Beyin göçü ve göçmenlerin eğitimi: Türkiye’nin önündeki tarihi fırsatlar

Göçmenlerin eğitim sorunu: Yüzde 1,5’i ancak yüksek okul mezunu, yüzde 5’i meslek sahibi, yüzde 45’i okuma yazma bilmiyor. Yüzde 75’i Türkçe konuşamıyor. Yüzde 45’i zorunlu eğitime ve geçici eğitim merkezlerine devam edemiyor…

Uzmanlar, 5 milyon civarındaki Suriye, Irak, Afganistan, İran, Pakistan, Somali’li göçmenlerin eğitim sorunu çerçevesinde “21. yüzyılda Türk eğitim sisteminin nereye doğru gitmesi gerektiği” ve “Türkiye’nin beyin göçü açısından durumu ve sorumluları” konularında görüş alışverişinde bulundu.

Göçmenlerin eğitimi ve entegrasyonu hakkında yapılması planlanlanan çalışmalar hakkında bilgi ve istişarelerde bulunulan toplantıda “Göçmenlerin eğitim açığının/ihtiyacının nasıl kapatılacağı”  üzerinde görüş alışverişi yapıldı.


‘Beyin Göçü ve Göçmenlerin Eğitimi Perspektifinde Türkiye’nin Önündeki Tarihi Fırsatlar’

Yapılan toplantı hakkında kamuyona yönelik açıklama yapan İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı, “Yüzde 1,5’i ancak yüksek okul mezunu, yüzde 5’i meslek sahibi, yüzde 45’i okuma yazma bilmeyen, yüzde 75’i Türkçe konuşamayan, yüzde 45’i zorunlu eğitime ve Geçici Eğitim Merkezlerine devam edemeyen”  göçmenlerin eğitim sorununun, Türkiye’nin en az terörle mücadele kadar iç ve dış siyasetin odağına koyması gereken, güvenlik merkezli stratejik bir meselesi olduğunu belirttiği konuşmasında şunları söyledi;

Türkiye’de bir göç bakanlığı kurulmalı!

Türkiye dışarıdan en çok göç alan ülke konumunda. Göçmenlere ev sahipliği yapma ve misafir etme hususunda örneğine az rastlanır şekilde büyük fedakarlıklar gösteren Türkiye’de her şeye rağmen mülteciler, yoksulluk, güvencesiz çalışma, sömürü, nefret söylemleri ve linç girişimlerinin kıskacında yaşıyor. Kamusal hizmetlerin standartlaştırılamamasından ötürü yöneticilerin insafına terk edilen göçmenler her türlü mağduriyet ve tacizle karşı karşıya kaldığından Türkiye’de gelecek kurma ve Türkiye’ye katkıda bulunma adına kendilerini güvende hissedemiyorlar.

Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 1967 tarihli protokolüne koyduğu “coğrafi” sınırlamayla sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci sayıyor. Suriyeli göçmenler ise 2014 tarihinde ‘geçici koruma statüsü’ kapsamına alındı. Bulunduğu coğrafi konum ve tarihi özellikleri başta olmak üzere çevre ülkelerde devam edecek muhtemel siyasi sıkıntılar açısından göçmenlerin büyük teveccüh göstermeye devam edeceği Türkiye’nin ivedilikle göçmenlere mülteci statüsü tanıması ve ardından Göç Bakanlığı kurması düşünülmelidir.

Hukuki ve sosyal entegrasyon başarılmalıdır!

Böylece kayıtsız olanlarda dahil halihazırda 5 milyon civarındaki göçmenlerin barınma, beslenme, eğitim, iş, sağlık gibi haklara erişimi noktasında yapılacak politikaların çok daha vizyonel, bütünlükçü ve gelişmeye uygun bir kurumsal çerçevesi sağlanmış olacaktır. Atılacak bu adımlarla önce hukuki ardından sosyal entegrasyonda başarılacaktır.

