Galatasaray ve Fenerbahçe… İki büyük camiayla ilgili nice kitaplar yazıldı, nice belgeseller çekildi, Türk sporu için ifade ettikleri değeri anlatmaya sözcükler yetemedi. Peki, 2 Kasım’da oynanan derbi İstanbul’un iki devine yakıştı mı?
İstanbul’un iki yakası arasındaki fırtınalı çekişme 17 Ocak 1909 tarihinde, bugün Ülker Stadyumu’nun olduğu yerde, Papazın Çayırı’nda başladı. O günden bugüne gelene dek geçen 99 yılda iki takım 387 kere karşılaştı. Galatasaray’a attığı gol ile Hasan Kamil Sporel’in yaktığı ateş, Metin Oktay’ın Fenerbahçe ağlarını yırtan golüyle harladı. Nice unutulmaz anlar yaşandı, şampiyonluklar kazanıldı, bir taraf ağlarken diğer taraf güldü. İstanbul Derbisi, tüm dünya tarafından ayakta alkışlanır oldu.
Çocukluğumdaki Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini çok özledim.
Çocukluğumun geçtiği 1980’li yıllarda Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki rekabetin ruhunda son derece amatör bir lezzet vardı. Futbolcular iki takım arasındaki tarihi geleneğin bilinciyle sahaya çıkarlar, Fenerbahçeli ve Galatasaraylı olmanın ayrıcalığını tribünlere hissettirirler, giydikleri formaların üzerlerine yüklediği sorumluluğun bilincinde olurlardı.
Profesyonel olsalar da Fenerbahçe ve Galatasaray’a sevgi ve bağlılık duyarlar, formasını giydikleri kulübün tarihine mal olduklarına inanırlardı. 80’li yılları bir çocuk olarak yaşamak ve o masum günlerin atmosferini teneffüs etmenin ne kadar büyük bir şans olduğunu hafta sonunda oynanan derbiyi izlediğimde bir kere daha anladım.
2 Kasım 2018 tarihi İstanbul derbisinin yüz karası oldu. Maçın sonunda yaşanan olaylar utanç vericiydi.
Cuma gecesi, ellerinde sarı-kırmızı ve sarı-lacivert bayraklar ile stadyuma gelen binlerce taraftar, televizyonlarının başına geçen milyonlarca sporsever ve tabii ki yabancı ülkelerde yaşayan futbolseverler maçın başına oturduk, anı defterimize yeni bir sayfa eklemek üzere heves ve zevk ile maçı izlemeye koyulduk.
Maç, başından sonuna kadar çok heyecanlı geçti bence. Galatasaray 2-0 öne geçip maçı kopardığı hissini uyandırmıştı ki Valbuena’nın sahneye çıkmasıyla Fenerbahçe skoru 2-2 eşitledi. Karşılıklı ataklar gol getirmeyince 90 dakika hakemin düdüğüyle sona erdi.
‘Bir İstanbul klasiği’ seyretmenin verdiği zevki içimize çekerek arkamıza yaslanmak üzereydik ki yeşil saha bir an karmakarışık oldu. Alkışlarımız sustu, futbolcular birbirine girdi; tokat, yumruk, itişme. Fernerbahçeli futbolcular sahadan kaçarak çıktı, Galatasaraylı futbolcular kaçanları kovaladı ve hakeme bas bas bağıran bir teknik direktör gördük. Özetlemek gerekirse, Türk futbolu tüm dünyaya bir kere daha rezil oldu.
Cuma gecesi Türk Telekom Arena’da gördüklerimiz genç Galatasaraylı ve genç Fenerbahçeli futbolseverlere miras bırakılan değerler ile bağdaşıyor mu?
Şunu açıkça söyleyeyim, sahalarımızda git gide daha sık görülmekte olan şiddet yüklü olaylar uygar ülkelerde utanç verici bulunuyor. Ama durumun ne kadar acı verici olduğunu görmek için uygar ülkelere bakmaya gerek yok aslında.
Futbol tarihimize dönüp bakmak yeterli. Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini bugünlere getiren şanlı spor adamlarının gençlere miras bıraktığı değerleri düşünün. 1980’li yıllarda, çocukluğumda gördüğüm derbi ortamından sözediyorum.
Tanık olduğumuz olayları Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şanlı mazisine yakıştırabilmek mümkün mü?
Futbol dünyamız toparlanmadığı takdirde, çok değil 10 yıl sonra, emin olun ki hiçbirimiz Süper Lig’i seyretmeyeceğiz. Futbol, futbolseverler için oynanır ve seyirciler varolduğu sürece yaşayabilir. Bir futbolsever yabancı liglerde oynanan maçları seyrederek de futbol zevkini tatmin edebilir. Ayrıca, insanlar için farklı uğraşlar ile ilgilenmek, yeni ilgi alanları bulmak da hiç zor değil. Türk futbolu hızla geriye gidiyor ve bu şekilde devam ederse unutulmaya mahkum olacak.