Altı seneyi aşkın bir süredir Kıta Avrupası’nın göbeğinde yaşayan biri olarak Münih’te bir Türk mekanında yaşadığım bir sahnenin ardından, “Avrupalı” kavramı ve algısı üzerine bir yazı yazmaya karar verdim.
“Sen Avrupalı’ya benziyorsun”
Öncelikle yazımın müsebbibi olan olayın üstünden en az bir yıl geçmiş olduğunu söylemeliyim. Mutat alışverişler için gittiğimi hatırladığım Münih’in Goethestraße üzerinde bir Türk lokantası açılmıştı.
Ağırlıklı et-kebap lokantası olarak tanımlayabileceğim mekanı daha önce de ziyaret etmiştim. Tek kişi olmama rağmen ikili değil, daha büyük grupların veya ailelerin oturabileceği bir masaya geçmiştim. Oturduktan bir süre sonra, konuşmalarından Türk olduklarını anladığım bir aile içeri girdi.
Nereye oturacaklarına karar vermek için biraz bakındılar. Anababa iletişimde Türkçe konuşurken, en fazla 20’li yaşların başında olduğunu düşündüğüm genç delikanlı ağırlıklı Almanca konuşuyordu.
Giyim kuşam itibariyle pek de Almanya genelinden ayırt edilmeyen tarza sahiptiler. Anababayı tam anımsamamakla birlikte delikanlının açık tenli, siyah saçlı ve gençlerin modasına uygun bir şekilde düzgün, ütülü tişörtlü ve saçlarının da yapılmış olduğunu hatırlıyorum.
Oturdukları masada ek sandalye ihtiyacı olduğundan, genç bana dönerek Almanca karşımdaki sandalyenin boş olup olmadığını sordu. Ben de karşılık olarak anadilimde sandalyenin boş olduğunu söyledim.
Delikanlı şaşırdı; ancak dediğimi doğal olarak anladı. Akabinde de, Türkçe konuşmama şaşırmasını izah eder gibi yine Almanca olarak “Sen Avrupalı’ya benziyorsun” tespitini yaptı. İşte o an, Avrupalı kavramı ile ilgili olarak kafamda bir şimşek çaktı.
Tipolojik tasnif
Evvela kendimle ilgili olarak hem nesnel hem de öznel kısa bir tipolojik tasnifte bulunmak isterim. Memleketimde birçok kez köşeli suratımdan ve nispeten büyük kafamdan dolayı Karadenizli olarak görülmüş olsam da, mazide bir İsveçli tarafından İtalyanlara; bir Alman tarafından Ruslara ve bir Tunuslu tarafından da Almanlara benzetildiğim vakidir. Bana sorarsanız, tipolojik yelpazem sakalsız halimle Orta Avrupa’dan Balkanlara ve Kafkasya’ya denk gelirken, sakallı olarak Orta Doğu’nun içlerine kadar uzanır.
Avrupalı meselesi
Bu kadar tipolojiden sonra gelelim yazının temel konusu olan “Avrupalı” meselesine. Lokantadaki sahneye dönecek olursak sorulacak olan soru, delikanlının bana neden “Avrupalı’ya benziyorsun” dediğidir. Bana kalırsa tipolojik tasniften yola çıkarak bana öyle demiştir. Ancak bu tespitte yapılmış olan hata gereğinden de büyüktür.
Eğer Avrupalı tipinden halihazırdaki Avrupa Kıtası esas alınıyorsa, Orta ve Güney Avrupa’daki ülkelerin birçoğu (İspanya, Portekiz, Fransa, İtalya, Yunanistan,…) tipsel/renksel olarak bize benzerdir ve bu ülkelerin nüfusu 400 milyonun üzerindeki Avrupa’nın içerisinde azımsanamaz.
Eğer Avrupalı tespiti kimliksel/vatansal olarak yapılacak ise, o durumda bana o ifadede bulunan delikanlı, kuvvetle muhtemel Alman pasaportu taşıdığından ve dolayısıyla Avrupa Birliği vatandaşı olduğundan benim aksime Avrupalının ta kendisidir.
Buraya kadar aktardığım boyutların ardından özellikle Ayrupa Birliği’nin önderliğinde şekillenmiş Avrupalı kimliğinin ve içeriğinin ne olduğuna kısaca göz atalım. Birçok Alman için Avrupalı ifadesi, Avrupa’nın temel aldığı standartları/normları ifade ediyor.
Somutlaştırmak gerekirse, örnek olarak eğitimde aktarılan müfredatları veya çağdaş yaşamın kamusal alandaki uygulamalarını ve kurallarını verebiliriz. Medeniyetin temel taşları göz önüne alındığında ise, Avrupalı sıfatı kullanılınca Kıta Avrupası’nın yüzyılların imbiğinden geçmiş ve insanlık tarihine öncülük eden değerler bütünü kastediliyor. Bunlar; hümanist düşünce, rasyonalizm (akılcılık), laiklik, hukuk devleti, demokrasi ve insan haklarıdır.
“Avrupa, Avrupa duy sesimizi!”
Nereden nereye? Yurdum insanının lokantaya gelmesinden Avrupa’nın temel değerlerine vardık. Her ne kadar gencin ifadesi doğru ve yerinde olmasa da, bir coğrafyanın birliği ve dolayısıyla toplu kudretini dünya sahnesine çıkarması için inşa edilmiş olan Avrupa Birliği’nin önayak olduğu “Avrupalı” kimliğinin kıtaya nasıl sirayet ettiğini bu anekdot bize açık bir şekilde göstermektedir.
Konuyu mizahi bir bakışla kapatalım. Yeni yetme dönemimin bir bölümünü bir zamanlar İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan Ali Sami Yen Stadyumu’nda geçirmiş biri olarak hayatımda kaç kez “Avrupa, Avrupa duy sesimizi! İşte bu Cimbom’un ayak sesleri!” tezahüratına tanık olduğumu hatırlamıyorum. Ama bu sayının hatırı sayılır bir seviyede olduğundan eminim.
Her ne kadar tarihsel süreçte Avrupa Kıtası’ndaki yüzölçümü ciddi şekilde azalmış olsa da, Türkiye coğrafyası halen kısmen o kıtanın üzerindedir. Ancak zihinsel olarak nereli olduğumuzu kavramada beyanatlar daha inandırıcıdır.
Hamiş: Müsabakada Avrupa’ya meydan okuyan, Avrupalı değildir.