Başta Suriyeliler olmak üzere göçmenlerin vatandaşlık sorununu seçimlerin ve siyasi polemiklerin ötesinde tutarak ve hem göçmenlerin hem de Türk halkının kafasını karıştırmadan, huzursuz etmeden yapıcı ve şeffaf tartışmalar ışığında makul bir çözüm üretilmesi gerekmektedir. Türkiye göçmenlerine “vatandaşlıkla eşit bir statü” dahil olmak üzere her hangi bir makul çözüm bulmalıdır ki aksi takdirde 5 milyon civarındaki mültecinin sosyal ve hukuki entegrasyonu Türkiye’nin önündeki en temel sorun olarak karşısında duracaktır.

Lakin orta gelirli bir ülke olan Türkiye’nin kısa bir süre içerisinde dünyanın en çok mültecisini çeken ülke haline gelmesi nihayetinde bunun gerekleri olan politikaları/önlemleri hızla ve rasyonellikle yerine getirmemesi  durumunda toplumda büyük endişe ve dip  gerilim ve tepkiselliklere ortam hazırlayacağı ortadadır.

Göçmenler arasında ayrımcılık çözüm politikalarını baltalar!

Türkiye göçmenler için sosyal, ekonomik ve hukuki entegrasyon politikaları  geliştirerek toplumsal mutabakatın temellerini eğitim sisteminde yapacağı programlar üzerinden sağlamalıdır. Mülteci statüsü vermeden, ayrımcı bir vatandaşlık hakkı da (Birtek Suriyelilere yahut Suriyelilerin bir kısmına vatandaşlık verilmesi) çözüm olmayacaktır.

Türkiye’deki göçmenler için çağdaş ve disiplinli bir eğitim olmazsa umutda yoktur. Temel ve mesleki eğitim başta olmak üzere yetersiz/kalitesiz eğitim, yıllardır Türkiye’de yaşayan göçmenlerin işsizlik, entegrasyon krizi ile de yakın ilişki içindedir. Kötü ve ulaşılmaz eğitim koşulları ve genç nüfusta yüksek işsizlik oranının yarattığı bu olumsuz ortam yüzünden milyonlarca göçmen adeta Türkiye’de arafta kalmış durumdadır.

Türkiye göçmenlerin eğitim ve işsizlik meselesine kalkınma meselesi olarak değil siyasi ya da güvenlikle ilgili bir konu olarak yaklaşmalıdır daha çok. Kendi vatandaşlarına dahi kalite standartizasyonu olan bir eğitim sunmada sorunları bulunan Türkiye’nin çok boyutlu bir çabayla öncelikle sanal sınıf projeleri başlatarak göçmen genç ve çocuklara eğitim hizmeti sunması beklenmelidir.

Türkiye’nin önünde tarihi fırsat var!

Türkiye’de hali hazırdaki özel derse olan bağımlılığı azaltma amacı taşıyan web tabanlı girişimciler desteklenerek göçmenlere kitle kaynaklı eğitim videoları sunmaları sağlanabilir. Türk eğitim müfredatı merkezli, göçmenlerin ülkelerinin müfredatlarına da uygun olarak hazırlanacak sanal sınıf uygulamaları ve eğitim videolarıyla, Türkiye’de okula gidemeyen mülteci gençlerinin/öğrencilerin en az yarısına 5 ay içerisinde eğitim hizmeti vermek başarılabilir.

Türkiye mülteci çocuk ve gençlerin dramına duyarlı ülkelerin katkısıyla dünyanın en büyük mülteci eğitim fonunu kurarak, dünyada bu alanda gerekli hizmeti alamayan mülteci çocuklar için çok stratejik bir adım atabilir.  Bu fonla binlerce mülteci öğrenciye burs verilmesi de sağlanabilir. Türkiye mülteci çocuk ve gençler için dünyada yapılan çabaların sistemli ve kurumsal olmasını da böylece sağlayabilir.

Çünkü mülteci gençlerin eğitim sorunu, en az terör yanlısı gruplarla mücadele kadar tüm dünyanın gündeminde yer almayı hak edecek bir güncelliğe sahiptir. Tüm ülkeler bu konuyu küresel güvenlik meselesi olarak ele alınmaya çoktan hazırdır. Mülteci gençler makineli tüfeklerle değil, kalemlerle silahlandırılmalıdır. Türkiye bunun öncülüğünü ve sahipliğini yapmaya herkesten daha ehil ve layıktır.

