Mevcut yönetim iktidara geldiğinden bu yana “tutarlı” bir şekilde AKM’nin yıkılması gereği ve çabası içinde oldu. Atatürk Kültür Merkezi’nin takıntı haline getirilmiş olmasının ve sadece bu nedenle yıllardır çürümeye terk edilmiş olmasının anlaşılır ve kabul edilebilir bir yanı yoktur.
AKM aslına uygun olarak restorasyonu gerçekleştirilebilecek kadar ayakta ve karakterde bir yapı olarak hala yerinde durmaktadır. İlk başından beri usulüne uygun periyodik aralıklarla ve olağan bakımı yapılarak devam etseydi bunca yıldır ne böyle bir sorunumuz olacaktı, ne de bunca yıldır devasa bir kültür merkezi hizmet vermekten alıkonulmuş olacaktı.
Durumun bu noktaya gelmesi için başından beri hiçbir neden yoktu. Hala da yok. Bugün olsa dahi bunca yıldır gerekçe oluşturması için ihmal edilmiş ve hatta bilinçli olarak zarar verilmiş olmasının sağlanmış olmasındandır.
Atatürk Kültür Merkezinin başından beri yıkılması gereği veya gerekçesini oluşturan bilimsel, kentsel, insani ve işlevsel kanıt nedir peki? Elle tutulur bir gerekçe ve bu gerekçeyi kabul edilmesini sağlayan bir kanıt söz konusu değildir.
Meselenin çıkış ve sonraki süreçte bu denli dallanıp budaklanmasının ve geri dönülemez noktalara değin ulaşması ve sonunda bir “zafer” meselesi haline getirilmesinin bir tek görünür nedeni vardır, o da ideolojik olmasıdır.
İktidar olma gücü ile iktidar olanın ideolojisi birleştiğinde, ağızdan çıkmış bir laf, ileri sürülmüş bir düşünce, önünde sonunda bir “var olma” ve “varlığını ikame ederek güçlü olma” tahkimine dönüşür. Burada da öyle olmuştur. Vazgeçme veya işbirliği yapma siyasi stratejisine uymayacak bir başarısızlık, güçsüzlük veya teslimiyet algısı yaratacağı düşüncesi, sonuç olarak belki de kültürel bir varlığın yok edilmesiyle sonuçlanacaktır.
Halkımızın ve hatta okuryazar olan birçoğumuzun AKM ile ilgili gözden kaçırdığı konu ise aslında basittir. AKM bir kültür varlığıdır. Kültür varlıkları yıkılamaz, dönüştürülemez. Bu konuda TMMOB Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu’nun söylediklerine kulak vermek yeterli:
“AKM, cumhuriyet simgesel değerlerinden ve kültür varlıklarından biridir. Bu nedenle tescil edilerek korumaya alınmıştır. Tıpkı Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii gibi Atatürk Koruma Merkezi de aynı koruma statüsündedir. Tüm kültür varlıklarını korumak devlet yetkililerinin görevi ve sorumluluğudur. Hiç kimsenin suç işleme ayrılacağı yoktur.”
Yine aynı şekilde TMMOB Mimarlar Odası ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcının ifadeleri de oldukça açıklayıcı nitelikte. Şöyle diyor Yapıcı:
“AKM birinci derecede kültür varlığı, orada plan yok, ulusal ve uluslararası koruma kurallarına göre o binayı korumamız ve onarmamız gerekiyor. İki defa ruhsat alındı, şantiyelerin oraya bilerek hasar verdiği konusunda mahkemelerin tespitleri var. Bizim muhatabımız proje mükellefi, Kültür Bakanlığıdır…”
Durum bu kadar açık ve sorun haline gelmiş olan AKM konusunun çözümlenmesi bu kadar kolayken bu ısrarı ancak “ideolojik nedenlerden kaynaklı” olduğu şeklinde açıklayabiliriz.
Kültür varlıklarının ne olduğundan çok, bir yapının kültür varlığı olup olmadığı ve kültür varlığı olacak denli bir özellik taşıyor olup olmaması önemlidir.
Eski diye veya herhangi bir nedene dayalı olarak her şeyi yıkmak, yerine yenisi koysanız dahi sizi geliştirmediği gibi gelişmiş de kılmaz. Bir ülke ve bir kent içinde barındırdığı, koruduğu yıllanmış yapıları ve o yapıların yarattığı doku atmosferi ile büyülü bir hal alır.
Bir yapıyı koruyarak o yapının yer aldığı kenti ve o kentin yer aldığı ülkeyi de korumuş olursunuz.
Yapılar size başka şeyler çağrıştırıyor diye çeşitli bahaneler üreterek yapılara yönelik düşmanca tutumlar, yabancılaşmayı ve dolayısıyla yok etmeyi getirmektedir.
Bu anlamda AKM’ye sahip çıkmak kendimize geçmişimize ve geleceğimize bütünsel olarak sahip çıkmanın bir pratik yansımasıdır.
Kendisini değerlerine sahip çıkan, kültürel varlıklarını korumakla mükellef sayan herkesin konuya bu şekliye bakmasında yarar vardır.