Pardon bir dakika bakabilir misiniz?

Öğrencisinden öğretmenine, hemşiresinden doktoruna, yazılım geliştiricisinden iç mimarına; farklı meslek gruplarından kişilere ‘Pardon bir dakika bakabilir misiniz?’ dedik ve topluma mal olmuş şarkı sözleriyle sorular yönelttik. Ortaya ne mi çıktı dersiniz? İşte sonuçlar…

Pardon bir dakika bakabilir misiniz?

Neler oluyor hayatta?

Neler oluyor hayatta?

Hülya Balku: Her daim bir değişim oluyor; iyi veya kötü. Fakat ben çok iyi yarınlarımızın olacağına dair umudumu kaybetmek üzereyim.

Türay Azlağ: Hayatı bilmem ama bana olan oluyor.


Serenay Toprak: Bir de şu rüya gerçek olsa olsa.

Bulut Öztürk: Keşke bu dünya gerçek olmasa? İnsanların yaşamlarını idame ettirmesi için yaptıkları oluyor. İş, çalışma, savaş, ibadet, aşk, gezmek ve diğerleri… Benim de hayatım diğerlerinden farksız değil.

Mert Barındık: Şimdilik güneş batıdan doğup, doğudan batmıyor sadece. Aklımıza gelebilecek her şey oluyor; savaş, barış, sevgi, nefret, mertlik, namertlik, devrim, darbe, göç… Ama benim hayatımda genelde sıradan şeyler oluyordu ki “Artık yeter!” diye çıldıracaktık; neyse ki yarıyıl tatili geldi; nefes alıyorum derin derin. Olabildiğince biriktirdiğim isteklerimi yerine getiriyorum bir bir.

Zafer Şule Büyükkılıç: Her şeyin olması mümkün. 55 yaşında asla “ASLA” denmemesi gerektiğini öğrendim. Hele ki ülkemde ‘yok artık bundan daha fazlası olamaz’ dediğim bir günün ardından öyle bir haber alıyorum ki… Olmaz olmaz…

Başak Göktaş Dörtyol: Çok karamsar olacak ama maalesef savaşlar oluyor hayatta. Gündem nedeni ile ilk aklıma gelen bu oldu; savaşlar, ölümler, bombalar, hırslar, kavgalar, şiddet…

Gülmek için yaratılmış gözlerde yaşlar niye? Sevmek için yaratılmış kalpler hep boş niye?

Gülmek için yaratılmış gözlerde yaşlar niye? Sevmek için yaratılmış kalpler hep boş niye?

Hülya Balku: İnsanın, doğum gereği ya da hayatta her şeyin zıttı ile var olabileceğinin kanıtı diyebilirim. Belki de iyi, güzel ve hakikatin farkına varabilmek için amaçtır, zıtlıklar. Sevmek için yaratılmış kalplerin boşluğuna gelirsek; kişisel bakış açıları, insanlarda aranan özellikler, geçmişin unutulamaması veya saplantısal düşünce tarzlarının buna sebep olacağı ilk aklıma gelenler. Ya da kişisel tercih meselesidir de denebilir.

Türay Azlağ: Tinder’i aç, ne gözünde yaş ne de kalbin boş kalır. Bir sağa kaydır bir sola kaydır.

Serenay Toprak: Ağlamak olmasaydı ne önemi kalırdı gülmenin, arada bir kalp boş kalmasaydı sevmeyi nasıl bilirdi insan.

Bulut Öztürk: Belki görmeyi bilmiyoruzdur. Belki sevmeyi bilmiyoruzdur. Niye ‘si önemli değil, önemli olan nasıl çözeceğimizdir. En büyük “NİYE ‘Sİ” sabretmeyi bilmiyor olmamız, o nedenle umudumuzu ve sabrımızı korumalıyız.

Mert Barındık: Gözlerin gülmek için yaratıldığını pek düşünmüyorum açıkçası. Kalbin sevmek için yaratıldığına da kesinlikle karşıyım.

