1921 yılının Temmuz ayında, Eskişehir-Kütahya savaşlarından galip çıkmış Yunan ordusu Ankara’ya doğru ilerlemekteydi. Bu esnada Büyük Millet Meclis’inde buna karşı alınabilecek önlemeler tartışılıyordu. Yapılan görüşmeler sonucunda Mustafa Kemal Paşa’ya “Başkomutan” sıfatıyla ordunun başına geçmesinin teklif edilmesi kararlaştırıldı.
Mustafa Kemal Paşa yapılan bu teklife karşılık olarak; Başkomutanlık yetkilerinin yanında yasama organının, yani meclisin, de yetkilerini kullanması gerektiğini ve görevi ancak bu şekilde kabul edebileceğini belirtti.
Elbette ki mecliste buna karşı sert muhalefetle karşılaştı. Bunun üzerine Gazi; bu göreve kendisinin talip olmadığını, aksine görevin kendisine teklif edildiğini haklı olarak ifade etti. Uzun süren tartışmaların ardından 5 Ağustos 1921 günü, Mustafa Kemal Paşa’ya üç aylık süre ile söz konusu yetkilerin verilmesi kabul edildi.
Geniş yetkileri kuşanan Mustafa Kemal Paşa, ilk iş olarak Tekalifi Milliye Emirleri’ni çıkarttı. Tekalif-i Milliye Emirleri, halkın savaşa topyekün iştirak etmesi anlamına geliyordu. On maddeden oluşan Tekalif-i Milliye Emirleri şunlardı:
- Her ilçede bir tane Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
- Halk, elinde bulunan silah ve cephaneyi 3 gün içerisinde orduya teslim edecek.
- Her ev birer çamaşır, birer çift çorap ve birer çift çarık hazırlayıp komisyonlara verecek.
- Karşılığı daha sonra ödenmek üzere, yiyecek ve giyecek maddelerinin %40’ına el konacak
- Karşılığı daha sonra ödenmek üzere, tüccarların elinde bulunan her türlü giyim eşyasının %40’ına el konacak.
- Her türlü makineli aracın %40’ına el konacak.
- Halkın elindeki tüm binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20’sine el konacak.
- Sahipsiz olan ve ordunun ihtiyaç duyduğu bütün mallara el konacak.
- Bütün demirci, dökümcü, terzi, marangoz ve nalbant gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
- Halkın elinde bulunan araçlar tarafından, ayda bir defa olmak üzere 100 km’lik mesafeye ücretsiz askeri ulaşım sağlanacak.
Tekalif-i Milliye Emirleri’nin çıkartılmasıyla birlikte ordunun eksikleri bir nebze olsun giderilmeye başlanmıştı. Bu esnada ilerleyişi sürmekte olan Yunan ordusunun Ankara’ya girmek üzere olduğu dedikodusu bütün Anadolu’yu sarmıştı. Yunan birlikleri Polatlı’ya yaklaşmış, top sesleri artık Ankara’daki meclisten bile duyulmaya başlamıştı.
Bunun üzerine meclisin daha güvenli bir yer olan Kayseri’ye taşınması düşünüldü. Bu teklifin kabul görmediği sıralarda, Yunan ordusu Ankara’ya doğru bir adım daha yaklaşıyordu. Artık savaş meydanının sıcaklığı, meclisteki mebuslarca da hissediliyordu.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, o günlerde askerlik sanatının ezberlerini bozacak ve Türk tarihinin akışını değiştirecek olan o sözlerini söyledi:
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunamaz.”
Bu sözler hem yeni bir askeri tekniği işaret ediyor hem de bütün gücüyle cephede direnmekte olan askere moral veriyordu.
Başkomutanından aldığı emirle, Türk ordusu yeni bir taktiği uygulamaya koymuştu. Artık asker, kaybettiği mevzinin hemen ardında yeniden mevzileniyor ve savaşmaya bu şekilde devam ediyordu. Böylelikle Yunan birlikleri ilerledikçe yıpranacak, yıprandıkça ilerleyemeyecekti. Savaş uzadıkça; yıpranan taraf Yunan tarafı, morallenen taraf ise Türk tarafı oluyordu.
Bir süre sonra iyice güçten düşen Yunan ordusu, Türk birlikleri karşısında bozguna uğradı. 23 Ağustos 1921-12 Eylül 1921 arası tam 22 gün 22 gece aralıksız süren kanlı savaş, Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı. Mustafa Kemal Paşa, bu savaşı “Sakarya Melhame-i Kübrası” yani “Kan Deryası” olarak adlandırdı. Yunan birlikleri, uğradıkları ağır mağlubiyetin ardından Sakarya Nehri’nin batısına çekildi ve terk ettikleri mevzilere Türk birlikleri yerleşti.
Zor kazanılan zaferin ardından Türk tarafında sorulan sorulardan bir tanesi de, ordunun neden taarruza devam edip Yunanları denize dökmediği ve savaşı sonlandırmadığı idi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti açısından bu sorunun cevabı gayet basitti. Ordu, canını dişine takarak kıl payı bir zafer elde etmiş ve taarruza devam edecek gücü kalmamıştı. Nihai taarruz için beklenmeli ve güç toplanmalıydı.
Büyük Taarruz
Böylece Sakarya Zaferi’nin ardından, Büyük Taarruz için bir yıllık hazırlık sürecine geçildi. Bu bir yıllık süreçte ordunun eksikleri tamamlandı ve mevcudu arttırıldı. Böylelikle neredeyse Yunan ordusuyla denk konuma gelinmişti. Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti, Büyük Taarruz için daha riskli olan fakat kesin sonuç alınabilecek bir plan seçti.
Sürekli üçer aylık sürelerle uzatılan ve Mustafa Kemal Paşa’ya geniş yetkiler veren Başkomutanlık Kanunu, Büyük Taarruz’a 6 gün kala yani 20 Ağustos 1922 günü süresiz olarak uzatıldı. 26 Ağustos sabahı Türk topçusunun atışlarıyla başlayan Büyük Taarruz, Türk ordusunun İzmir’e girişiyle son buldu. 9 Eylül’de Yunan askerleri Ege’nin serin sularıyla buluşmuş, Türk ulusu da Güzel İzmir’ine kavuşmuştu.
Sakarya Zaferi, her ne kadar sonuçları itibariyle Büyük Taarruz kadar önemli gözükmese de aslında Milli Mücadele’nin kaderini değiştiren zaferdir. Eğer Sakarya Meydan Muharebesi’nden Türk tarafı galip çıkmasaydı, Yunan birlikleri kısa süre içerisinde Ankara’ya girebilir ve Anadolu’nun bağrındaki Milli Mücadele ateşini söndürebilirdi. Yani Türk ulusunun kaderi 1921 yılının Ağustos’unda Sakarya’da değişmişti. Bu bakımdan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk tarihi açısından adeta bir dönüm noktasıydı.