Göçmenlerin gettolaşma ve radikkaleşme riski gözardı edilmemeli!

Türkiye’de mültecilerin takribi ¼’ü çocuktur ve ancak yarısından biraz fazlası okula gidebilmektedir. Türkiye ivedilikle okullaşma oranını arttırmak hem de okullardaki sorunları çözmek zorundadır.

8 yıldır devam eden savaşın ve istikrarsızlığın ne zaman biteceği belli olmayan Suriye’den gelen göçmenlerin büyük bölümü çocukluktan yetişkinliğe Türkiye’de geçmiş ve önümüzdeki yıllarda da değişik ülkelerden yüz binlerce göçmen çocuk ülkemize gelerek çocukluktan yetişkinliğe Türkiye’de geçecektir. İşte bu yüzden milyonu aşkın göçmen çocuğun hangi vasıf ve becerilerle yetişkinliğe adım atacağı Türkiye’nin geleceği açısından stratejik bir önem taşımaktadır.

Bu alandaki yanlış ve eksik politikalar Türkiye’deki sosyal hayatın istikrarsızlığını artıracak, göçmenlerin gettolaşma ve hatta radikalleşme yüksek riskini önü alınamaz oranlara taşıyacaktır.

Göçmenler için eğitim bürokrasisi basitleştirilmelidir

Göçmenlerin büyük bölümünü oluşturan Suriyeliler halihazırda Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı okul ve eğitim merkezlerinde Arapça olarak Geçici Suriye Hükümeti Milli Eğitim Bakanlığı ve MEB tarafından düzenlenmiş müfredat/ders programlarıyla eğitim alıyorlar.

Göçmenlerin okula kaydolabilmeleri için MEB öğrencilerden kendi ülkelerindeki eğitim belgelerini, belgeleri yoksa da sınava girmelerini istiyor. Göçmen öğrenciler “YÖS” sınavlarında başarılı oldukları takdirde Türkiye’de üniversite eğitimlerine de devam edebiliyorlar.

Göçmenlerin yaşadığı en önemli sorun başlıkları eğitime erişilebilirlik,  kalitesiz eğitim ve okul geçişlerinde yaşanan problemlerdir. Bir çok göçmen veli ise kız çocuklarının eğitimine yahut karma eğitime (kız-erkek öğrenci aynı sınıfta okumasına) karşı yaklaşımlara sahiptir. Ve yine göçmen öğrencilerin önemli bir kısmıda ailesinin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır.

Kaldı ki göçmen öğrenciler ve veliler Türkiye’deki eğitim olanaklarından yeterince haberdar da değildir. Göçmen öğrencilere yönelik rehberlik hizmetleri ve Türkçe dil eğitimi yetersiz olduğu gibi öğretmenlerin niteliği ve eğitim araç-gereçlerinin temininde de ciddi sıkıntılar bulunmaktadır.

Göçmen öğrencilere dönük mesleki eğitim okulları açılmalı!

Göçmen öğrencilerin Türk öğrencilerle iletişime geçip dil becerilerini geliştirme ve sosyal entegrasyonu gerçekleştirme imkanları yetersizdir ve rehabilitasyon politikalaları planlanamamıştır. Göçmen gençlere dönük mesleki eğitim okulları açmak çok önemli bir adım olacaktır. Göçmenlerin ailelerine ek gelir sağlanmış ve hem Türkiye’de hem de kendi ülkelerinde kullanabilecekleri bir vasıf kazanmış olacaklardır.

Göçmenlerin eğitimi ve istihdamıyla ilgili tüm sorunlar ilgili STK’ların, GEM’lerin, bakanlıkların ve belediyelerin “Göçmen Bakanlığı” yetki ve sorumluluğunda koordineli çalışmalarıyladaha kolay ve verimle çözülebilir. Göçmen öğrencilerin okula devamını artırmak için ücretsiz okul yemeği, ücretsiz ulaşım ve ücretsiz okul üniforması verilebilir. Eğitimden uzun süredir mahrum kalmış yahut okula devam etmek istemeyen öğrenciler için meslek kursları açılabilir.

