Unutulan devrimci Resneli Niyazi: 1908 Devrimi’nin Rehber Geyiği Gazal-ı Hürriyet

Sıfırdan kahramanlar yarattığımız, birbirimizi hainlikle suçladığımız, gerçek hainleri ise baş tacı yaptığımız şu günlerde -ki sanıyorum bu durum şu günlere özel değil- bu ülkenin yetiştirdiği gerçek bir kahramanın hikayesini hatırlamakta fayda var. Romantizmi ve idealizmi doruklarda yaşayan gerçek bir Türk devrimcinin unutulmaya yüz tutan hikayesi, Resneli Niyazi ve devrimin rehber geyiği gazal-ı hürriyet…

Unutulan Devrimcimiz Resneli Niyazi ve 1908 Devrimi'nin Rehber Geyiği Gazal-ı Hürriyet

1873 yılında, Manastır yakınındaki Resne kasabasında, bölgenin önde gelenlerinden Arnavut Abdullah Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelir Ahmet Niyazi.  Manastır Askeri İdadisini bitirip Mektebi Harbiye’ye yani İstanbul’a gider ama doğduğu toprağa duyduğu aşk hiç dinmez, aklı Balkanlardadır Resneli Niyazi’nin. Okulu bitirdikten sonra piyade teğmen olarak 3. Ordu’ya katıldığında, vatansever duygularla kavrulan henüz 24 yaşında bir gençtir Resneli.

Resneli saraya olan inancını yitiriyor

Bir sene sonra 1897’de Türk-Yunan Savaşı patlak verir. Bu savaşta bütün bir Yunan birliğini esir alan Resneli, II. Abdülhamit’in davetiyle ödüllendirilmek üzere İstanbul’a çağrılır. Fakat ödüllendirilecek kişi yalnız o değildir; bir saray paşasının 13 yaşındaki oğlu esirleri İstanbul sokaklarında, sanki başarı kendi eseriymişçesine dolaştırır. Düşmanına dahi olsa, yapılan bu muamelenin cezalandırılacağını düşünen Resneli, padişahın huzuruna çıktığında bu hadsiz çocuğun da ödüllendirildiğini görür ve saltanata olan inancını hepten yitirir.


Üsteğmenliğe terfi ettirilen Resneli’ye, padişah yaverliği de verilmek istenir. Ancak saray züppesi 13 yaşındaki bu çocuğa da aynı unvanın verildiğini gören Resneli, unvanı kabul etmeyip cepheye dönmek ister. Sarayın bekçiliğini yapmaktansa, bağımsızlık uğruna kendi toprağını kanıyla sulamayı tercih eder Resneli. Hele ki sarayın ne denli yozlaşmış olduğunu gördükten sonra.

Altta Fransızca: "Makedonya'da özgürlük bayrağını taşıyan Niyazi Bey"
Altta Fransızca: “Makedonya’da özgürlük bayrağını taşıyan Niyazi Bey”

Pek tabii, bu kahramanlık da cezasız kalmaz, Resneliye ambar memurluğu görevi verilir.1903 yılına kadar sahadan uzak bu göreve tahammül eden Resneli, daha sonra Balkanlar’da Sırp ve Bulgar çetelerine karşı gerilla savaşı yürütür. Buradaki başarıları nedeniyle rütbesi yüzbaşılığa (kolağasına) yükselir. Görevi isyan eden eski komşularını avlamak olan Resneli, bölgedeki tüm aydın ve vatansever askerler gibi ülkesinin içinde bulunduğu bu vahim durumu sorgulamakta, cevaplar aramaktadır. Bulduğu cevaplar ise onu kurtuluş için İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde aktif görev almaya yönlendirir.

Reval Görüşmeleri bardağı taşırıyor

9 Haziran 1908 tarihinde, Tallinn’de İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı Nikola’nın önderliğinde Reval Görüşmeleri yapılır. Masaya yatırılan konulardan bazıları da Balkanlar’ın demiryolları ve Makedonya’dır. II.Abdülhamid’in bu konferansa karşı olan pasif tutumu İttihat Terakki üyelerini harekete geçmeye iter. Bıçak kemiktedir. Farklı inançlardan bütün vatandaşlar, birlik olarak vatanlarına yabancıların el atmalarından muhafaza gayesiyle, şahsi ve siyasi hürriyetlerini dönemin idaresinin zorbalığından faydalanan yüksek rütbeli ve yüksek makam sahiplerini bir köşeye iterek Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti namı altında harekete geçer.

