Dolmabahçe Sarayı restorasyonu sırasında not bulundu

Dolmabahçe Sarayı’nın en ihtişamlı bölümü olan Süfera Salonu restorasyonu sırasında 160 yıldır ilk kez yerinden kaldırılan parkelerinin altından sır dolu bir şişe ve işçilerin yazdığı not çıktı.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan Süfera Salonu’ndaki restorasyon çalışmalarında döşemelerin altından 1917 yılına ait bir not, 1852 yılına ait sarayın yapımında çalışan ustaların imzaları, ufak boya şişeleri, numuneler ve zımpara parçaları çıktı. Bulunan parça ve numuneler Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı tarafından koruma altına alındı.

35 kişilik bir ekip, söz yerindeyse ‘arı’ gibi çalışıp, bir ‘cerrah’ edasında hassas dokunuşlarıyla tarihimizi işliyor; asırlık eserleri, özüne sadık kalarak gelecek nesillerin de görebilmesi için onarıyor.


Özel teknikler izleyen, geniş AR-GE çalışmaları yapan ekip, tarihimize ışık tutacak keşiflere de imza attı. Dolmabahçe Sarayı’nın en gösterişli bölümlerinden olan Süfera Salonu’nda 160 yıldır ilk kez yerinden kaldırılan parkelerinin altından sır dolu bir şişe çıktı.

Kiriş arasında bulunan Bekçi Yunus’un yüzyıllık notu ise heyecan uyandırdı…

Milli Saraylar İdaresi Başkanı Dr. Yasin Yıldız ve Restorasyondan Sorumlu Damla Acar, önemli bilgiler paylaştı.

dolmabahçe sarayı süfera salonu

Çalışmalar nasıl gidiyor, süreci anlatır mısınız? 

Burası Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli bölümü. En fazla tezyinatı yani süslemesi olan odamız Süfera Salonu. Aslında çok iyi korunmuş ama tabii özgüne yapılan özellikle 40’lı yıllardaki bir takım yanlış müdahaleler var.

Onları da düzelterek orijinali çıkarılmaya çalışılıyor. Birkaç kalem iş bir arada yürüdüğü için yapımı biraz uzun sürüyor. Buranın dışında Dolmabahçe Sarayı’nda 68 dairemiz var, bunlar padişahların hususi dairesi. Orada da bir çalışmamız var, bilhassa tavanla ilgili.

2020 yılında ziyarete açılacak

Bu restorasyon şu açıdan önemli; Dolmabahçe Sarayı tarihindeki en ciddi restorasyonu burada görüyor.

Sarayın yaklaşık yüzde 10’luk bölümünü ziyaretçi görememiş oluyor. Sarayın sanat tarihi ve mimari açısından en nadide öğeleri şu an görülemiyor. Bu restorasyon çalışması sarayın diğer bölümlerinde de devam edecek.

Süfera Salonu’nun restorasyonu ne kadar sürecek? 

Planlamamıza göre 2020 yılı içerisinde bitirmek istiyoruz. Ama bizim için önemli olan çalışmalarımızın nitelikli olması. Buraya senede 1 milyon turist geliyor. İki yıldır kapalı bu salon, o yüzden bir an önce ziyaretçiyle buluşturmak istiyoruz.

Boya analiz edilecek

Restorasyon sırasında bulunan eserlerin önemi nedir?

Bu tip yapılarda her zaman sürprizlere açık olmamız lazım. Burada da arkadaşlar boya şişesi buldu. Birtakım imzalar ve zımpara parçaları bulundu. Bunlar 1852 yılında burada çalışan ilk ustalara ait. Boya şişesi ise o dönemlerden kalma bir hatıra olarak saklanmış.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki onarımlara ait birtakım notlar var. Arkadaşlarımız şişenin içinde boyayı analiz edecekler. Oradan çıkan sonuç bizim için çok önemli. Mesela parkelerin altından çıkan döşeme tahtalarında dönemine ait kama çivi dediğimiz ama bugün artık bulmamız çok mümkün olmayan civiler. Onların dayanılıkları bile çok önemli.