Göçmenlerin eğitim düzeyini ve mesleki formasyonunu pekiştirmek için göçmenlerin okudukları okullardaki öğretmen maaşları iyileştirilebilir. Savaş, şiddet ve yakınlarını kaybetme gibi travmatik süreçler yaşayan göçmen çocukların yaşadığı psiko-sosyal sorunlar nedeniyle bu okullardaki rehber öğretmen sıyısı ve niteliği muhakkak artırılmalıdır. Bu hususta Türkiye UNICEF’ten maddi destek alabilir. Ve en önemli hususlardan birisi de bazı yan dersler programdan çıkarılarak Türkçe ders saatleri artırılabilir.

Türkiye dünyadaki tüm mülteciler için örnek bir perspektif sağlayabilir!

Göçmen çocukların eğitim için kamu ve sivil toplum olarak takdire şayan çabalar gösteren Türkiye’de 5 milyonluk göçmen nüfusun en önemli problemi halen  eğitim meselesidir.

Ve yine ön önemli hususlardan birisi de Türkçe derslerinin tecrübeli ve liyakatli öğretmenler tarafından verilmesi sağlanmalıdır.  Türkçe ders kitapları ve temel bilim ekipmanları da tamamen ücretsiz hale getirilmeli, göçmen çocukların oryantasyon ve motivasyon eksikliği giderilmeye çalışılmalıdır.

Göçmenlerin devam ettiği okullarda özellikle nitelikli okullar arasında kardeş okul projeleri başlatılıp entegrasyona farklı boyutlar kazandırılabilir. Ücretsiz YÖS kursları açılabilir.

Göçmen öğrencilerin devam ettiği okullarındaki öğretmen ve idarecilere mülteci eğitimiyle ilgili eğitim kesinlikle verilmelidir. Göçmen öğrencilerin okuldaki ve mahalledeki görünürlüğünü ve itibarını artıracak model uygulamalar planlanmalıdır. Bu sorunlar ertelenmeden ve ötelenmeden bilim ve aklın ışığında vizyoner bir bakış açısıyla atılacak cesur ve vicdanlı adımlarla insanlık adına iyi örnekler oluşturarak  Türkiye dünyadaki tüm mültecilerin eğitimi için de müthiş bir perspektif sağlayabilir.

Eğitimde çok büyük çaplı sistem devrimine bugün daha fazla ihtiyaç var!

Tüm bu veriler ışığında bir kez daha söylemeliyim ki Türkiye eğitimde büyük çaplı bir sistem devrimini başlatmalıdır. Çünkü Türk eğitim sisteminde var olan eşitsizlik, kalitesizlik artmaya devam ettiği takdirde toplumdaki çatışma, ötekileşme ve kamplaşma oranı bundan kat kat daha fazla artacaktır. Yani sadece belli bir kesim için ve bir tek dini eğitim alanında ve yine sadece niceliksel olarak bir şeyler yapmak yeterli olmadığı gibi sistem anarşisinin ve güvensizliğin artmasına neden olur. Türkiye herkes için, her alanda ve büyük çaplı bir eğitim devrimi başlatmalıdır.


Dünya genelinde eğitim sistemleri krizde. Lakin Türkiye’deki kriz çok boyutlu ve tehlikeli bir vehamet arzetmektedir. Şu anda göçmenler dahil milyondan fazla çocuk okula gidemiyor ve en az milyondan fazlası da okula gittiği halde bir şey öğrenemiyor. Türkiye sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri kapsamında eğitim şurası yaparak, 2023 yılına kadar “bütün kız ve erkek çocuklarının ücretsiz, hakkaniyetli ve kaliteli zorunlu eğitimlerini (12 yıl) tamamlamalarını ve böylece ilgili ve etkili öğrenme sonuçlarının elde edilmesini” hedef koymalıdır.