Reval Görüşmeleri'ne tepkisiz kalan II.Abdülhamid'i hicveden bir dergi kapağı
Reval Görüşmeleri’ne tepkisiz kalan II.Abdülhamid’i hicveden bir dergi kapağı

Baki; ya ölüm ya vatanın kurtuluşu

Kanuni Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesi için, insanlık için, özgürlük için, bağımsızlık için, vatanın bütünlüğü için 200 fedaiyle birlikte dağa çıkan Resneli, geride eşi Feride Hanım’a şu satırları bırakacaktır:

İki gözüm. Sana pek kıymetli bir yadigârım olmak üzere gönderdiğim şu veda mektubumu gayet soğukkanlılıkla sevine sevine oku! Ve okudukça sevincini ilan et! Sakın ağlama! Hatta hiç sıkılma! Beni Allah’a emanet et, bilakis iftihar et! Sen bahtiyarsın! Zira dünyanın en muhterem bir kadını sen olacaksın! Bunun için gayet serinkanlılıkla oku. Sakın hatırına başka bir şey getirme! Bildiğinden ziyade seni severim. Ve senin ismet ve namusunu düşünerek şu fedakârlığı göze aldım. Şu fani dünyada ölüme mahkûm olan insanların mukaddes vatanımızın uğradığı şu felakete herkes gibi seyirci olarak yaşamayı pek hakir gördüm. Bizi vatan besledi, büyüttü. Vatan olmasa biz de yokuz demektir. Gerçi seni çok severim. Fakat toprak ve vatanımızı dünyada her şeyden ziyade severim. Ne yarar, her bir şey yine onların varlığıyla kaimdir. Baki; ya ölüm ya vatanın kurtuluşu.”

Solda İttihat Terakki'nin önde gelenlerinden Enver Bey, sağda Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi
Solda İttihat Terakki’nin önde gelenlerinden Enver Bey, sağda Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi

İstibdat karşıtı mücadele başlıyor

Kansız devrim pek azdır, her devrimci ölmeyi ve öldürmeyi göze alınca çıkar yola. Resneli de, dağlarda süren mücadelede öldürür, belki her öldürdüğüyle kendinden bir parça da ölür. Resneli ve devrim fedaileri vardıkları her köyde halkı yanlarına alır ve istibdada karşı örgütlerler. Ohrili Eyüp Sabri ve İttihat Terakki’nin önde gelenlerinden Enver Bey de Resneli ile aynı safta devrim mücadelesi vermektedir. Karşı cephede ise, İstanbul’un Yıldız Burcunda oturan 32 yıllık padişah II. Abdülhamid günden güne artan yoğun baskıyı kökten çözmek ve ‘şer odağı’ olarak nitelendirdiği devrimcileri öldürmek için, eli kanlı Arnavutların bile karşısında titrediği meşhur Arnavut silahşör Şemsi Paşa’yı görevlendirir.

Arnavut Şemsi Paşa
Arnavut Şemsi Paşa

Şemsi Paşa yanına aldığı fedailerle Manastır’a varır. Resne’ye doğru yola çıkmakta olduğunun haberini saraya göndermek için telgrafhaneye gider. Fakat telgrafhaneden çıkarken İttihat Terakki fedailerinden Mülazım Atıf tarafından vurularak öldürülür. İstibdat yanlılarının en büyük ümidi olan Şemsi Paşa’nın öldürülmesi, devrimin başarısı adına büyük bir adım olur. Halk anlamıştır ki, bu hürriyet savaşçıları saltanatın en korkulan silahşorunu, silahına dahi davranamadan öldürebilecek kadar güçlüdür. Şemsi Paşa’yı deviren bu güç, istibdadı yıkmaya da muktedir olabilir.

resneli niyazi

“Bu gelişte bir hayrın, Tanrısal bir müjdenin işaretini görüyorduk”

Bu sırada devrimciler mücadelelerine devam etmektedir.  Baba Dağı’nın Pelister tepesinden geçerken devrimcilerin karşısına bir geyik çıkar. Bu geyik grubun en önünde yürümekte ve adeta geriden gelenlere zafere giden yolu göstermektedir.


Günlerdir dağlarda savaşmakta olan; uykudan ve yemekten bihaber kalmış devrim fedaileri, bir av hayvanı olan bu geyiği kesip yemek yerine onu ilahi bir rehber olarak kabul ederler ve yola o geyik sayesinde azimle devam ederler.

Resneli durumu anılarında şöyle açıklar: Herkes bu hayvanı okşuyor, seviyor, kutsallığına inanıyordu. Davranışındaki insana yakınlığıyla gönüllerimizi kendisine bağlayan bu sevimli yaratığı bize gönderen Tanrı’ya şükürler ediyor, bu gelişte bir hayrın, Tanrısal bir müjdenin işaretini görüyorduk.  Daima önde giden ve askerin önünde sıçrayan geyik, adeta bize kılavuzluk ediyor, bir içgüdüyle bizi amacımıza doğru koşturuyordu”.