160 yıllık parkeler

Peki muhafaza işlemleri nasıl oluyor? 

Bunlar birinci sınıf tarihi eser değil ama illaki korunacaklar. Çünkü bizim açımızdan tarihimize ışık tutacak şeyler. Ama korumacılık dediğiniz zaman orta salondaki yürütülen parke çalışması çok özel bir çalışma. 160 yıl önce yapılmış olan parkeler, çok şanslıyız ki aynen elimizde. Ve bu parkeleri arkadaşlar yeniden yapmak yerine bir puzzle gibi tek tek yerinden alarak bakımını ve konservasyonunu yapıp parkeyi aynı yerine yerleştirmek suretiyle hem binanın ömrünü uzatmaya çalışıyorlar hem de yaptığımız bu çalışmayı bütün olarak tamamlamış oluyorlar.

Eşyalar obje atölyesinde

Milli Saraylara bağlı kaç atölyemiz var, kaç kişi çalışıyor?

32 atölyemiz var. Bu restorasyon işlerinde de 500 kişi istihdam ediyoruz. Dönemlik restorasyon çalışmalarımızda gereken atölyelerimizi de ayrıca oluşturuyoruz. Bir de saydığımız 32 atölyenin dışında obje atölyemiz var. Orada da şu an bu salonun içindeki eşyalar restore ediliyor.

Peki bir sonraki restorasyon planlandı mı? 

Selamlık’tan başlayıp, Harem’e doğru mekansal, daha çok tezyimli bölümlerden daha az tezyimli bölümlere doğru bir sıralamamız var. Zaten bu salonun hemen önündeki kristal merdiven ve çevresinde restoran hazırlıkları yapılıyor.

Restorasyonun maliyeti ne kadar? 

Bizim, diğer kurumlarda olmayan bir avantajımız var. diğer kurumlar, vakıflar dışarıya ihale ettiği için daha kolay ve doğru maliyet çıkarabiliyorlar. Ancak biz kendi personelimizle çalışıyoruz.

Sadece şunu söyleyebilirim tüm çalışmalarımız Milli Saraylar’ın ve kamunun öz kaynaklarıyla yapılıyor. Gerek personel, gerek ekipman ve gerek malzemeler bu şekilde karşılanıyor.

Dolmabahçe Sarayı süfera salonu restorasyonu sırasında not bulundu

Yaşlı ve estetik yapıyı bozmadan onarıyoruz 

Restorasyon sorumlusu Damla Acar, yapılan çalışmaları şu sözlerle anlattı: Salonun her bir milimetresi hem temizleniyor, hem restore ediliyor. Sadece salonun büyüklüğü 600 metrekare, artı bir 600 metrekare daha çevresindeki odalar var. 2017 yılı boyunca proje süreci geçirdik.

Araştırmalar ve konservasyon konsepti çalışmaları yaptık. 2018’in başında da restorasyona başladık. Toplam 35 kişilik bir ekibiz. Restorasyon sırasında önceliğimiz var olanı yani mevcudu koruma. Yapıyı estetik hale getirirken, özgün uygulamanın üzerine boyama yapmamaya odaklıyız.

Konservasyon yaklaşımı yapıyoruz, yenileme yaklaşımımız yok. Zaten yapının özü otantik ve yaşlı görüntüye sahip. Yani biz özgünlüğün estetiğini yansıtmaya çalışıyoruz. Yapacağımız her dokunuş için defalarca deneme yapıyoruz. Sonuca göre uygulamaya geçiyoruz.

dolmabahçe sarayı restorasyon

Mesela altın varak her yere uygulanmıyor. Küçük rötuşlarla sadece kayıp noktalarda uygulanıyor. Ve aslında altın varak uygulamamızda Osmanlı tekniğini yani özgün tekniği bilmediğimizi fark ettik.