İnsan bazen ağlamaya da ihtiyaç duyuyor doğrusu. Hatta sanki biz ağlamasak da ağlamak istemesek de, o sıvı akacaksa eğer vücut onu ne yapıp edip gözünden süzüyor; bazen güldürüyor, gülmekten ağlatıyor. Bazen de ağlamıyorsun ama istemsizce gözünden damlalar dökülüyor, şaşırıyorsun; “nereden çıktı şimdi bu ya” diye. En basitinden; yan yatıyorsun ve gözünden kulaklarına doğru bir damla yola çıkıyor, yastığını sulamaya. Ya da Ankara’nın ayazında yolda yürürken bile soğuk yanaklarını ıslatıyor. Yani yeri, zamanı, nedeni yok; vücut ne isterse o oluyor. Tabii ki senin ruh halinde buna izin veriyor. Melankoliye bağlayıp Sıla’yı açayım da, hazır kalbim gibi yol da boş azıcık yürüyeyim dersen bünye alt üst olabiliyor. Ne yapacağını şaşırıyor ve başlıyor sıvı atımını yapmaya, beynin de okey dedi mi Sıla’ya, bir de hıçkırmaya başlıyorsun. Oh Allahtan yol boş da kimse duymuyor, muhatap olmuyorsun Sıla’dan başkasıyla. Siz Sıla ile ağlaşın anam ben spora gidiyorum. Melankoliye bağlamayıp basacağım serotonini, endorfini. Hem yağlarımdan kurtulacağım hem de mutlu olacağım. Yalnız spor dönüşü müzik listemde yanlışlıkla Sıla çalarsa, işte o zaman s*çtık.

Zafer Şule Büyükkılıç: Gözler sadece gülmek için değildir. Hayatın tatlı yanları kadar acı yanları da var. Ağlamadan gülmenin kıymetini fark edebileceğimizi sanmıyorum.

Kalplerin boşluğuna gelince; benim çocukluğum, gençliğim çoğunlukla sevgi dolu kalplerle geçti. Ancak ne yazık ki pek çok değerimizi yitirdik. Artık sevgisiz, çıkarcı, arsız, paranın esiri olmuş, hain bir toplumun esiri olduğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle de kalpler artık sevgiden yoksun.

Başak Göktaş Dörtyol: Çünkü hayatta, gelişmemiş ülkelerde sağlıklı olmak, varlıklı olmak, hayatta kalmak zor. Bu nedenle gülmek zor, yaşlar çok.

Sevmek için yaratılmış kalpler bencilliklerimizden ve kıymet bilmememizden dolayı boş olabilir. Seviyoruz demek kolay ama “güzel sevmek” zor.  Ayrıca sevilmeyi de bilmek lazım. Aradığımız şey gerçek sevgi değil de kazanma hırsı, kaçma kovalamaca, ilgi görünce şımarma, kıymet bilmeme şeklinde ise kalpler hep boş olacaktır.

Gayemiz yaşamaksa acı çekmek mi lazım?

Gayemiz yaşamaksa acı çekmek mi lazım?

Hülya Balku: Hayır, tabii ki. İnsanca yaşayabilmek, doğru tercihler yapmak ve her zaman olumlu bakış açısına sahip olmak olsa da asıl amacımız, kimi zaman acı çekebileceğimiz şeyler yaşamamız mümkün ama yaşamak için bir gerekçe değildir acı.

Türay Azlağ: Gayemiz yaşatmaksa, 24 saat nöbet tutmak mı lazım?

Serenay Toprak: Gayemiz belki yaşamaktan da öte.

Bulut Öztürk: Acı nedir? Bir yere varmak için bile yürümek, terlemek gerekiyorsa, gayeye ulaşmak için emek sarf etmek gerekmiyor mu?

Mert Barındık: Yaşamak acı çekmemek mi demek? Bence acı çekiyorsak yaşıyoruzdur. Asıl problem acı çekmemek; daha bugün okuduğum kitapta şöyle yazıyordu: “Yaşlanmanın en kötü yanı şaşırma duygusunu kaybetmektir.” Çünkü insan tecrübe edindikçe o kadar çok alışıyor ki en iyi ve en kötüyü yaşayınca veya yaşanıldığını, yaşanabileceğini idrak edince o kadar çok duygusuzlaşıyor ki insan; hayattan zevk alamıyor. E tabii ki de, acı çekmek gayemiz olmalı veya acı çekelim demiyorum ama acı çekiyorsak umut vardır. Ne diyordu Yaprak Dökümündeki Ali Rıza Bey; “Artık o kadar çok alıştım ki borç almaya yüzüm her seferinde daha az kızarıyor.” Alışmayın, ne acı çekmeye ne de sürekli tebessüm etmeye.