Türkiye büyük eğitim şurasında, bilgi ve teknoloji ağırlıklı bir ekonomi hedefi doğrultusunda kaliteli bir eğitim sistemi hedefi ile neyi amaçladığını tüm eğitim bileşenlerinetanımlamalıdır. Türkiye’deki çocuklar bilgili, birikimli, donanımlı ve geleceğin işlerine uygun eğitim alabilmeleri için bugün neleri öğrenmeleri gerekiyor. Nasıl bir eğitim müfredatı almaları gerekiyor ve bunu sağlayacak sistemleri kuracak eğitim bürosrasisi ve eğitim politikacıları iş başına gelebilecek mi? Bir örnekle; ısrarla devam ettirilen taşımalı eğitim sistemi kırsal nüfusu, kırsal kalkınmayı ve tarımsal üretimi olmusuz etkilemeye devam etmektedir ve biran önce bu durumun rehabilite edilmesine ihtiyaç vardır.

Özel eğitim sektörünü ciddi şekillerde destekleyen Türkiye’de özellikle son yıllarda en yoksul bölgelerde eğitim finansmanındaki gerileme (yoksul semtlerde öğrenci sayısı fazla, okulun temel giderleri ısınma/boya/tamirat vs. yeterince karşılanmıyor, fiziksel altyapı  ve öğretmen yetersiz…) sarsıcı boyutta. Türkiye en yoksul ve savunmasız durumdaki çocuk ve gençlerin devam ettiği yoksul semtlerdeki devlet okullarının eğitim finansmanından kesintiye giderek, özel okul ve kolejlere eğitim finansmanı aktarmayı bırakmalıdır.

Veliler özel okul ve kolejlerin kucağına itiliyor!

Türk siyasetçileri, bir yandan ülke genelinde bir ‘inovasyon ve yetenek açığı’ndan yakınırken, diğer yandan da devlet okullarına yardım bütçelerinin küçüldüğünden bahsetmeyerek aslında en temel bir eleştiriyi savuşturmaya devam etmektedir.

Türkiye, bilimsel, çağdaş, inovatif ve nitelikli eğitim sistemine yeterince yatırım yapmadığı için; eğitimin çocuklarının geleceği açısından hayati önem taşıdığının farkında olan anne-babalar kontrolsuz bir şekilde açılan ve kâr amacı güden kalitesiz özel okul ve kolejlerin kucağına itilmeye devam edilmektedir. Türkiye’deki eğitim sistem anarşisi  ve izlenen sert neoliberal politikalar sayesinde veliler özel okul/kolej ile kaliteli öğrenme arasında güçlü bir ilişki olduğuna inandırılmışlardır. Paran kadar eğitim, paran kadar kaliteli okul anlayışı toplumun kanaati haline gelmiştir.

Türkiye eğitime çok geç başlıyor!

Halbuki veliler ve öğrenciler bunun yerine, eğitimde daha yüksek verimlilik, inovasyon ve fen, teknoloji, yazılım, yapay zeka, kodlama, matematik liseleri,  mühendislik, dijital, mesleki eğitim seçenekleri çevresinde şekillenmeliydi. Bunlara gerçekten ve acilen ihtiyaç var. Ama bütün bunlar için öğrenmeye daha erken yaşta başlamamız, öğretmenlere ciddi yatırım yapmamız ve milli eğitimi deneme tahtası olmaktan kurtaracak politika düzeltmeleri ve kestirme çözümleri bilen vizyonel, tecrübeli ve liyakatli bir eğitim yöneticisi ekibine ihtiyacımız var.

Türkiye eğitime çok geç başlıyor.

Büyük hedef ve iddiaların Türkiyesi çocuklarını ilkokula başlamadan çok çok önce, daha doğar doğmaz eğitime başlatmalıdır. En azından üstün yetenekli ve üstün zekalı çocukların eğitimine daha erken başlamakla işe başlamalıdır Türkiye. Çocukların beyin gelişimi üç yaşına kadar yüzde 80 oranında tamamlanıyor. Eğitime erken ve iyi başlamanın beyin biliminden pedagojiye birçok kanıtı bulunmaktadır. Türkiye üstün zekalı ve üstün yetenekli bu çocuklara nasıl kaliteli ilgi ve destek sağlanacağı konusunu başarmalıdır. Ayrıca erken eğitim vasıtasıyla Türkiye (ilkokul öncesi eğitim) çocuklara daha fazla sosyal, bilişsel ve duygusal gelişim fırsatı sunarak, yeni dünyanın ehliyet ve vasıflarına daha kolay adapte olmalarını sağlamış olacaktır.

