Toplum mühendisliği değil toplumdan para kazanma üzerine kurulu bir sistem. Nitelik değil nicelik arayan, haftada bir çekilen 90 dakikalık bölümler… Eh işte ondan sonra görüyoruz mağdur babaları Müge Anlı’da. Palu Ailesi tren yapıyor, cinler, periler derken işkenceler, öldürmeler, en “benim” diyen korku filmine taş çıkarıyor. Çünkü televizyonda, internette bu kadar aptallar meşhur olunca toplum onun üstüne koyacak değil ya altına inip bokunu çıkarıyor.
Eskiden çok güzeldi gerçekten. Türkiye’de ne trend filan hiç bilmiyorduk. Televizyon ne gösterirse ki o zaman TV kaliteli olmanın karşılığıydı, ya da daha küçükken mahallede ne modaysa bizim hayat feedimize de onlar düşüyordu. Şimdi sosyal medya çıktı ve Türkiye’de olan her şeyden haberimiz oluyor. Bu zaten yeterince hazmetmesi zor değilmiş gibi bir de ne moda oluyor onu görüyoruz. Eskiyi de bildiğimiz için bazımız kahrından ölüyor, bazımız cehaletinden… Zulüm değil midir bu?
Nereye geldiğimizi göstermek için ufak bir karşılaştırma:
Değişimi tam anlayabilmemiz için eskiyle dünü bazı başlıklarda karşılaştıralım mı?
Halk Adamı:
Türkiye’de eskiden beridir sanatçı ya da meşhur olan kişi toplumun aynasıdır. Yani toplumda nelerin çok tuttuğunu, kimlerin çok izlendiğini incelerseniz toplumun gelen sosyal yapısını bulabilirsiniz. Eskiden, “Halk adamı” dedikleri kişi Sadri Alışık’tı, Kemal Sunal’dı. Kendi hayatlarında mütevazi insanlardı. Hayatı kendince espirileriyle dalgaya alan, zeki ama kurnaz geçinmeyen, yoksula, muhtaca yardım eden, Yeşilçam’da yetişmiş sanatçılardı.
Mesela Kemal Sunal oynadığı filmlerde saftı, aptal gibi dururdu ama güzel Türk insanının vicdanı temsil ederdi o duruş. Ne kadar iyi niyetli ve kandırılmış olursa olsun sonunda kader onun yüzüne gülerdi. Kimseyi kırmaz, kaybedecekse de iyiliğinden kaybederdi. Şimdi Recep İvedik halk adamı. Ankaralı komedyenimsi, apolitik, şımarık bir bebenin hayat verdiği kenar mahalle kırosu… Dayakla çözüm bulan, osurukla güldüren, akıllı görünen kıllı ve kirli bir aptal.
Aile:
Eskiden aile fertleri Şener Şen, Adile Naşit, Münir Özkul gibi karakterlerden oluşurdu. Hepsi dünyanın en kaliteli tiyatrocularıydı. Kenar mahallede yaşarlar, arada kavga ederler ama zenginlerin zulmüyle savaşırlardı. Yaşar Usta’ydı onlar, en büyük kavga nedenleri turşu suyu sirkeyle mi yapılır yoksa limonla mı yapılırdan ibaretti. Kocaman bir aileydiler, bir arada yaşarlardı. Zenginler gibi yalnız yemez, aynı sofrada aynı tencereden koyarlardı yemekleri tabağa. Hanları, hamamları, boğazda villalar, İstanbul’a çok lazımmış gibi siyah cipleri yoktu ama umutları vardı. Tek bir silah çıkarmazlardı, kimseye fiske vurmazlardı, gerekirse bedenleriyle, sevgileriyle direnirlerdi kötülere.
Filmlerin isimleri de Neşeli Günler, Bizim Aile gibi sıcacık isimlerdi. Şimdiki isimler, “İçeride, Dışarıda, Çukurda, Hıçkırık, Öksürük, Bir Litre Göz Yaşı, Yarım Kilo Fitne Fesat Fücur…” Tam bir aile tablosu çiziyor daha isimden. Herkes birini biriyle aldatır, yalıda otururlar ama 3-4 aile birbiriyle tren yaparlar. Bir kişi bile doğru söylemez. Herkeste silahlar, kocaman film camlı arabalar, ordu gibi korumalar… Abi siz ne kafası yaşıyorsunuz ya? Dizi başlıyor seks, pompa, dolandırıcılık, ayrılık, sonra sıka sıka devam ediyorlar sezon sonuna kadar. Çatışma ve bakışmaları çıkart 3 dakika izliyorsun onlar da boğaz ve İstanbul manzarası zaten. Hey gidi Neşeli Günler…
Aşk:
Ah be Ertem Eğilmez… Gittin ama o kadar çok film bıraktın ki geride bir ansiklopedi gibi Türkiye’nin 1960-1980 arasına ışık tutan. Ama sadece dibini aydınlatıyor bir de bakanları. Tarık Akan, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit filan vardı mesela. Çocukça çapkınlıklarla kandırırdı kadınları. Onlar da kanardı ama bir öpücük bile vermezdi Türkan Şoray filmlerinde. Ah Nerede, Sev Kardeşim gibi isimleri vardı filmlerin.