Ekibimizden Cüneyt ve Sümeyra, parlatılmış kurşun beyazı tekniğinde çalışıyorlar. Burası Topkapı Sarayı’ndan farklı bir saray. Batılılaşmanın, modernleşmenin de sarayı burası aynı zamanda. Dolayısıyla burada gördüğümüz birçok teknik aslında Batı’da uygulanan tekniklerin Osmanlı yorumu. Kesinlikle aynısı değil.


Oryantalist tablo ‘Çölde Av’ restore ediliyor

çölde av tablosu dolmabahçe

Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı, müzecilik alanında önemli bir başarıya imza atarak Türkiye’nin en büyük oryantalist tablosu ‘Çölde Av’ı koleksiyonuna kazandırdı.

3 aylık titiz bir hazırlık aşamasından sonra Fransız ressam Félix-Auguste Clément’e ait 35 metrekarelik devasa tablo, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan alınarak Resim Müzesi’ne nakledildi.

çölde av restorasyon

Ebatı ve taşınma hikayesiyle Türkiye’nin en çok konuşulan eseri, şu anda Resim Müzesi’nde tabloya özel oluşturulan atölyede restorasyonda. 1865 tarihli tabloda, on üç kişilik bir avcı grubunun, çölde ceylan avı sonrası dinlenmesi ve avla meşgul olması yansıtılıyor.

Eser üzerinde şu anda vernik üzeri kir temizliği ve faceing (yüzey koruma) işleminin geri alınma uygulaması yürütülüyor. Tablonun 5 ay sonra yeni yerinde sanatseverlerle buluşması bekleniyor.

120 yıllık halının onarımı için özel havuz 

120 yıllık yekpare halı süfere salonu dolmabahçe sarayı

Sultan II. Abdülhamid döneminde, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in ziyareti için 1897’de yaptırılan Yıldız Şale Köşkü’nün tören salonuna serilmek üzere, Hereke Halı ve İpekli Dokuma Fabrikası’nda salonun tamamını kaplayacak ölçüde bir yün halı dokundu.

Halının şemasını saray ressamı Emil Meinz yaptı. Dönemin Türk-Alman ilişkilerine dair önemli ipuçları veren halı, hala ‘Türkiye’nin en büyük yekpare halısı’ olma özelliğini taşıyor.

Halı, 120 yılın ardından ilk defa salondan çıkarıldı. Özel olarak Yıldız’da yapılan bir havuzda yıkandı. Halı, sürecin ardından yine Yıldız Şale Köşkü’nde ziyaretçilerini ağırlamaya devam edecek. (Kaynak: Yeliz Coşkun / AKŞAM)

Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’na ilk gelişi

Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'na ilk gelişi (1 Temmuz 1927)
Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’na ilk gelişi (1 Temmuz 1927)

Os­man­lı Pa­di­şa­hı Sul­tan Ab­dül­me­cid’in em­riy­le in­şa edil­en Dolmabahçe Sarayı (1856), Tan­zi­mat ve Meş­ru­ti­yet de­vir­le­rin­de ye­ni­leş­me­nin sim­ge­si ol­muştur. Saray, 3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan 431 Sayılı Kanun’la Türk milletine intikal etmiş, Atatürk ve İsmet İnönü dönemlerinde (1927-1949), Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılmıştır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında (11 yıllık bir süreçte toplam 4 yıl), İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullandı ve burada hayata gözlerini yumdu.

