Bu öykü bir buçuk saatlik magazin programlarına, ana haberlere ya da TV programlarına “duyarlıyız” spotuyla 20 saniye ile sıkıştırılmış bir Öykü’dür. Bihaber olmak, haberdarken umursamamak, bakarken görememek, görürken anlayamamak…
Kısacık bir öyküydü hayatımız.
İki nefes arasına sıkışmış kısacık bir öykü…
Sanırım bu hayatta tahammül edemediğin tek şey şımarıklıktır.
Yaşam koşulları, hayatları, sağlıkları yerinde olan insanların şımarıklıkları, benim pek tahammül edebildiğim bir durum değildir.
Minicik bedeniyle hastalığın pençesine yakalanmış bir çocuğumuzun tetkikleri yapılırken, alınması gereken kan sebebiyle hemşirenin söylediği bir söz üzerine gözlemlenen mimikler insanın yüreğini dolduruveriyor.
Hemşire iğneyi koluna vururken diyor ki:
Öykü’cüm derin derin nefes alır mısın?
Öykü yüzündeki maskeyle güzel gözlerini koca koca açarak, hayata derin derin nefesler alıyor! Bu arada gözlerindeki korkuya rağmen o kadar cesur duruyor ki, görenler kısa bir süreliğine kendinden utanıyor.
Sonra bir bakıyorsun, ünlü bir markanın son çıkan modelini piyasada bulamayan biri, üzüntülü yüz ifadesini yayınlıyor.
“Saçımı beğenmedim, aracımın modelinden sıkıldım, kirpiğim düştü, tırnağım kırıldı, tatilim geldi, aşkım terk etti, telefonumun modeli geçti, hayatın amacı bitti, beyazdan sıkıldım siyaha sardım, siyahtan sıkıldım depresyona daldım” yetti yahu!
Geçmiş jenerasyon neyi öğrenemedi? Ya da neyi öğretemedi?
Yanılmayın!
Bahsettiğim şey şükretmek değil. Bahsettiğim şey; bihaber olmak. Bahsettiğim şey; haberdarken umursamamak. Bahsettiğim şey; bakarken görememek, görürken anlayamamak.
Minicik bedenler ya da daha iki haneli yaşlara varmayan çocuklardan bahsediyoruz.
“Yüreğim dayanmıyor” bahanelerinden “yapabileceğim bir şey yok ki” cümlelerinden bahsediyoruz. Havada uçuşan bahanelere sığınmaktan bahsediyoruz. Kendi hayatlarımızın dışında kimseyi umursamamaktan ama başımıza geldiğindeyse “insanlar çok duyarsız” diyebilecek cürete sahip olmaktan bahsediyoruz.
Daha önceki tüm simgeler gibi Öykü de bir simgedir.
Bu öykü bir buçuk saatlik magazin programlarına, ana haberlere ya da TV programlarına “duyarlıyız” spotuyla yirmi saniyeliğine sıkıştırılmış bir Öykü’dür.
İlla ki ünlü birkaç sanatçının öncülük etmediği taktirde ivme kazanmadığı bir Öykü’dür.
Önemli bir şahsiyetin başına gelmediği taktirde önem arz etmeyen bir Öykü’dür.
Birkaç dakika sonra herkesin kendi sefasına daldığı bir bencillik öyküsüdür.
“Bugün çarşım var, yarın işim var, salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır” öyküsüdür.
“Benim değil, derdim değil, bana dokunmayan yılan bin yaşasın” öyküsüdür.
Eğer bu hayat bir çarşıysa “çarşıda pişen, illa ki bize de düşecek” öyküsüdür.
“Ah yavrum Allah şifa versin” diyerek yola devam ettiğimiz bir öyküdür.
Asla reytingleri altüst etmeyen, en kısa metrajlı duygusal öyküdür.
Bir kulağımız duyduğunda diğerinden uçup giden, aseton gibi uçucu bir öyküdür.
Hükümeti, Muhalefeti, Bakanlığı, Meclisi, seçeni seçileninin acıyla son nefesini verirken gözlerini koca koca açarak illa ki dersini alacağı bir öyküdür.
Bu öykü; simgeleri görmezden gelen şımarık insanoğlunun en hazin Öykü’südür.
Ve bu ÖYKÜ:
“Duyarlıyım” diyen her yetişkinin, yetişkinliğini ve duyularını check-up yaptırması şart olan en önemli yaşam öyküsüdür.