Zafer Şule Büyükkılıç: Acı, yaşamın bir parçası. Sadece herkeste farklı şekillerde cereyan ediyor. “Herkesin derdi, acısı kendine büyüktür.” sözüne asla katılmıyorum. Üniversite sınavını kazanamamış bir çocuğun annesinin üzüntüsü veya aslan gibi evladını kaybeden bir annenin üzüntüsü vs… Kıyaslanabilir mi? Allah az acılı yaşamlar nasip etsin.

Başak Göktaş Dörtyol: Acı çekmeden yaşamak tabii ki mümkün. Eğer sorun sağlık değilse başımıza gelen olumsuz durumlardan bir şekilde uzaklaşma yolunu bulup acı çekmeden yaşayabiliriz.

Acı çekmek özgürlükse, özgür müyüz hepimizde?

Acı çekmek özgürlükse, özgür müyüz hepimizde?

Hülya Balku: Bu cümlede özgürlük kelimesi bir bakış açısıdır. Noktalı yere istediğimizi yazarak tamamlayabiliriz; acı çekmek ………, ……… hepimizde?

İnsanlar kendi özgürlük alanlarını kendileri yaratabilir diye düşünüyorum. Tabii özgürlüğü ne olarak gördüğümüze göre de değişir.

Türay Azlağ: Sizi bilmem ama ben iki porsiyon acılı çiğköfte yerken gayet özgürüm.

Serenay Toprak: Acı çekmenin özgürlük olduğunu düşünmüyorum. Acı çekerek özgür olduğunu sanıyorsa bir insan zaten bir şeye bel bağlamıştır; özgür olamamıştır.

Bulut Öztürk: Özgür insan acı mı çeker? Acıysa özgürlük nerede? Aslında bunlar süslü sözlerden ötesi değil.

Mert Barındık: Tamam, abartmayın, mazoşistliğin anlamı yok. Herkes acı da çekmiyor zaten. Birkaç tane tanıdığım var; hali vakti yerinde, muhabbeti güzel, yakışıklı delikanlı ve güzel kadın arkadaşlarım. Bunu söylerken cidden düşündüm de acı çekmeyen arkadaşım yok valla, herkes acı çekiyormuş, üzüldüm. O halde, Allah beterinden saklasın deyip şükretmeye devam.

Zafer Şule Büyükkılıç: Bana göre; ‘acı çekmek-özgürlük’ bağlantısı yok. Ne saçma… Acı çekiyorum o halde özgürüm. Ne alaka? Özgürlük belli kurallar dâhilinde; başkalarının haklarını ihlal etmeden, şahsın kendi kararlarını verebilme yetisidir. Acının bununla alakası ne?

Başak Göktaş Dörtyol: Acı çekmek özgürlük değil, hepimiz de özgür değiliz.

Şu kahpe dünya seni bana düşman eder mi? Dostluklar birden biter mi?

Şu kahpe dünya seni bana düşman eder mi? Dostluklar birden biter mi?

Hülya Balku: Evet, bu dünya herkesi birbirine düşman edebilir. Dostluklar da birden bitebilir. Karşılanamayan beklentiler ve farkına varılamayan fedakârlıklar düşmanlık da yaratır dostluk da bitirir.

Türay Azlağ: Tayyip ile FETÖ’yü bile düşman eden hayat, benle sana neler yapmaz.

Serenay Toprak: Hepsi biter arkadaşım; her şey biter herkes de gider.

Bulut Öztürk: Biter; dostluk dediğimiz, aslında birbirimize saygı duymadan, karşı tarafı anlamadan ve en önemlisi kendini kontrol etmeden devam eden her arkadaşlık… Dostluk biter; bunu da biz bitiriyoruz, çünkü çok kaptırıyoruz…

Mert Barındık: Düşman olacak kadar büyük bir nefrete hiç sahip olmadım, olmak da istemem. Birden biten dostluğum da hiç olmadı ama zamanla bitenine şahit oldum, gün-gün, ay-ay; çok acı bir süreçti ama ikimizde birbirimizi anlayıp durumları kabullendiğimiz için birbirimize kızamadık. Dostluğumuz ikimize de sorsak bitmedi ama eskisi kadar da taze ve içten değil. Ha ben zamanla bitenine şahidim derken sonradan fark ettim tabii ki zamanın ve mesafenin dostluğumuza bıçak sapladığı tanıyı erken koysaydık, prognozu daha iyi olurdu belki.

Zafer Şule Büyükkılıç: Tabii ki. Matematikte de olur bazen. Değer verirsin, yanlış çıkar.