Ata­türk, Cum­hur­baş­ka­nı olarak 1 Tem­muz 1927‘de İstanbul’a geldiğinde Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’na inmiştir. İs­tan­bul hal­kı­nın coş­kun te­za­hü­ra­tı ara­sın­da Ha­zi­ne Ka­pı’dan sa­ray bah­çe­si­ne gir­miş ve sa­ra­yın en gör­kem­li me­kanı olan Mu­aye­de Sa­lo­nu’nda, baş­ta mil­let­ve­kil­le­ri ol­mak üze­re, çe­şit­li ku­rum ve ku­ru­luş tem­sil­ci­le­rin­den olu­şan 955 ki­şi­lik bir he­ye­te hi­tap etmiş­tir. Ko­nuş­ma­nın ta­m metni halen Mu­aye­de Sa­lo­nu’nda ser­gi­len­mek­te­dir.

Atatürk’ün Dolmabahçe’de ikamet ettiği bölüm

dolmabahçe atatürk odası
Atatürk’ün odası

Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’nin Ku­ru­cu­su Ata­türk, Ha­rem bö­lü­mün­de­ki Hu­su­si Dai­re’de ika­met et­miştir. Sa­ra­yı, Tür­ki­ye’nin mo­dern­leş­me plan­la­rı­nın ya­pıl­dı­ğı bir dev­let ve kül­tür mer­ke­zi ola­rak kul­lan­mıştır. Hatta, İs­met İnö­nü, Fev­zi Çak­mak, Kazım Özalp, Fah­ret­tin Al­tay, Şük­rü Ka­ya, Re­cep Pe­ker, Ce­lal Ba­yar gi­bi dö­ne­min ile­ri ge­len dev­let adam­la­rı ile top­lan­tı­larını burada yapmıştır. Harf Dev­ri­mi, Me­ne­men Ola­yı ve Ha­tay ile il­gi­li top­lan­tı­lar da yine, Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nda gerçekleştirilmiştir.

Ayrıca, Ab­dül­hak Ha­mit Tar­han, Yu­nus Na­di, Fa­lih Rıf­kı Atay, Yu­suf Ak­çu­ra, Sa­mih Rı­fat, Sa­fi­ye Ay­la gi­bi dönemin aydın, sanatçı ve gazetecileriyle de yine Dolmabahçe Sarayı’nda sık sık bir araya gelmiştir.

Latin Harflerinin Kabulü

Ata­türk, Türk Di­li ve Türk Ta­ri­hi ile il­gi­li ça­lış­ma­la­rın­da, İs­tan­bul’u ve Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nı mer­kez yap­mıştır. 1928 yı­lı­nın Ağus­tos ayın­dan baş­la­mak üze­re, 1937 yı­lı­na ka­dar do­kuz yıl­lık sü­reç­te, İs­tan­bul’da, Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nda, bizzat iştirakiyle Türk di­li ve ta­ri­hi ile ilgi­li ku­rul­tay­lar top­lan­mış, kon­gre­ler dü­zen­lenmiştir.

1928’deki İs­tan­bul’a ikin­ci zi­ya­re­tin­de, Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı, Cum­hu­ri­yet dö­ne­mi­nin kök­lü ye­ni­lik­le­rin­den Harf İn­kı­la­bı’nın ya­pıl­dı­ğı yer ol­muştur. La­tin harf­le­rin­den olu­şan ye­ni Türk Al­fa­be­si ki­ta­bı ilk de­fa bu­ra­da da­ğı­tılmıştır.

Süfera Salonu ve Harf Devrimi

harf devrimi süfera salonu dolmabahçe

Ül­ke ça­pın­da ye­ni harf­le­rin öğ­re­ti­mi­ne yö­ne­lik ka­ra tah­ta­nın ilk ku­rul­du­ğu yer de, Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı Sü­fe­ra Sa­lo­nu olmuştur. Ye­ni harf­le­re iliş­kin bu top­lan­tı­lar top­lam üç otu­rum­da, 25, 27 ve 29 Ağus­tos 1928’de ger­çek­leş­ti­rilmiş ve devamında­ ye­ni al­fa­be, 1 Ka­sım 1928’de TBMM’de ka­bul edil­miştir.