Kaliteli eğitimin temel unsuru kaliteli öğretmendir!

Kaliteli eğitimin temel unsuru kaliteli öğretmenlerdir.  Dünyada öğretmenlerini yenilik yapma, hem öğrencilerin hem de ülkenin ihtiyaçlarına adapte olmaları konusunda  özgürlükçü bir şekilde destekleyen ülkelerde muhteşem kalitede başarılar yakalanıyor. Türkiye öğretmen yetiştirme politikalarından öğretmenlerin görevde yükselme/terfileri, ödüllendirme ve ücretlendirilmelerine kadar ciddi bir revizyona gitmesi gerekiyor. Türkiye’nin hem alanlarında uzman, hem rol model kişilikli, hami, rehber ve danışman öğretmenleri istihdama ihtiyacı vardır.

Türkiye’de öğretmenlerin iş kaybı oldukça yüksektir.

Türk eğitim sistemi doğru becerilere sahip öğretmenleri yetiştirme, işe alma ve görevde yükseltmekte zorlanan bir yapıya sahiptir. Türkiye’yi yeni dünyanın gerektirdiği boyutta bir değişime hazırlamak ancak öğretmenler sayesinde ve okullarda mümkündür. Kopyeci eğitim uygulamalarıyla ve tercüme odasından çıkmayan reformcularla, küçük çaplı inovasyonlarla bu mümkün değildir. Türkiye öğretmenlerinin iyi eğitimli olduğu ve yüksek maaş aldığı, güçlü, çağdaş, bilimsel ve demokratik ulusal eğitim sistemi oluşturmaya öncelik vererek, nitelikten önce niceliğe finansal yatırım yapan bir eğitim sistem devrimi başlatmalıdır.

Günümüz dünyasında bireyler, toplumlar ve ülkeler güçlü bir istikbal adına fark yaratmak, sıçrama yapmak için en proaktif belirleyici olan eğitime bel bağlıyor. Nitelikli eğitimin bireysel, toplumsal ve ülke olarakta istikrar açısından da ciddi sonuçları var…

Türkiye beyin göçü ve beyin erozyonu sorunuyla yüzleşmelidir!

Türk beyin göçünün tek suçlusu rejim yahut eğitim sistemi değildir. Türkiye izlediği vahşi neoliberal politikalar nedeniyle insanlarını para odaklı, aydınlarını ilkesiz, toplumunu da ahlak ve erdemi baskılayıp ezmeye çalışan avantacı ve torpilci bir rol modelliğe sürüklemeye devam etemektedir. Türkiye’nin yüzleşmesi ve çözmesi gereken sorun budur.

Türk beyin erozyonunun nedenlerini Türk toplum yapısınıdan kaynaklanan sosyal baskı ve hastalıklarda, topluma enjekte edilen selefi dini öğretilerde, adil ve eşitlikçi fırsatlar sunmayan ekonomik düzende ve diğer taraftan da Batıya yönelik özgürlük ve refahla eşgüdümlü cezbedici algılarda da aramak gerekiyor.

Beyin göçünün en önemli nedeni olarak genellikle siyasî faktörler üzerinde yoğunlaşan akademisyenlere göre, ilim-irfan ehline baskı uygulayan ve bu kesime karşı nefret besleyen siyasi iktidarlar, aydınları, ilim adamlarını, düşünürleri ve akademisyenleri sindirerek bu kişilerin kendi istekleriyle göç etmelerini sağlamaya çalışıyor.

Türkiye’de bilimsel düşünce aşağılanıyor!

Örneğin Türkiye’nin en büyük cemaatlerinden birisinin lideri televizyonlara çıkıp İsviçre’nin Cern kentindeki insanlığın en büyük bilimsel araştırmasını aşağılayıp/dalga geçiyor. Türk toplumuna bilimsel düşünceyi, aklını kullanmayı adeta kötü/günah/boş iş gibi gösteren bu dip algı operasyonuna ne bir devlet yetkilisi ne de bir bilim insanı karşı çıkıp eleştirmiyor, eleştiremiyor.

