Biçare… Sözlük anlamı: çaresiz, zavallı (kimse).
İnsanlık biçare olmuş ama farkında olanlar bile yok!
Bugünlerde bu kelimeyi ne kadar da çok yakıştırıyorum dünyaya ve insanlığa. Dünya içerisinde çeşitli yaşam formlarını bulunduran; 4.54 milyar yaşında olan sevimli, güneş sistemindeki gezegenlerden yalnızca biridir. İnsan ise memelilerden, iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratıktır.
Peki insan ne kadar bu tanıma uyuyor? Genetik bir bozukluktan söz etmiyorum. Bahse değer bu en gelişmiş canlı sayılan varlık sözle anlaşamıyor ki şiddet had safhada, düşünemiyor ki düşünmeden hareket etme deniyor. Gelelim insanlığa, insanlık nedir? İki tanım yapabiliriz:
1- Gelmiş geçmiş ve var olan insanların tümünü içine alan bütün.
2- İnsanın doğasını oluşturan, özelliğini kuran ve insanı insan yapan niteliklerin tümü.
Yazıma İlhan Berk’in şu sözüyle başlamak istiyorum:
Korkuyorum bir gün biri çıkıp “Ey İnsanoğlu!” diyecek ve kimse üstüne alınmayacak.
İnsanlar insanlığını kaybetti üstat. İnsanlar insanlık arıyor. O yüzdendir ki insanlık kaldı mı ya diye hayıflanıyorlar. İnsan var ama insanlık yok. Akıl var ama düşünen yok.
Bir yerlerde insanlar açlıktan ölüyor, biz etin az pişmiş mi yoksa orta pişmiş mi olmasına, patatesin çıtır olmasına mı yoksa haşlanmış olmasına mı karar veremiyoruz. Aç insanları düşünmek ne de olsa bizim problemimiz değil. Karnımız doydu ya önemli olan bu değil mi zaten?
Evimizin küçük olmasından şikayetçiyiz ama sokakta yatan insanları düşünmek bizim haddimiz değil sonuçta. Öyle değil mi? Kendi çocuklarımız, en iyi okullarda okusun, tırnağına taş değmesin, saçlarının teli için dünyaları yakalım ama başkalarınınki ölsün bize ne sonuçta?
Hani insandık? İnsanlığımız nerede? Bizler bu kadar bencilken bu kadar rahatken bu kadar kulaklarımızı tıkayıp gözlerimizi kapatırken bizim insanlığımız nerede?
İnsanlar ölmemek için kaçıyorlar; biz bizimle aynı dili aynı ülküyü paylaşmıyorlar diye geri dönüp öldürülmelerini istiyoruz. Bizler sokağın ortasında suçlu olsa bile insanın öldürülmesi fikrine karşıyken bize sığınan insanların sessiz bir şekilde kanları üstümüze bulaşmasın diye kendi ülkelerinde ölmesini istiyoruz. Bir köpeğin, bir canlının işkence edilerek öldürülmesine bile sesimizi çıkarmıyoruz, çıkarmak için uğraşmıyoruz.
Peki neden? Öldürülen bir insan değil diye mi? Bağırırsak sesimiz kısılır diye mi?
Sesimiz olmasa ne’olur, bir şeyleri değiştiremeyeceksek, sesleri çıkmayanların sesi olamayacaksak. Bu sesimiz neden var? Akıllı varlıklar değil miydik? Neden korkuyoruz? Bu insanlar neden korkuyor üstat? Sana soruyorum.
Kesilen çimler, sökülen ağaçlar, çıkarılan petroller, denizin dibinde bile yangın çıkarmayı beceren bizler… Bizler bize faydası olanı yok etmek için böylesine dünyanın her bir yanından birleşmişken neden sosyal medyada paylaştığımız aç insanlar, hasta insanlar, öldürülen hayvanlar, katledilen kadınlar, evsizler, yardım bekleyenler için harekete geçip birleşmiyoruz? Çıkarımız olmadığı için mi? Para kazandırmıyor mu diye? Bizlerin düşmanlığı kendimize. Benciliz.
İnsanlar kendileriyle çelişiyor. Yazık! Özgürlüğüne düşkün olduklarını söylüyorlar ama kendi zihinlerine, telefonlarına, sosyal medyaya, evlerine hapisler. Kaçımız telefonu 1 saat almadan durabiliyor? Kaçımız sosyal medya hesaplarımıza gelen beğenmeleri görünce gülümsemiyor?
İnsanlar beton yığınlarının arasına saklanıyor. İnsanlar gökyüzüne uzanan binalar inşa ediyor; bir bina daha, bir rezidans daha, bir ağaç daha kes, yetmez bir arazi…
İnsanlar biçare olmuş ama farkında olanlar bile yok üstat. İnsanlar insanlığını yitirmiş, üç maymunu oynuyor; kendine sunulan nimetleri aç gözlü bir şekilde sömürüyor, Dünya dönmeye devam ediyor içindeki yaşam formlarının katledilmesini seyrederek.