Saçma sapan bir dünya bu. Yaşayanları su katılmamış 46’lıklar. Yaşadıkları ise absürtlükle kabus arası…
Her sabah yataktan kalkışları bir bilinmeze doğru. Çoğunluk deliliğe adapte olmuş vaziyette. Tek tük akıllı kalmış olanlar ise evden dışarı adımlarını atmadan önce deli önlüklerini giymek zorunda.
Dışarısı tam bir curcuna. İnsanlar da tıpkı motorlu taşıtlar gibi yakıtla çalışıyor. En popüler yakıt, tütün. Dumanını en fazla soluyan, kendisini en muvaffak kişi sayıyor.
İnsanların statülerini kanıtlayabilmeleri için bazı materyallere gereksinimleri bulunuyor. Araba, cep telefonu ya da kot pantolon gibi. Daha iyi materyal, daha yüksek statü anlamına geldiği için borçlanmayı göze alarak bu materyalleri edinmeliler. Taksitlerini ödemek için de çalışmalılar.
Taksitlerini ödeyebilmek için çalışanlar, kendilerine cep telefonu, kot pantolon ve araba satan kişilerin yanında çalışıyor. Böylece çalışanına maaş ödeyen işveren, parasını geri almayı başarıyor. Ne kadar da saçma sapan bir dünya değil mi?
Bu dünyanın kriterlerine göre Franz Kafka boşa yazmış, Vincent Van Gogh boşa çizmiştir. Çünkü ürettikleri ile para kazanamamış, fakir yaşayıp fakir ölmüşlerdir.
Halkın afyonu bu dünyada da din olsa da, medya gibi güçlü bir yardımcısı da bulunmakta. Sürekli her şey mükemmel haberleri veren haber kanalları ve gazeteler, izlerken düşünmenin yasak olduğu cinsten yarışma kanalları ve elbette akıl tutulması garantili televizyon dizileri.
Güzel tarafları da yok değil bu dünyanın. Sistem, dengi dengine bir eşleşme vaat ediyor. Bu sistemde şövalye düşleyen hanım ablalara ya da Latin Amerikalı partner hayaliyle tutuşan acemi gençlere yer yok.
A – Phone kullanan A – Phone kullanan ile, Lacivert Jeans giyen Lacivert Jeans giyen ile birlikte olabiliyor. Evlenirken ise güzellik, güven ve sevgi gibi kriterler önem arz etmiyor. Maaşın yüksek olması ve arabanın iyi olması gibi detaylar ise belirleyici nitelikte.
Unutmadan söylemeli. Bu dünyada Osmanlı Devleti’nde kullanılmış bir söze de yer veriliyor. Şayet birisi devlet adamlarını eleştirecek olursa, eleştirilenler hep bir ağızdan ‘Padişahım çok yaşa!’ diye bağırıyor. Tabii eleştirenlerin de aynı şekilde cevaplaması gerekiyor. Aksi takdirde hapse atılıyorlar. O zaman eleştirilerin de önüne geçilmiş oluyor, güzelim Osmanlı geleneği ile.
Neyse… İyi ki biz böyle saçma sapan bir dünyada yaşamıyoruz.