İnsanlara aynı iyiliği düzenli olarak yapınca, onu artık senin görevin zannediyorlar. Muazzam bir nankörlük çeşidi.

Bazen sen yanıldığını anlarsın. Bazen karşındaki yanıldığını anlar. Ve dostluklar biter. Bu normal. Normal olmayan bugün ki dostluklar. Bugün Ayşe ile çok samimi dostum. Fatma’yı atıp tutuyorum. Yarın ise Fatma ile dost olup Ayşe’yi atıp tutuyorum. İğrenç… Kadın erkek ilişkisinde de aynı. Bugün canım, balım. Yarın bitince ağızlara sakız.

Başak Göktaş Dörtyol: Dünya, seni bana düşman edebilir, dostluklar da maalesef birden bitebilir ya da birden bitebiliyorsa tam olarak dost olunamamıştır. Zaten herhangi birisiyle tam olarak dost olmak çok kolay değildir, büyük bir şanstır.

Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?

Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?

Hülya Balku: Memleket ve yıldızlar nerede bulunduğuna göre değişebilir. Ama gençlik daha uzak; konum olarak da, fikir ve yaşam tarzı olarak da, ne kadar yakın olunursa olunsun. Her zaman uzak kalınabilecek tek kelime bu cümlede gençlik.


Türay Azlağ: Ca+ ampulü kırıp birebir sulandırmak daha uzak.

Serenay Toprak: Fiziksel olarak yıldızlar, sevdiğim insandan ayrılacağım için memleket, bu satırları yazarken bile yaslandığım için gençliğim.

Bulut Öztürk: Yıldızlar. (Yalan, hayallerimiz.)

Mert Barındık: Gençliğimin en verimli yıllarındayım. Uzak değil ama pek yakın da değil sanki. Gencim; iskeletim taze, kaslarım diri, beynim zehir gibi. Ama gençliğim sorumluluklarımdan oluşan zindanda hapis. Parmaklıklardan çıkmak istiyor ama nafile. Çünkü zehir dediğim zekâm, aslında yeterli değil. Stresim bunu biliyor ve gardiyan gibi nöbette. Kimsenin kaçmasına izin vermiyor. O yüzden çalışkan tarafımın sözü dinleniyor, vücudumda. Gençliğimi hep bastırıyorlar ama o hâlâ alışmadı, direniyor acı çekmeye.

Zafer Şule Büyükkılıç: En sevdiğim şarkı. Hele bu cümle, tam isabet. Tabii ki gençliğim. Memlekete giderim. Yıldızlara da gidiliyor. Ne yazık ki gidilemeyen, dönülemeyen, çok uzak olan şey gençliğimiz. Yararlı ve dolu yaşayabilmişsek ne mutlu.

Başak Göktaş Dörtyol: Gençlik daha uzak. Mesafeler bir şekilde aşılabilir ancak “zaman” öyle bir şey ki bir saniyenin bile asla geri dönüşü yok. O yüzden “dün” bile yıldızlardan daha uzak bence.

Yoksulun sırtından doyan doyana, buna yürek nasıl dayana?

Yoksulun sırtından doyan doyana, buna yürek nasıl dayana?

Hülya Balku: Evet, her şey güçsüzün, yoksulun, kendini savunamayanın üzerinden dönüyor. Maalesef büyük balık küçük balığı yutuyor. Kimsenin yüreği dayanmamalı çünkü haksızlığı her kabul ediş daha büyüğünü doğurur.

Türay Azlağ: Hemşirelere blok nöbet yazan yazana buna yürek nasıl dayana.

Serenay Toprak: Hükümet istifa.

Bulut Öztürk: Vicdanı olmayanlar, kapatır gözlerini hırsıza karşı.

Mert Barındık: Buna yürek dayanmıyor da işte insanın gözü açılmayınca da kazanılmış çaresizlik misali ses çıkarmıyor hiçbir şeye. Açlık sınırının altında maaşla çalışmaya devam ediyor. Ailesine bakabilmek için modern köleliğe itiraz edemiyor. Vicdansız insanlar keşke olmasa.

Zafer Şule Büyükkılıç: “TÜRKİYE”

Başak Göktaş Dörtyol: Kapitalizm var olduğu sürece yoksulluk ve yoksulun sırtından beslenen zenginlik her zaman var olacaktır. Bunu gören zengin yüreklerin çoğunda zaten merhamet olmadığı için dayanmak gibi bir durum söz konusu değildir. Yoksul yürekler de dayanmak zorunda hissetmektedirler, dayanamadıkları noktada isyan etmeleri gerekmektedir ancak isyan etmek bile artık suç olmuştur.