Türkiye’deki rejim ve insanlarımızı ilkel milliyetçilik / din ve hibrit ideolojiler üzerinden dönüştüren toplum mühendisleri ülkemizi geliştirecek, muasır medeniyet düzeyinin üzerine sıçratacak evsaftaki âkil insanları güvensiz ve huzursuz ederek Batılı ülkelere gitme kararını bizzat kendilerinin almalarını sağlıyor.

Türk aklının dışarıya göç etmesine sebep olan en başat etmenlerden birisi de aydınların aydınlara uyguladığı baskıdır. Türk beyin göçü olgusundan nefret ve esefle bahseden aydınlar/akademisyenler/işadamları/sanatçıların çoğu bu sorunun tırmanmasında bizzat etkin faktör olup nice yetenekli ve istikbal vaadeden insanımızın yurtdışına gitmesine/kaçmasına neden olmaktadır.

Türkiye’deki sosyal, siyasal ve ekonomik çevrenin, kendini akil insanlara dayatan sağlıksız yapısı rehabilite edilmelidir. Çünkü yurtdışına kaçan/giden bireyin yaşadığı sorun ve endişelerini davranış biçimine dönüştürme, tepkiselleştirme tarzı tamamen bu dayatmaların gücü ve keyfiyetine bağlı olmaktadır.

Bu itibarla genel toplum yapımız sosyolojik olarak hâlâ köylülüğe dayanmaktadır. Siyasî yapımız otoriter, toplumsal yapımızda baskıcıdır. Bu realitenin gereği olarakta bireyin/aydının toplumun/ülkenin çıkarını feda etip kendi çıkarına/çıkar ortaklarına sığınması/kaçması da oldukça reeldir.

Aydınlarımız / Akademisyenlerimizde yasakçı!

Bugün Türkiye’de aydınların/akademisyenlerin yönettiği bir çok STK veya platform Batılı finansörlerin katkı ve telkinleriyle yürütülüyor. Bu STK ve platformlarda çoğu aydın ve düşünür yer bulamamaktadır. Bu STK ve platformları tekellerinde tutan, kendi yandaşları ve yazarlarını istihdam eden, her STK ve platform kesiminin diğerine yasak koyduğu bir Türk aydını/düşünürü manzarası artarak devam ediyor Türkiye’de.

Türkiye’de böyle bir çok STK ve platform var fakat amaç, halkın gerçek gündemini ilgilendirmeyen, milletin kalkınmasına, aydınlanmasına katkısı olmayan bir takım suni ve özel gündemler üzerinden karşı görüşe galip gelmek ve kendi görüşlerini yaymak olagelmiştir.

Türk aydınlarının STK ve platformlarda bu vazifeleri sorgusuzca ve büyük bir iştahla kabul etmesinin sebeplerinin beyin göçünün evrim süreciylede oldukça mühim ilişkisi bulunmaktadır.

Türkiye’de öteki görüşün engellenmesi ayıbı olağan görüldüğü gibi televizyonlarda da kimi görüştekilerini engelleyen, otorite dışında görüştekileri kabul etmeyen, hatta aynı görüşte olup farklı eğilimden olan birisi konuk edilse dahi söylemek istediği şeyi tam olarak söylemesini önlemek için sözleri sunucu tarafından yahut diğer katılımcı tarafından defalarca kesilen durumlara sıkça tanık olmaktayız.

Aydınlar / Akademisyenler baskıya ve ötekileştirmeye alet olmamalıdır!

Şüphesiz karşıt fikirleri sindirme ve farklı bakış açılarını baskılama şeklindeki toplumsal alt kültür ve siyasi politikalar aydın beyinlerin göçetmesini etkileyen en temel nedenlerden birisidir. Bu minvalde toplumda palazlanan kin ve nefret tohumları ciddi dip/iç tartışma ve çatışmalara neden olmakta ve ülke genelinde hemen her alanda çirkin ve rezil bir siyasetin yaygınlaşmasını tetiklemektedir.