Atatürk’ün Dol­ma­bah­çe Sa­rayı’n­da ger­çek­leş­tir­di­ği önem­li ça­lış­ma­la­rın­dan ikin­ci­si, Türk di­li­ni sa­de­leş­tir­me­yi he­def­le­yen ve üç kez ic­ra edi­len dil ku­rul­tay­la­rı olmuştur­. Bi­rin­ci Türk Dil Ku­rul­ta­yı 26 Ey­lül 1932 ta­ri­hin­de, Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı Mu­aye­de Sa­lo­nu’nda; İkin­ci Türk Dil Ku­rul­ta­yı 18 Ağus­tos 1934’te, Medhal Salon’da; Üçün­cü Dil Ku­rul­ta­yı ise 24-31 Ağus­tos 1936’da Sa­ra­y’ın Med­hal Sa­lo­nu’nda top­lan­mıştır.

Bu konuyla bağlantılı olarak, Gü­neş-Dil Te­ori­si bu­ra­da tar­tı­şıl­mış, Türk Di­li Tetkik Ce­mi­ye­ti’nin adı da Türk Dil Ku­ru­mu ola­rak de­ğiş­ti­ril­miştir. II. Türk Ta­rih Kon­gre­si 20–25 Ey­lül 1937 ta­ri­hin­de Dol­ma­bah­çe Sa­rayı’nda ya­pıl­mıştır.

Yabancı Konuklar

Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nı Cum­hur­baş­kan­lı­ğı ma­ka­mı ola­rak de­ğer­len­di­ren Ata­türk, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ni zi­ya­ret eden ya­ban­cı dev­let­le­rin baş­kan ya da hü­küm­dar­la­rı­nı Çan­ka­ya Köş­kü’nün ya­nı sı­ra Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nda da mi­sa­fir etmiş­tir. Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti’ni zi­ya­ret eden ilk ya­ban­cı dev­let baş­ka­nı olan Af­gan Kra­lı Ema­nul­lah Han ve be­ra­be­rin­de­ki he­yet Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nda ağır­lan­mıştır (Ma­yıs 1928).

Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’nda Ata­türk ta­ra­fın­dan ağır­la­nan di­ğer ya­ban­cı dev­let adam­la­rı şun­lardır:

  • Ja­pon­ya Ve­li­ahd Pren­si Ta­ka­mut­su (1931),
  • Irak Kra­lı Fay­sal (1932),
  • Fran­sa es­ki baş­ba­kan­la­rın­dan Her­ri­ot (1932),
  • Ame­ri­ka Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Mac Art­hur (1932),
  • Yu­gos­lav­ya Kra­lı Alek­sandr (1932),
  • Es­ki Mı­sır Hi­di­vi Ab­bas Hil­mi Pa­şa (1933),
  • Rus­ya Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Vo­ro­şi­lof (1933),
  • Yu­na­nis­tan es­ki Baş­ba­kanı Ve­ni­ze­los (1933),
  • İran Şa­hı Rı­za Peh­le­vi (1934),
  • İn­gil­te­re Kra­lı VII­I. Ed­ward (1936),
  • Ür­dün Kra­lı Ab­dul­lah (1937),
  • Ro­man­ya Kra­lı Ka­rol (1938).

Son ziyaret

Mus­ta­fa Ke­mal Ata­türk’ün son İstanbul zi­ya­re­ti 27 Ma­yıs 1938 gü­nü baş­lamış ve tam bu sıralarda da has­ta­lı­ğı şid­det­len­miştir. Atatürk, ziyaretinin ilk ay­la­rın­da Sa­va­ro­na ya­tın­da ka­lmış ve ça­lış­ma­la­rı­nı bu­ra­da sürdürmüşken has­ta­lı­ğı­nın iler­le­me­si üze­ri­ne 24 Tem­muz ge­ce ya­rı­sı Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı’na geçmiş­tir.