Vicdanının sesini dinle bak ne diyor?

Vicdanının sesini dinle bak ne diyor?

Hülya Balku: Attığın her adımda önce beni dinlediğin için sana minnettarım diyor.

Türay Azlağ: Aradığınız vicdana şu an ulaşılamıyor.

Serenay Toprak: Yapma.

Bulut Öztürk: Hangi vicdan? Bende ki mi? Duruma göre konuşur hepimizde vicdan.

Mert Barındık: Benimki beyin göçü yap diyor valla. Empatiden ve çeşitli duygulardan eksiğimiz var biraz.

Zafer Şule Büyükkılıç: “İyi olmak kolaydır; zor olan adil olmaktır. En mükemmel adalet ise vicdandır.” Victor Hugo’nun en sevdiğim sözüdür. Allah vicdanlı insanlarla karşılaştırsın.

Başak Göktaş Dörtyol: Aklım, vicdanlı olmak bir insanı insan yapan en büyük özelliklerdendir diyor.  Vicdanım da canlı cansız hiçbir şeye zararın dokunmadan yap, ne yapacaksan diyor.

Ben nerede yanlış yaptım? Allah’ım neydi günahım?

Ben nerede yanlış yaptım? Allah’ım neydi günahım?

Hülya Balku: Dediğim çok oldu. Yapılan yanlışlar bizimle alakalı değil yanlışı yapanla alakalı. Herkes hak ettiğini yaşamıyor maalesef. Ama herkes kendine yakışanı yapıyor.

Türay Azlağ: Bunu zigot olmadan önce düşünecektin yavrum.

Serenay Toprak: Bu konunun muhatabı, tamamıyla tanrı.

Bulut Öztürk: Yanlış, göreceli bir kavram; sana göre yanlış başkasına göre doğru. O zaman, zamanı geldiğinde sor Allah’a bunu, ancak şimdi hâlâ önünde yanlış yapabileceğin onlarca seçim ve zaman var.

Mert Barındık: Şuan için verdiğim kararlarda yanlış yaptığımı düşünmüyorum ya da sonuçları hâlâ gün yüzüne çıkmadı, yanlış kararlar verdiysem de. O yüzden bilmiyorum. Ama neydi günahım, cidden. Bende İsveç’te Norveç’te, İsviçre’de doğsaydım; bir kıyak da bize yapsaydın.

Zafer Şule Büyükkılıç: Buna cevap bulamadım. Yaptığım şeylerin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Yani hep doğru yaparım demiyorum. Sadece herhangi bir davranış o anda gerekli olmuştur ve yapılmıştır. Yanlışlar ders almamızı, tecrübe kazanmamızı sağlar. Allah büyük yanlışlardan korusun.

Başak Göktaş Dörtyol: Hayatımla ilgili bazı kararları verirken etrafımdan çok etkilendiğimi ve yanlış yaptığımı fark ettim. Kendimi gerçekten tanımakta biraz geç kaldığımı hissediyorum. Neden bu kadar geç tanıdım bilmiyorum. Keşke hayatta herkesin ikinci bir şansı olsa.

Mümkün mü artık geri dönmek?

Mümkün mü artık geri dönmek?

Hülya Balku: Her zaman geri dönmek mümkün, hayatta her şey mümkün. Mümkün olmayan tek şey ölümsüz olmak.

Türay Azlağ: Gidenlere söyleyin geri dönüşler iptal.

Serenay Toprak: Mümkün iken geri dönememek, bedel ödemek.

Bulut Öztürk: Zamanda yolculuk ne kadar mümkünse, geri dönmek ondan daha az “mümkün”.

Mert Barındık: Zaman makinesi icat edilene kadar mümkün değil gibi. O yüzden zaman makinesini bekleyene kadar elimizdekilerle en iyisini yapmaya çalışacağız.

Zafer Şule Büyükkılıç: Ama neye? Mümkün olanlar var, olmayanlar var. Beni bireysel olarak geri dönmek istediğim bir zaman dilimi yok. Ancak ülkem adına eski huzurlu, insanların birbirini ötekileştirmediği, komşuluk ilişkilerinin mükemmel olduğu, ramazanlarımızın, bayramlarımızın keyif içinde bir arada geçtiği, herkesin değerine saygı duyulan, egoistliğin tavan yapmadığı günlerimize dönmek isterdim.

