Araştırmalar gösteriyor ki, çok dilli veya çift dilli büyüyen çocuklar ileriki yaşamlarında yabancı dil öğreniminde daha hızlı ilerliyorlar.
Yakın zamanda okuma şansı bulduğum Hans Bickes ve Ute Pauli tarafından hazırlanmış “Birinci(l) ve ikinci(l) dil öğrenimi” adlı kitabını okudum. Yazımı, bu kitabın ana konusu ekseninde kaleme almak istedim.
Öncelikle kitapta konu edilen dil öğrenimi ile ilgili terminolojiye değinmek kanımca faydalı olacaktır. Adı geçen eserde, insan ömrünün ilk 3 yılının içerisinde öğrenilmiş olan dillerin her biri için (birden fazla olabilir) birincil dil (kısaltması L1) kavramı kullanılırken, ilk üç senenin ardından herhangi bir dönemde öğrenilmiş olan diller için ikincil dil (kısaltması L2) kavramı kullanılmıştır.
Buradaki “L” harfi İngilizce’deki “language” kelimesinden gelse de biz onu lisanın “L”si olarak görebiliriz. Atlanmaması gereken bir başka ayrıntı da, ikincil dil öğreniminde L1’in yani birincil dilin temel lisan, L2’in yani ikincil dilin de hedef lisan olmasıdır.
Çok dilli olmak
Temel olarak, L1’in (genelde anadili olarak ifade edilir) yanı sıra başka bir lisana daha vâkıf olan kişiler çok dilli olarak addedilmektedirler. Eğer yaşamın ilk 3 yılında birden çok lisanın öğrenimi birlikte gerçekleşmişse, o durumda çoklu birincil lisan öğrenimi mevzubahistir. Bu lisanların sayısı 2 olduğunda buna çift birincil lisan öğrenimi denilmektedir.
Doğumdan itibaren çift dilli yetişmiş çocukların tek dilli yetişmiş olanlarla aralarında yapılan mukayaseli karşılaştırmalarda henüz sağlıklı verilere ulaşma imkanı bulunamamıştır. Çift dillilik ile zeka arasında bir bağlantı kurmanın zorluğu çok boyutludur. Öncelikle bu iki kavram girift yapılardan oluşur. Ayrıca sadece kendi aralarında etkileşen değil aynı zamanda dış etkenlere bağlı değişkenler içerirler. Ancak kabul edilen genel görüş, erken çocukluk döneminde çok dilli yetişmenin herhangi bir zihinsel dezavantaja yol açmadığıdır. ***
Ülkemizde çok dillilik potansiyeli
Kitabın aktardığı temel bilgilerden sonra, çok dilliliğin hangi şartlarda mümkün olabileceği konusuna değinelim. Bunu yaparken de, bir toplumdaki azınlıkların çocuklarını temel alalım. Anababadan herhangi biri, çocuğun doğup büyüdüğü ülkenin resmî dilini birincil dil olarak öğrenmemiş ise bu durumda o çocuk adına çok dillilik için bir fırsat doğmuş demektir.
Yani, farklı bir birincil lisana sahip ebeveyn çocuğun yaşamının ilk 3 yılında salt kendi birincil lisanını konuşması durumunda çocuk, çift birincil lisan öğrenimi yaşamış olacaktır. Binaenaleyh, burada elzem olan birkaç temel şart vardır. Bunları misal vererek izah edelim.
Örneğin, Almanya’da yabancı kökenli insanların çocukları ile iletişimlerinde kendi anadillerini kullanmaları tavsiye edilmektedir. Yani, bir Alman bir yabancı ile evli ise, Alman velinin çocuk ile Almanca, diğer velinin ise kendi anadilinde iletişim kurması tavsiye edilmektedir. Burada kullanılan dilin mutlak surette anadili seviyesinde konuşanlar tarafından konuşulması gerekmektedir. Aynı sebeptendir ki, Almanya’da anadili Almanca olmayan velinin çocuk ile bebeklik ve erken çocuklukta Almanca konuşması doğru bulunmamaktadır.
Bir diğer husus da, çocuğa karşı kullanılan dilin tutarlılığıdır. Veli, hangi dil ile iletişim kurmaya başladı ise o dili ilk 3 sene içerisinde sürekli olarak muhafaza etmelidir. Zira, bu tutarlılık farkında olmadan çocuğun zihninde sağlıklı kod değiştirme (code switching)*** mekanizmasına temel teşkil etmektedir. Kesinlikle kaçınılması gereken nokta, dillerin birarada (1. cümle L1 ile, 2. cümle L2 ile) ve karışık şekilde (aynı tümcede L1 ve L2’den sözcükler birarada) kullanılmalarıdır.
Çift birincil dille yetişen çocukların öğrendiği kavramların o dillerden herhangi birinde dönemsel olarak daha fazla ağırlığa sahip olması doğaldır. Dolayısıyla, örneğin ikinci veli ile L2’de konuşan çocuğun aklına herhangi bir kavram için L1’deki kelime gelebilir ve bunu telaffuz edebilir. Burada önemli olan, bu tarz kullanımları doğru lisanın kelimesini öne çıkararak düzeltmektir.
Bu noktada mutlaka gerekli önlemler alınmalıdır. Aksi takdirde, konfor alanından kaynaklanan bu tarz karışık konuşmalar her iki dilin yalın kullanımını olumsuz etkileyecektir. Her ne kadar veliler, bu karışık lisanı idrak edecek durumda olsalar da, içinde yaşanılan toplum bireyleri bunu aynı doğallıkla karşılamayacaklardır.
Çok dilli büyümenin faydaları
Son olarak, çok dilli büyümenin iki faydasına değinip ülkemizin potansiyeline bir gönderme yapalım. Araştırmalar gösteriyor ki, çift dilli büyüyen çocuklar ileriki yaşamlarında yabancı dil öğreniminde daha hızlı ilerliyorlar. Diğer bir husus da, çift dilli büyüyen çocukların bağlantıda oldukları her iki toplum içerisinde de kendilerini rahat hissetmeleri ve dildeki hakimiyetlerine bağlı olarak her iki toplumla da empati yeteneklerinin yüksek olmasıdır.
Buradan hareketle Türkiye’deki etnik yapıları göz önüne getirirsek; aslında ülkemizde çift dilli çocuk yetiştirme için ne kadar önemli bir kaynak olduğunu görebiliriz. Kim bilir, belki de artık kimlik tartışmalarından ziyade çocuklarımızın doğumundan itibaren daha etkin, daha verimli yetişmeleri için dilsel anlamda neler yapılabileceğine dair kafa yorma vakti gelmiştir. Ne dersiniz?