“Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur” der Özdemir Asaf. Nitekim yazdığı onca şiir içinde onun da bir şiiri vardır. İşte edebiyatımızın en platonik şiirinin ilhamı olan Lavinia’nın hikayesi…
1960lar… İnsanları birbirine yakın yalnızlar haline getiren; televizyondan, telefondan, internetten uzak, sevginin katıksız ürünleriyle; sanatla, edebiyatla, şiirle iç içe yıllar… Gençler başta olmak üzere toplumun hemen her kesiminin, öngörülmüş bir özgürlük hayalini içselleştirmeye çalıştığı yıllar… Şiirin konusunun; yani aşkın, yani kavganın, yani ideallerin yılları… Bu yılların en güzel ürünlerinin görücüye çıktığı yerler ise edebiyat matineleri.
Başka bir Türkiye’nin eğlencesi: Edebiyat matineleri
Aslına bakılırsa edebiyat matineleri 60’lardan önce başlar. Bu matinelerde sanatçılar eserlerinden belli bölümler okur, şair olmak isteyen genç aşıklar ilham bulur, seyirciler dönemin önemli edebiyatçılarıyla tanışır, yeni çıkan eserler tanıtılır, bazıları ise bugünün deyimiyle yalnızca ‘piyasa yaparlarmış’. Bir süre sonra durum öyle bir hal almış ki, yalnızca Cağaloğlu’nun Halkevi Salonu değil, gazinolar, okullar, tiyatro ve sinema salonları dahi edebiyat matinelerine ev sahipliği yapmaya başlamış.
Makyaj kutusu ablalar ve nargile tiryakisi abilerin doldurduğu gece kulüplerinin değil; öyküleri ve şiirleri yaratıcılarının ağzından dinlemek, yeni eserlerden haberdar olmak, aşıklarla aynı havayı paylaşmak için, salonların taştığı bir Türkiye… Bir şairinin (Asaf Halet Çelebi) kendini sürekli sahneye çıkmaktan sirk hayvanı gibi hissettiği, bir diğerinin (Behçet Necatigil) “Yahu her gün sahnelere çıkıp iniyoruz, Müzeyyen Senar’ı bile geçtik” diye sitem ettiği bir Türkiye… Bugün dönüp baktığımızda ne ilginç bir Türkiye…
Pek tabii, matinelerin böyle rağbet görmesine en büyük katkıyı sağlayan kişi omzundan sırtına doğru atılmış uzun atkısı ve insanın en derinine işleyen anlam dolu bakışlarıyla Attila İlhan’mış. Şiirlerine büyük bir coşkuyla başlarmış Attila İlhan, seyircilerin alkışla tempo tutmasına karşılıksız kalamaz, Pia şiirini okurmuş: “…ellerini tutabilsem pia’nın, ölsem eksiksiz ölürdüm”. Kendi matinesini Belki Gelmem Gelemem şiiri ile noktalayan Attila İlhan’dan sonra ise sahneye genelde Özdemir Asaf çıkarmış, hatta eğer mümkünse en son sırada.
Asaf kalabalığı pek sevmese de, onsuz bir edebiyat matinesi zaten pek dolmazmış. Sahneye çağrıldıktan sonra mikrofonun tam önüne gelir, uzun uzadıya mikrofonu ayarlar, karşısındaki meraklı yüzleri süzer ve sonra şiirlerini okumaya başlarmış. Seyirci gözünde onu farklı ve özel kılan şeylerin başında, telaffuz edemediği ‘r’ harfleriyle hafif peltek üslubu gelirmiş. Kendine has tatlı ve saf bir hava katarmış bu ona. Tabii bir de hemen her matinede genel istek üzerine en son okuduğu şiiri: Lavinia…
“Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.”
Biraz mitolojik
Lavinia, Truva şehri düştükten sonra şehirden kaçanlara önderlik eden ve Hector’dan sonra şehrin en önemli kahramanı olarak bilinen Aenas’ın eşinin ismidir. Truva’dan sağ kurtulup kendilerine bir yurt arayanlarla birlikte Kaz Dağları’nın güneyindeki Altandros’a (Altınoluk) gelen Aeneas buradan gemiyle denize açılır, deniz onu ve diğer Truvalıları önce Kartaca’ya, oradan da orta İtalya kıyılarına götürür.