Manastır’da devrimin top sesleri duyuluyor

Böyle bir kahramandır Resneli, devrim için dağa çıkmadan önce cephanelikten temin edeceği mühimmat için kışla kasasından aldığı 550 altını (hırsızlık olmasın diye) daha sonra devlete ödeyeceğine dair imzalı makbuz bırakır, ormanda karşısına çıkan geyiği kesip, fedailerle ziyafet çekmek yerine onu evcilleştirir rehber-i hürriyet yapar.

Böyle onurlu bir şekilde yürütülüp başarısız olan çokça mücadelemiz olsa da bu hikayemizin sonu Resneli ve hakiki vatanperverlerin zaferiyle sonuçlanır. Nitekim baskı baskıyı doğurmuş, zulüm zulümü yaratmış, kan kanı yıkamış, ‘bilge adam’ ise yanılmıştır. Ama yanılgısını kabul eder ve 23 Temmuz 1908’de Manastır’da Hürriyetin top sesleri duyulur.

Namık Kemal ve Midhat Paşa didar-ı hürriyeti (hürriyetin güzel yüzü) ayağa kaldırırken Enver Paşa ve Resneli Niyazi Bey esaret zincirlerini kırıyor.
Namık Kemal ve Midhat Paşa didar-ı hürriyeti (hürriyetin güzel yüzü) ayağa kaldırırken Enver Paşa ve Resneli Niyazi Bey esaret zincirlerini kırıyor.

Kendilerini siyaset istikametinde Mithat Paşa’nın, edebiyat sahasında Şinasi’nin, millet yolunda Namık Kemal’in çocukları olarak nitelendirenler zafere muvaffak olmuş, bu isimlerin mirası olan Meşrutiyeti yeniden ilan ettirmişlerdir.

1878 yılında II. Abdülhamid tarafından askıya alınan Meşrutiyet rejimi 30 yıl sonra 24 Temmuz 1908’de resmi olarak ilan edilince, Resneli de geyiğiyle ve omuz omuza çarpıştığı vatan fedaileriyle birlikte şehre iner. Artık o hürriyet kahramanıdır.

Geyik ise hürriyet coşkusu içindeki Ahmet Samim isimli genç bir gazeteci tarafından gazal-ı hürriyet olarak adlandırılır fakat halk bu hataya düşmez ve Niyazi Bey Geyiği olarak anar Rehber-i Hürriyeti. Çünkü gazal Arapça ceylan demektir.

Devrim kendi evlatlarını yiyor

Sonrasında iktidar değişir. Resneli’nin silah arkadaşları başa geçer. Fakat şüphesiz gelen gideni aratmaz. Avcıdan kurtulan memleket, kurdun pençesine düşer. Görücüye çıkan hürriyet geyiğinin sonu da İstanbul’da Letafet apartmanının havasız ve ışıksız bodrum katında biter. Nasıl öldü bilinmez ama tıpkı memleket gibi onun da parça parça edilip beylerin sofrasına ana yemek olduğu dilden dile dolaşır.


Ona gazal-ı hürriyet adını veren gazeteci Ahmet Samim de muhalifliği nedeniyle İttihat Terakki tarafından infaz edilir. Hürriyet kahramanımız Resneli Niyazi ise 1913’te, Arnavutluk’un Avlonya limanında bir kavganın ortasında kalıp (kesinliği bilinmemekle birlikte) İttihat Terakki’nin onu koruması için gönderilen fedailerin kurşunlarıyla yere yığılır. Kalabalık dağılır, kanlar içinde yerde yatmakta olan Hürriyet Kahramanı son nefesini verir. Kimi “Devrim önce kendi evlatlarını yer” der ardından, kimi ise “Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi”…

Oturanlar soldan sağa Eyüp Sabri, Resneli Niyazi ve Enver Bey. Sağ üst köşede Fransızca: "Vatanın Kurtarıcıları"
Oturanlar soldan sağa Eyüp Sabri, Resneli Niyazi ve Enver Bey. Sağ üst köşede Fransızca: “Vatanın Kurtarıcıları”

Lozan: kimin için zafer, kimin için hezimet?


Burak Savaş
1997 yılının yağmurlu bir sonbahar sabahında İstanbul’da doğdum. Diyelim ki kendimi bildim bileli zamanımı okuyarak, izleyerek, dinleyerek, sorgulayarak, düşünerek, konuşarak ve hayal ederek geçirmekten keyif aldım. Ara sıra yazdım da, bazılarını tamamladım, bazılarını kimse görmesin istedim, bir köşeye sakladım. Güzel okullarda burslu okudum. Lisede edebiyat dergisi çıkardım, insanlara okuttum. Asiliği apolet gibi taşıdım, pes etmeye alışamadım. Cüretkâr hayalperestlere samimiyetle inandım. Sevdim, sevildim, sevgi üzerine çokça düşündüm. İyi ve kötüyle doğdum, iyiliği besledim, beslemekteyim. Senin gibi ben de bir yoldayım, yol yolculuğu belirlemekte, ben de bu yolda düzülmekteyim.