Neşe Karaböcek Damarımda Kanımsın diye anlatırdı şarkılarında aşkı, Olmadı Gönül Yazar Yarım Kalan Aşk’dan dem vurur, biz de Handan Kara’dan Elveda Meyhaneci’yi söylerken içerdik. Sansür yoktu içkide çünkü niyet iyiydi, olay mozaiklemekte değildi. Çok damara gireceksek Zeki Müren okurdu, kavuşamazsak Nesrin Sipahi bir Veda Busesi kondururdu. Şimdi trend olan şarkıların sözleri ne kadar anlamlı. Bak bu adam yılın sanatçısı seçildi. Çünkü şair. Sözleri oku hemen anlarsın:
Montumun cebinde yok kuruş. Zıplıyor herkes kanguru sanki. Full depo Taunus’um. Bi’de kafamıza bass vurur. Ama yine yok! Bu hayatın heyecanı meycanı yok! Bu hayatın heyecanı meycanı yok! Bu hayatın heyecanı meycanı yok! Yok!
Kalite akıyor her yerinden. Aynı bugünün dizileri ve oyuncuları gibi. Kış Güneşi mesela. Mankenden devşirme, hayatında 3-4 kere tiyatro sahnesine çıkmış müthiş yetenek. Med Cezir diye dizi ismi var uçtu gitti. Gel-git bile diyemiyoruz fakir kız zengin oğlan aşkına. Kafamız gidiyor geliyor çünkü. Gidip geldiği için de bir tane bile orijinal dizi üretemiyoruz, sıkışınca Reşat Nuri Gültekin filan yapıştırıyoruz uyarlamayı. 500 bölüm çekiyoruz. Sonunu da bağlamıyoruz. Adamlara mezarında takla attırıyoruz Allah rahmet eylesin.
Gelelim başlığa…
Şimdi diyeceksin ki konu başlığa nasıl gelecek. Konu hep orada sevgili arkadaşım. Biraz daha sabredersen geliyorum. Önce şu soruyu sormam lazım: Türkiye buna dönüştü ve diziler toplumu mu yansıtıyor yoksa televizyon, internet bunları gösterdiği için mi biz bunlara düştük? Yani yumurta mı bizden çıkıyor yoksa biz mi yumurtadan? Kalite ne ara buralara geldi?
Şöyle mi oluyor yani diyaloglar yapımcılar arasında:
“Tutuyor abi dönem dizisi, ağayı yapıştır, koy bir konağa bunları, keleşleri ver ellerine sıksınlar. Koy oraya kıro bir zeka özürlü millet zaten kendini daha zeki hissediyor diye izliyor abi, akıllı adam koymayın sakın diziye. Kimse normal apartmanda oturmasın, İstanbul’da herkes yalıda yaşasın, aman küçük araba vermeyin, onu da siyah verin çünkü zenginsen ya da esas adamsan renk sevemezsin. Diziye bir aldatma, bir sevişme sahnesi koy. Madur da bir baba koy, herkes tren yapsın en son babaya patlasın.”
Böyle mi yazılıyor senaryolar? Neden? Tutuyor çünkü. Toplum mühendisliği değil toplumdan para kazanma üzerine bir sistem. Nitelik değil nicelik arayan, haftada bir çekilen 90 dakikalık bölümler… Eh işte ondan sonra görüyoruz mağdur babaları Müge Anlı’da. Palu Ailesi tren yapıyor, cinler, periler derken işkenceler, öldürmeler, en “benim” diyen korku filmine taş çıkarıyor. Çünkü televizyonda, internette bu kadar aptallar meşhur olunca toplum onun üstüne koyacak değil ya altına inip bokunu çıkarıyor.
Çocuk adam ekersen Palu Ailesi biçersin
Biz Türklerin de ata sporudur bokunu çıkarmak. En iyi yaptığımız iştir. Dolayısıyla çocuk adam diyen kültür mantarlarının meşhur olduğu ama söz konusu yaptığı yemeğe gelince içine limon kabuğu atan insanlara fenomen denen eğitim seviyesindeki bir ülkede daha çok Palu ailesi görürüz biz. Yani çocuk adam ekersek, Palu ailesi biçeriz sevgili dostlar. Kaliteye özenmez, niteliğe yönelmez, insanları zeki ve ahlaklı olmaya özendirmezsek biz daha çok Müge Anlı izleriz hiç merak etmeyin. Sevgiler…