İftar yemekleri çok ama çok değişti. Mekanikleşti ve ruhunu yitirdi… Bu şekliyle iftar yemeklerinden vazgeçilmelidir. Hatta bu şekliyle amacından ve gerçek işlevselliğinden uzaklaşmış iftar yemekleri yasaklanmalıdır.
Durun hemen kızmayın, küfretmeyin veya hakarete başvurmayın. Sözünü ettiğimiz o sımsıcak aile ortamlarında ve davetliler eşliğinde açılan iftar sofraları veya “Allah ne verdiyse” hep birlikte diyerek açılan iftarlar yemekleri değil..
Sözünü ettiğimiz endüstriyel (ticari) iftarlardır. Aslına bakarsanız bu bir iftar yemeği dahi değildir. Bu bambaşka bir şeydir.
Her şeyden önce büyük kalabalıklara yönelik iftar yemeği uygulaması, sektör haline gelmiş olan “hazır yemek” işinin biraz daha ticarileştirilerek ve tamamen ruhundan kopartılarak iyice metalaştırılmış olmasından başka bir şey değildir.
İftar yemekleri uygulaması ne yazık ki, son 10- 15 yılda hazır yemek işi yöntemiyle finansal aktarım yöntemlerinden biri haline gelmiş durumdadır. İftar çadırlarından sonra iyice piyasalaştırılan iftar yemeği para ve inanç ilişkisinde yeni bir dönüşümün fotoğraflarından birisidir.
Söz konusu bu kitlesel yemeklerin (yemek demek ne kadar doğruysa) plastik veya türevi tabldotlarda sağlıksız gıdalar ve sağlıksız sunum şekilleri ile insan sağlığına uygun olmayan bir şekilde gerçekleşiyor olması ise başka bir eleştiri konusu olmalıdır.
Bazı iftar yemekleri eşitsizlik ve adaletsizliğin temsili niteliğinde!
Toplumsal ve ekonomik açıdan bakıldığında iftar yemeklerinin eşitsizliğin ve adaletsizliğin en görsel fotoğrafları biri haline gelmiş veya getirilmiş olması vurgulanması gereken diğer bir konudur. Kimi yaranmacı zenginler, kimi görgüsüz ve sonradan görmeler ve kimi rantiyeciler söz konusu bu iftar yemeklerini en kullanışlı fırsat olarak görmektedirler. Üstelik harcama kalemlerine ekleyerek vergiden de düşmektedirler. Bu durumda nasıl oluyor da halka yüklenen bu maliyetle sevap işlenmiş veya bir gelenek yaşatılmış oluyor anlamak kolay değildir.
Kimi siyasetçilerin ve yöneticilerin de en pahalı ve en lüks otellerde özel kişilere ve gruplara pahalı iftar yemekleri verirlerken, görece daha ucuz iftar yemekleri ile büyük yoksul kişilere ulaşmaya çalışmaları da tam bir ikiyüzlülük olsa gerektir.
Çok daha önemlisi iftarın nasıl bir gelenek ve nasıl bir inanç ürünü olduğunu ve nasıl bir mantık ile kurgulandığını bilmek için dindar olmaya gerek yok! Bu iyiliği ve güzelliği yaşamak ve yaşatmak için özveride bulunmak gerektiği açıktır.
İftar yemekleri verenlerin bu yemeği kendi olanakları ve kendi bütçelerinden ve hatta kendi emekleri ile karşılamaları gerektiğini herkes çok iyi bilmektedir. Lakin mevcut duruma bakıldığında uygulamanın tamamen farklı bir hal aldığı ortadadır.
Vicdanen riyakarlık, hukuken suç, dinen günah!
Olabildiğince harcama gerektiren büyük bütçeli iftar yemeklerini; üstelik kendinin, partisinin veya kurumunun propagandasını yapacak biçimde dolaylı ilgili devlet ödeneklerini kullanarak yapılması; insani ve vicdani açıdan tam bir riyakarlık, hukuki açıdan esasen suç ve dini açıdan da “günah” olsa gerekir.
Kimin parasıyla kime hayır işliyorsun? Ve bu hakkı ve ayrıcalığı sana kim veriyor?
İftar yemekleri kendi bütçenden, yani kendi cebinden ve amacına uygun olarak verildiğinde iyi ve güzeldir.
İftar yemekleri inancın ve geleneklerin gösteriye ve başka amaçlara yönelik olarak dönüştürülüyor olması; tam anlamıyla inancın ve geleneklerin kötüye kullanımından başka bir şey değildir.
Siz size ait olmayan bir para ile böyle bir iftarı verme olanağına sahip olsaydınız böyle mi yapardınız? Ya da böyle bir yemeğin sizi toplumsal ve kültürel olarak güçlendireceğine veya ihtiyacı olanlara bir cevap oluşturduğunu düşünüyor musunuz?