“Herkes gerçeği göremez, ama gerçek olabilir”
(Franz Kafka – Mavi Oktav Defterleri)
Bazen ah şu insanlık hallerimiz, gülmelerimiz, üzülmelerimiz her şeye bir anlam atfetmelerimiz, zanlarımızın perde arkasındaki asıl gerçeklerimiz… Kendimizi bilmeden başkasını bilmelerimiz, görmekle bakmak arasındaki o ince çizgide yürüyüşlerimiz… Hiçbir zaman bilemeyeceğimizi bilmeden bildiklerimizi zannettiklerimiz…
Kırmızı başlıklı kız yolu bilseydi
Hakikate durmayan gözlerimizle varoluşun renklerini gördüklerimiz… Aslında bilmeden görmeyi seçtiklerimiz… Masal kitaplarında geçen kırmızı başlıklı kızın hikayesi gibi bilinir yolları seçeceğimize söz verirken yolda karşılaşılan sürprizler… Hangi güvenli yolu seçersek seçelim, hatırladıklarımız kadar yanılsadıklarımız… Kurda inanırken aslolana vuslatımız…
Kırmızı başlıklı kız kurda inandığında vaktinde yetişti, ama babaannesini hiç göremeden dönüşü olmayan bir sona sebep olabilirdi son anda avcı yetişemeseydi… Gerçekten babaannesini doğru görebilseydi, kurdun babaannesi olmadığını bilebilirdi… Yolda karşılaştıklarımızı tahmin edemiyoruz, bu yüzden engel de olamıyoruz ama gerçekliğine tanıklığımız kadar kendi gerçekliğimize tanık oluyoruz…
Franz Kafka’nın “Herkes gerçeği göremez, ama gerçek olabilir” dediği gibi… Belki de tüm şifre, bu gerçeklikte gizli…
Yolları uzatmıyoruz, sadece yaşanma şeklini kendi gerçekliğimize göre değiştiriyoruz. Olacak olan her halükarda oluyor, sadece benim onu tanıyıp tanımamam yaşanma şeklini değiştiriyor. Eve dönüş her zaman var, ama gerçeğe nasıl uyandığımız, bizi kandıran içimizdeki kurdun yanıltan algısından kurtuluşumuza bağlı…
Belki o zaman gerçeği göremesek bile gerçek olduğumuz için onu bilebiliriz… Kurdun elinden kurtulan kırmızı başlıklı kız gibi bir gün zanlarımızdan kurtulursak biz de kendi kurdumuzun avcısı olabiliriz. Yoksa hayat bunu bizim yerimize yapıyor, bir avcı gönderiyor ve bazen mutlu bazen mutsuz son… Peki ben neden acıyı bekleyeyim kurtulmak için, ormanda yolu biliyorsam karşılaştıklarımı da tanımam gerekmez mi? O zaman niye arayıştayım… Yolu bilseydim zaten evde olurdum…
Keşke bilmek ve anlamakla, kavramak ve idrak aynı ödomanyalar olsa…
Yaşamın imtihanlarında bilgin kadar test edilirken sana öğretilmeyen hiçbir yerden soru gelmiyor… Yapma sorular o kadar acımasız değil… Orman belki bilinmezliklerle dolu, tek güzel şey yolun hep sana doğru… Sen yoksun diye gelip esmemezlik yapmadı rüzgar, yine sen yoksun diye kuşlar özgürlüğünden vazgeçmedi bir gün. Herkes bildiği gibi, bildiği yerde, bildiği şeyleri yapıyor yine… Bir tek oyunu bozan sensin, bakarken görmeyen, konuşurken duymayan, bildikleriyle kendi ormanında kaybolan…