Türk aydınları/akademisyenleri bu baskıcı ve ötekileştirici siyasete, finansörlü vazifelere alet olmamalıdır. Demokrasi, özgürlük, insan hakları, çağdaşlık, çoğulculuk konularında hamasetle nutuk atan aydınlarımız/akademisyenlerimiz kendi meslektaşlarına karşı teoride destekledikleri davranış biçimini pratiktede göstermekten imtina etmemelidir.

Davranış bozukluklarının kökeni ilkesiz / oportünist eğitim sistemidir!

Türk aydınının/akademisyeninin bu şekillerde tezahür eden davranış bozukluklarının köklerini, ilkesiz/ oportünist eğitim sisteminde/şeklinde aramak gerekiyor. Zira Türk eğitim sistemi ve akademiyası şahsî çıkarlar için ilkeleri feda etmeyi uygulamalı olarak öğretmektedir.

Türk milletinin zararı pahasına kendini otoriter rejime yahut Batılı güçlere satmaya hazır aydın tipini yetiştiren kesinlikle mevcut Türk eğitim sistemi ve Türk akademiyasıdır. Birkaç kuruş karşılığında milletine ihanet etmeye, aşağılamaya hazır aydınlar yetiştiren sistemle, toplumsal yapıyla ve ekonomik düzenle daha ne kadar devam edilebilir.

Türkiye’de topluma dayatılan GDO’lu din eğitimi / her türlü ilkel ideolojik propagandalar başta olmak üzere, aydın ve akademik görünümlü bir çok STK’nın faaliyetleri, politikaları ve araştırmaları büyük oranda Batılılara / emperyalizmin çıkarlarına hizmete yöneliktir. Aydın ve akademik görünümlü bir çok STK ve platformun çağu çalışmaları, Batılıların siyasi plan ve proje oluşturmak için istifade ettikleri bilgi notlarıdır aslında.

Aydınlar / Akademisyenler batının çıkarlarına alet olmamalı!

Çünkü Türk toplumu Batılı araştırmacı, aydın ve akademisyenlere şüpheyle yaklaşıyor onlarla işbirliği yapmaktan çekiniyor. Dolayısıyla Türk toplumu hakkında reel veri toplayamayan Batı, devşirdiği/para verdiği Türk aydın/araştırmacı/akademisyenler maharetiyle bunu sağlıyor.

İslamlaşma adı altında yapılan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve eğitsel bir çok reform ve sistemik devrim toplumu dönüştürerek/evrilterek emperyalizm için daha çok kullanışlı hale getiriyor.

Ne yazık ki Türk aydınlar-akademisyenler, ilim-bilim adamları bu duruma ya ses çıkarmayarak yahut destekleyerek emperyalizme gönüllü olarak hizmet ediyor. Klasik emperyalizm, ekonomik emperyalizm ve kültür emperyalizmi kıskacındaki Türk toplumuna hibrit bir Batılı eğitim vererek onu Batıya hayran, ülkesini ve halkını hor gören bir kıvama getiriyor. Emperyalizm Türk aydınları, yazar, araştırmacı ve akademisyenleri bu gayeyi gerçekleştirmek için araç olarak kullanıyor. Özellikle İslami hareketler ile ırkçı/milliyetçi – bölücü hareketler/oluşumlar hakkında yapılan araştırmalar Batının izleyeceği politikaları netleştirmesinin kaynağını oluşturuyor.


Sonuç olarak, makam/mevki/para ve menfaat için halkın çıkarlarını görmezden gelen ilkesiz aydınlar/akademisyenler/yazarlar/gazeteciler gerçek halkçı aydınları baskı altına alıp ezmeye çalışarak beyin göçünün artmasında önemli rol oynamaktadır. Sermayenin ve çeşitli istihbarat örgütlerinin muteberi aydınlar / akademisyenler / gazeteciler / yazarlar Türk aklının göçünün en stratejik müsebbibi olmaya devam etmektedirler.

Beyin göçü: Kıymetli beyinler Türkiye’yi terk ediyor


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.