yazdığı o mektup:

Ve 30 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı İsmet İnönü’ne şöyle yazdı:

“Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.

Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.

Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.

Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor.

Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.

Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.


Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.

Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun!”

(Mektup, Turgut Özakman’ın yazmış olduğu ‘Cumhuriyet: Türk Mucizesi 2’ kitabından alınmıştır.)

***

Ve şimdi sormak istiyorum:

Bugün Cumhuriyet rejimini ‘darbe’ olarak görenler;

Cumhuriyet rejiminin öncülerine ‘kanı ve sütü bozuk’ yakıştırması yapabilenler ve bu yakıştırmanın yapılmasına müsaade edenler;

Bugün Cumhuriyet rejimini yok etmek isteyenler;

Çağdaşlıktan ve laiklikten ayrıştırmaya çalışanlar;

Bir ulusun ortak değerlerinin eleştirilebilir olduğunu ancak saygı duyma zorunluluğunun gerçekliğinden bihaber olanlar;

Aklını ilim ve fenden ayrıştırmış olanlar;

Din ile yatıp kalkarken insaniyet duygularından kendilerini soyutlamış olanlar;

Milli değerleri ayaklar altına alanlar;

Vicdan körü insanlar ve devleti devlet yapan; üzerine yüklediği görev ve sorumlulukların yalnızca yol ve köprülerden ibaret olduğunu sananlar,


Acizce boy boy reklam yapanlar; görgü körü insanlar, bugün çıkıp da maddi manevi yıkıma uğramış toprakların arasında filizlenen Cumhuriyet’in ilan edilişinin daha ilk yıllarında birçok alanda nasıl başarı gösterdiğini, devasa yollar kat ettiğini, kazanımlarını anlatan ve kendilerinin bu başarıları nasıl karaladıklarını, kat edilen devasa yolları nasıl kapatmayı amaçladıklarını ve bu kazanımları nasıl silmeye çalıştıklarını anlatan bir mektup yazabilecekler mi acaba Türk halkına?

Atatürk’ün 15 Ekim 1927’de okuduğu Nutuk neden önemli?