Roma mitolojisine göre İtalya’ya varan Aeneas, Tiber nehrinin yanında kolonisini kurar. Kral Latinus ile dost olur ve daha sonra Latinus’un kızı Lavinia ile evlenir. Aeneas, eşi Lavinia’ya olan aşkı nedeniyle Lavinium kentini kurar. Sonrasında Alba Longa adını alacak bu kentin nihayetinde Roma’nın temeli olduğu söylenir. Nitekim Roma’nın kurucusu olarak anılan Remus ve Romulus da Aeneas’ın soyundan gelir.
Peki Özdemir Asaf’ın adını gizlediği Lavinia kimdi?
Aslen Niğdeli eski bir vali olan Tahsin Bey’in kızı Mevhibe Meziyet Beyat, 2 Mayıs 1925’te İstanbul’da doğar. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra olgunlaşma enstitülerinde (kadınlara yönelik halk eğitim merkezleri gibi düşünülebilir) resim öğretmenliği yapar. Özdemir ile Mevhibe’nin tanışması ise, o dönemlerde Servet-i Fünun dergisinin yöneticiliğini yapan Oktay Akbal sayesinde olur. Mevhibe’nin öyle bir çekiciliği vardır ki, uzaktan akrabası olan Oktay Akbal dahi ona aşıktır, hatta o da öykülerinde ‘Hisya’ diye seslenir Mevhibe’ye. Özdemir ise, Mevhibe’nin bu vesileyle tanıştığı İlhan Berk, Cavit Yamaç, Naim Tirali gibi şairlerden biridir. Her gören aşıktır ona. Yalnızca Lavinia ve Hisya değildir yani Mevhibe, aynı zamanda köşe başında oturan mahalle delikanlılarının ‘Violetta‘sı, mimarlık öğrencilerinin ‘Gilda‘sı, bir başkasının ‘Marilyn‘idir.
Mevhibe Asaf’a bakmasa da, Asaf onun baktığı yöndedir.
Mevhibe’nin ne zaman haberi olmuştur bilinmez ama Asaf deliler gibi aşıktır ona. Alır onu, edebiyatımızın en platonik şiirinin ilhamı yapar, Lavinia yapar… Yıllar boyunca katıldığı tüm edebiyat matinelerini bu şiirle bitirir. Nesiller söylemediklerini bu şiire gizler, kendi Lavinialarına okur. Mevhibe ise üç evlilik yapar: önce gazeteci yazar İlhan Selçuk, sonrasında oyuncu Öztürk Serengil ve son evliliği fotoğraf sanatçısı ve kameraman Muhlis Hasa. Kısacası Lavinia hiç aşık olmamıştır Asaf’a, hatta ölümünden iki sene önce, Asaf’la ortak arkadaşları olan can dostu Melda Kaptana’nın oğlu Ahmet Koman’a gönderdiği mektupta, hayatının iki büyük aşkından birinin ressam hocası Edib Hakkı Köseoğlu, diğerinin de malumumuzca İlhan Selçuk olduğunu söyler.
Asaf’ın şiirlerinde seslendiği tek kadındır Lavinia. Ve rivayet odur ki bir gün sıradan bir edebiyat matinesinde Asaf sahneye çıkar, kendine has tavrıyla mikrofonu ayarladıktan sonra hep yaptığı gibi kafasını kaldırır ve seyircileri süzer. Fakat bu sefer Lavinia da seyirciler arasındadır. Şiirlerini okumaya başlar, sonra son şiire gelir. Her zamanki gibi salondan Lavinia istekleri yükselir. İsteklere karşılıksız kalmayan Asaf, herkesin önünde, her şeyden bihaber olan Lavinia’ya okumaya başlar şiirini…
“Sana gitme demeyeceğim…”
Ama hiçbir şeyi farkında olmayan Lavinia şiirin sonunu dinlemeden salondan ayrılmıştır bile:
“Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme, Lavinia”
•••
İşte bu yazı, şiir bitmeden salondan ayrılan tüm Lavinialara…
Bu yazı senin Lavinia‘na…
Ekstra:
Kendi sesinden dinlemek isteyenlere…