Neden güvenli bir çalışma ortamına ihtiyaç duyuyoruz? İnsanoğlu duygu ve düşünceleri ile bir bütün ve duygusal olarak güvende olma ihtiyacı hepimizin önem verdiği bir ihtiyaçtır. Hatta onsuz yapamayacağımız bile söylenebilir. Fakat gerçekte ne olduğunu biliyor muyuz?
Sola Unitas Akademi’den Umut Kısa ile hem Kendini İşten Fethet kitabını hem de insanın güven ihtiyacını konuştuk.
Hep yönetim danışmanları ve koçlar olarak, biz insanların kendi potansiyellerinin sınırına ne zaman varabildiklerini tartışmışızdır. Yıllardır, yönetim teorisinde de hangi koşullar altında çıktının maksimize olduğunu ya da insanların hangi şartlarda efektif bir organizasyon öğesi olduğunu test etme amaçlı binlerce ampirik araştırma yapılmıştır. Ancak genel olarak sosyal bilimlerde laboratuvar test ortamlarını oluşturmanın neredeyse imkânsız oluşu ve şartları aynı tutamayışımız nedeniyle, iki aynı testin bile sonuçlarının radikal şekilde değişmesi sonuçların güvenilirliklerini oldukça tartışmalı hale getirmiştir.
Son yüzyılda, ortaya konan klasik, neo-klasik ya da durumsal yaklaşımların devamlı değişmesi ve farklı sonuçlarla ortaya çıkması da maalesef sosyal bilimlerin bu temel sıkıntısından ötürüdür.
Ancak son dönemde bilimin ilerlemesi ile artık yönetim biliminin de nörolojinin yardımını alabilecek hale gelmesi ile işler oldukça değişti. Nöroloji’nin tıbbi olmayan yani bilim olan tarafında araştırmacı olarak yer alan Dr. Porges’un araştırması ilginç sonuçlara vardı.
Aslında insanlık tarihinde bu konuda en fazla bilgiye sahip olanlar bizleriz. Sosyal iletişim becerileri, duygusal güvenliğe ihtiyaç duyuyor. Freud, eğitimli bir nörolog olarak duygusal güvenlik konusundaki teorilerinin, nörofizyolojik sürecin gözlemlenebileceği ve ispatlanabileceği güne kadar teori olarak kalacaklarını ifade etmişti.
Bugün ise teknoloji bize bazı aktivasyon ve beyin foksiyonlarına ilişkin kalıpların izlenmesine müsade ederken, sinir sistemlerine ilişkin Freud’un hayal bile edemeyeceği kadar inceleme imkanına sahip olduk. Artık teoriler çok daha ispatlanabilir duruma geldiler.
Sinir Bilimci Profesör Stephen Porges’ün de öncülük ettiği araştırma ve teorilerdeki dramatik gelişmeler bizim bugün duygusal güvenlik kavramını kendimize güvenir bir şekilde tanımlayabilmemizi sağlamaktadır.
Sosyal İlişki becerilerinin, duygusal güvenliğe bağlı olduğuna ilişkin teori şöyle açıklanabilir:
Zihin ve vücut duygusal olarak güvende hissettiğinde, nörolojik alt sistemler gayet sağlıklı bir şekilde işlemektedirler. Araştırmacı Doktor Porges, bu alt sisteme sosyal ilişki sistemi (social engagement system) adını vermektedir. Bu alt sistem bir şekilde işlemez hale geldiğinde ya da bypass edildiğinde, sosyal ilişki sistemi doğru şekilde çalışamamaktadır. Duygusal güvenlik, bu anlamda nörolojik sistemin ayrılamaz bir parçasıdır.
Kişiler arası ilişkiye girmeden önce, konuyu kişinin kendi özelinde, biraz daha açıklığa kavuşturmak isterim.
OSS (Otonom Sinir Sistemi), sinir sisteminin bir yan parçasıdır.
Beyin bölgesinin dışarısında yer alır. Bu bölüm insan vücudundaki istem dışı hareketlerin kontrolüne sahiptir, örneğin kalp atışı, terleme, sindirme gibi…. Fizyolojik ve kimyasal yapıyı anlamak, duygusal güvenlik ihtiyacının önemini anlamaya oldukça yardımcı oluyor. Bu sinir sistemi vücudun kalp, akciğer gibi en önemli organlarını birleştirerek, aralarında ki iletişimi de sağlamaktadır.
Dr. Porges, bu alt sistemle ilgili çalışmasında, bu alt sistemin tek bir sinir grubu olmadığını fakat farklı sinir gruplarından oluştuğunu ileri sürmüştür. Ayrıca bu teoriyi polivagal teori olarak isimlendirmiştir. Poli, çok sayıda anlamına gelmekte, vagal ise sinir anlamına gelmektedir.
Porges ayrıca, Polivagal sistemin alt üç sistemden oluştuğunu ifade etmiştir. Bunlar; tepki vermeleri açısından, emniyet hissi, tehlike hissi ve hayati tehlike hissi gibi üç ana duruma reaksiyon veren sinir parçalarıdır.”
Bu üç ana parçada sadece emniyet durumunun aktif olması durumunda sosyal aktivasyon sağlıklı şekilde çalışmaya başlayabiliyor. Bu bölüm aktif olduğunda iletişim, ses, enerji, duygusal durum sağlıklı şekilde faaliyet gösterebiliyor. Bu noktada potansiyelimizi en etkin şekilde kullanabiliyor ve sonuçlarımız kendi mükemmelimize oldukça yakın oluyor.
Peki tehlike hissi ya da hayati tehlike tehdit durumlarında neler oluyor?
Bizim içsel ya da dışsal organlarımız vücut bütünlüğüne yönelik (zihin dahil) herhangi bir tehdit algıladığında, sosyal iletişim becerilerimiz aniden yıkıma uğruyor. Bu durum adrenalin (HBA) hormonlarının yükselmesine sebep olarak vücuttaki gerilme ve stresi üst seviyelere çıkarıyor.
Eğer karşımıza çıkan tehdit hayati bir tehdit ise, vücut otomatik pilota geçer gibi refleksleri çalıştırarak, dış dünyayla sosyal iletişimimizi tamamen kesiyor.
Ancak günümüz algılamalarında bazen bir toplantı da egonuza karşı söylenmiş bir söz, ya da önemli bir varlığınızı kaybetmeniz sizin için hayati bir tehlike olarak algılanıyor olabilir. Bu tür durumlarda, vücut üçüncü seviye tehditle karşılaşmış gibi hissederek sosyal iletişiminizi tamamen kesebiliyor.
Yüksek adrenalinin bağışıklık sisteminize vediği zararı hiç hesaba katmadan bile, korku, tehdit yıldırma gibi davranışlarla yönetilen çalışanların nasıl reaksiyon verebileceklerine dair güzel bir fikir veriyor öyle değil mi?
Yöneticilerin de kendi çalışanlarını daha motive bir şekilde çalıştırmak istemeleri durumunda, tehdit ve yıldırma gibi davranışların çalışanı tamamen paralize (felç) ettiğini söyleyebiliriz.