Yoko Ono’nun tavsiyesi: Kırlara ya da doğaya gittiğinizde, orada gerçekten neler olup bittiğini anlamak istiyorsanız, bir saat sessizce durmanız gerekir. Çünkü, siz oraya ilk geldiğinizde, bir sürü börtü böcek susacak. Saklanacak. Orası kendini siz geldiniz diye değiştirecek. Ama sonra, yeterli sabrı ve kıpırtısızlığı gösterdiğinizde, saklandıkları yerden çıkacaklar.
Ne güzel demiş Yoko Ono. Peki gerçekten yeterli sabrı ve kıpırtısızlığı göstermek yeterli mi?
Yoksa orada neler olup bittiğini anlayabilmek için ‘bakmayı’ bilmek mi gerekiyor?
Gelişen teknolojiyle bu özelliğimizden yavaş yavaş koparıldığımızı hissediyorum. Her geçen gün gözlerimizin önüne binlerce renk ve şekil sunuluyor. Sanak gözlüklerle başka dünyaların kapıları açılıyor.
Herkesin elinde bağımlısı olduğu bir alet var. Bundan 100 yıl önce yaşamış birine, dünyadaki genci yaşlısı herkesin elinde bir alet olduğunu, sabah kalkarken akşam yatarken hep o makinaya bakarak yaşadıklarını söyleseydik buna gülüp deli saçması derlerdi.
Neden insanın eşi dostu yanında dururken küçücük bir aletle uğraşsındı gece gündüz? Sevdikleriyle sohbet etmek, rüzgarı hissetmek, yıldızları seyretmek dururken ne diye gece gündüz bakardı o alete? Annesinin yıllar geçtikçe yüzündeki çizgilerini takip etmek varken, en sevdiğinin bir şey sakladığını sesinden anlamak varken, şehrin en güzel ışığının saatini bulmak varken ne vardı bu alette bu kadar?
Şimdi bu soruları 100 yıl önce yaşayan birine cevaplamayı düşünün.
Ne büyük çaresizlik değil mi? Girdiğiniz her ortamda tüm başların neden eğik olduğu, bir insanın göz bebeklerini görmenin ne kadar ender bir şey olduğu nasıl anlatılır?
Eski romanlarda yazar, karakteri konuşturmadan önce yüzünün alığı rengi, dudaklarının alacağı kıvrımı, kirpiklerinin titreşimine kadar betimler. Karakterin ne hissettiğini daha kelimeleri okumadan bilirsiniz. Senin de kirpiklerin titremeye başlar kelimeleri okuyunca. Kitabı bitirdiğinde senin de dudakların aynı kıvrımı almaya başlar o duyguda. Çünkü çoktan ete kemiğe bürünmüştür o karakter, titrek kirpikleriyle bakıyordur sana.
Yoko Ono’nun tavsiye ettiği gibi kırlarda bir saat durun. Ama ağacın yaprağına konan uğur böceğini hissettiği gibi durun. Kırların, toprak altındaki anne tarla faresini hissettiği gibi durun.
Zira, göz bebeklerimizi görmesine en çok izin verdiğimiz elimizdeki alet, bırakın kirpiklerimizi titreştirmeyi, en ufacık bir rüzgarda uçup giden bir saadet sunmaktan ibaret.