5 Eylül 1938’de vasiyetnamesini yazdıran Atatürk, 10 Kasım 1938’de, saat 09:05’de Dolmabahçe Sarayı’nda vefat etmiştir.

atatürk cenaze dolmabahçe

Ata­türk’ün naaşı bir ka­ta­fal­ka ko­nu­la­rak 16-17-18 Ka­sım ta­rih­le­rin­de Mu­aye­de Sa­lo­nu‘nun ka­ra ta­ra­fın­da zi­ya­re­te açık tu­tul­muş, Ce­na­ze na­ma­zı ise 19 Ka­sım 1938 gü­nü, Prof. Dr. Şe­ra­fet­tin Yalt­ka­ya ta­ra­fın­dan yine bu Sa­lon’­da kıl­dı­rılmıştır­.

atatürk cenazesi

Sonra naaşı, top ara­ba­sıy­la sa­raydan alı­nmış, Ya­vuz zırh­lı­sıy­la İz­mit’e, ora­dan da tren yol­cu­lu­ğuy­la An­ka­ra Et­nog­raf­ya Mü­ze­si’ne nak­le­dilmiştir­.

Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda kullandığı mekanlar

Dol­ma­bah­çe Sa­ra­yı Ha­rem bö­lü­mün­de­ki Ma­vi Sa­lon ve Pem­be Sa­lon çev­re­sin­de­ki oda­lar, Hün­kar Da­ire­si ve­ya Hu­su­si Dai­re ola­rak ad­lan­dı­rı­lır. Ata­türk de Hu­su­si Dai­re’de Ma­vi Sa­lon ile Pem­be Sa­lon ara­sın­da yer alan 71 nu­ma­ra­lı oda­da kal­mış ve hayata da burada veda et­miştir. Hala bu oda­da bulunan do­ku­zu beş ge­çe­yi gös­te­ren sa­at, ken­di­si­ne ya­kın ar­ka­da­şı Nu­ri Con­ker ta­ra­fın­dan he­di­ye edil­miş­tir.

Dö­ne­min Mos­ko­va Bü­yü­kel­çi­si Ze­ka­i Apay­dın ta­ra­fın­dan he­di­ye edi­len Dört Mev­sim isim­li tab­lo ise Ata­türk’ün en sev­di­ği tab­lo ola­rak bi­li­nmektedir. Atatürk, ça­lış­ma oda­sı olarak da yatak odasının he­men ya­nındaki 69 nu­ma­ra­lı odayı kullanmıştır­.

Sa­lo­nun de­niz ta­ra­fı­na ba­kan di­ğer kö­şe­sin­de­ki ya­tak oda­sı ise zaman zaman Ata­türk’ün ta­rih da­nış­man­la­rın­dan Prof. Dr. Afet İnan tarafından kul­lan­ılmıştır. Fi­kir ve da­nış­ma sof­ra­la­rı genellikle Ma­vi Sa­lon’a, yaz ay­la­rın­da ise sık­lık­la Pem­be Sa­lon’da­ki bal­kon­a kurulmuştur.


Ayrıca Ata­türk için 1937 yı­lı­nın Ha­zi­ran ayın­da Ma­vi Sa­lon’un ay­dın­lık ma­hal­lin­de bir asan­sör yap­tı­rıl­mıştır ki, bu asansör halen kul­la­nı­lır du­rum­da­dır. Pem­be Sa­lon’un he­men ya­nın­da bu­lu­nan ve Son Ha­li­fe Ab­dül­me­cid Efen­di ta­ra­fın­dan in­şa et­ti­ri­lmiş olan (1923) ban­yo, Ata­türk ta­ra­fın­dan da aynı amaç­la kul­la­nılmıştır. Ban­yo­nun gi­ri­şin­de yer alan cam­lı do­lap­ta, Ata­türk’ün te­da­vi­si sü­re­cin­de kul­la­nı­lan ilaç­lar şimdi de ser­gi­len­mek­te­dir.

Türk tarihini değiştirecek arkeolojik kazı


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.