Başak Göktaş Dörtyol: Bazı şeyler için (uzun zaman önce alınan kararlar) zaman engel oluyor ve geri dönmek mümkün olmuyor, yani ikinci bir şans her zaman yok. Bazı şeylerse (daha kısa vadeli durumlar) çözümsüz değil, biraz cesaretle geri dönmenin mümkün olunduğu durumlar var. Kısaca “yol yakınken geri dön” lafı doğru sanırım.

Biyografiler

Hülya Balku / Zihinsel Engelliler Sınıf Öğretmeni

1990 Çorum doğumlu Hülya Balku, Çorum’un Sungurlu ilçesinde ikamet ediyor. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünden mezun olduktan sonra Zihinsel Engelliler Sınıf Öğretmenliği sertifika programı ile Özel Elif Gül Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde öğretmen olarak göreve başladı. Kendisi, bu meslekte çalışanların gönüllülük esasıyla çalışmalarının doğru olacağına inanıyor.

Türay Azlağ / Hemşire

1994 İstanbul doğumlu Türay Azlağ, İstanbul’da ikamet ediyor. Gümüşhane Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp Ve Damar Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Pediatri hemşiresi olarak göreve başladı. Hemşire Türay Azlağ, mesleğini; “Minik ellere dokunmayı ve her dokunuşta hayat bulmasını görmek beni mutlu ediyor. Çocukları çok seviyorum. Kısaca yaşatmak için yaşayanlardanım” olarak açıklıyor. 

Serenay Toprak / İç Mimar

1995 Ankara doğumlu Serenay Toprak, Adana’da ikamet ediyor. Afyon Kocatepe Üniversitesi İç Mimarlık bölümünden mezun oldu. İnsandan beslenen hümanist yapısı ile birlikte yer yer anti hümanist tutumları sergilemesine yardımcı olan insanlığa teşekkürü her zaman bir borç bilir ve ona göre davranır. Hobileri ile fobileri zamana ve mekâna göre değişkenlik gösterse de tek değişmeyeni yılanları asla sevmediğidir. 

Bulut Öztürk / Yazılım Geliştirici

1993 doğumlu Bulut Öztürk, yazılım geliştirici ve web arayüz tasarımcısı. Yabancı dizileri ve sinema filmlerini düzenli olarak takip eden Öztürk; dijital bloğunda yazılar yazıyor; yakın gelecekte tüm dünyayı, ülkeleri ve şehirleri gezip, deneyimlerimi paylaşmak istiyor.

Mert Barındık / Öğrenci

1996 Ankara doğumlu Mert Barındık, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitimine devam ediyor. Yoğun çalışma temposunda sıkça tiyatroya giderek kendine zaman ayırmaya çalışan Barındık’ın en büyük hobisi ise motosiklet kullanmak; gelecek planlarının arasında da motosiklet ile dünyayı dolaşmak istiyor.

Zafer Şule Büyükkılıç / Emekli Öğretmen

1962 Ankara doğumlu Zafer Şule Büyükkılıç, eğitim yıllarını Ankara’da tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Matematik bölümünden 1984 yılında mezun olduktan sonra Türkiye İstatistik Kurumu’nda bir yıl sureyle memur olarak çalıştı. 1986 yılında öğretmen olarak göreve başladı ve 2016 yılında emekli oldu. Kitap okumayı çok seven ve imkânlar dâhilinde ayda 3, 4 kitap okumaya özen gösteren Büyükkılıç, ayrıca halk dansları bağlamında HAY-TUR ve FEK (Folklor Eğitim Kurumu) çatısı altında çalışmalara imza attı. Takı-tasarım, ahşap boyama, emlak danışmanlığı gibi kurslara katıldı. Zamanın iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünen Büyükkılıç; seyahat etmeyi de çok seviyor. Meslek hayatı boyunca ‘Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi, vatanını seven, değerlerine sahip çıkan, sorgulayan, haksızlığa karşı çıkan, adaletli bireyler’ yetiştirmeye çalıştığını, söylüyor.

Başak Göktaş Dörtyol / Doktor


1985 Ankara doğumlu Başak Göktaş, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde doktor olarak görevini yürütmektedir.

Deli Gaffar: Türkiye’yi en iyi yorumlayan yazar