Kalradya Evreni tek bir imparatorlukla yönetiliyordu: Kalradya İmparatorluğu. Bu imparatorluk, çok uluslu ve içerisinde devletçikler barındıran federatif bir yapıdaydı. Bu federasyonlar kendi içlerinde taht kavgalarına ve veraset savaşlarına sıklıkla sahne olurdu. Merkezi imparatorluk otoritesi ise federasyonlar kendi aralarında çatışmadığı sürece onların iç işlerine müdahale etmezlerdi.
KALRADYA İMPARATORLUĞU
Yüzyıllardır barış ortamını koruyan bu İmparatorluk, ülkede çok kısa bir süre içerisinde yayılan ve bir dizi kanlı çatışmalarla büyüyen bir okültizm fikrinin etkisi altında iç savaşın eşiğine gelmişti. Adeta asırlık bir çınar olan bu imparatorlukta çıkan yangın ise çok küçük bir kıvılcımla başlamıştı.
Bu kıvılcımın ismi, Bellatorus’tu.
Bellatorus, bir büyücü, bir savaşçı ve en önemlisi gözünü güç ve intikam hırsı bürümüş olan bir bozkır çocuğuydu. Asıl adı İnvicta’ydı. Ona, tanıştığı ve dost olduğu yaşlı bir tüccar “Yenilmez Savaşçı” anlamına gelen Bellatorus ismini takmıştı. Bellatorus, sağlam bir dini görüşe sahip değildi ancak diğer Kalradyalılar gibi Panteist bir toplumda yetişmişti ve doğaya karşı olan minnet duygusunu bir dini öğreti olarak değil, gelenek ve atalarına bağlılığın bir gerekliliği olarak görüyordu.
Bir gün Bellatorus; doğayı dinlemek, kendi içerisindeki alevi topraklamak için ormana gitti. Orada uzunca oturdu, ağaçlarla konuştu, kuşları izledi, gökyüzüne kafa tuttu ve ruhunu dizginledi. Ormandan çıkıp evine gideceği sırada etrafta pis bir koku duydu lakin anlam veremeden yoluna devam etti. Ormanın çıkışındaki düzlüğe kadar tedirgin bir şekilde yürüdü ve ormanın çıkışındaki ovada bir terslik fark etti. Toprak fazla yumuşaktı bir bataklık haline gelmişti, ve bu pis koku topraktan geliyordu.
Bellatorus önce düzlüğün etrafından dolanmak istedi, ancak bunun bir yolu olmadığını anlayınca toprağa adımını attı ve kasıklarına kadar çamura battı. Ancak bu bataklıkta bir farklılık vardı. Toprağı cıvıtan şey su değil, kandı… Birileri bu büyük alanı kanla sulamıştı. Bellatorus, bunun kargaları avlamak için kullanılan bir tuzak olduğunu düşündü. Çünkü bu, Kalradyalıların kullandığı yaygın bir yöntemdi.
Kargalar kan kokusuna leş olduğunu zannedip geliyorlar ve orada okla öldürülüyorlardı. Sebebi ise karga gagasının çok pahalıya satılabilmesiydi. Bu talihsiz(!) olaydan sonra Bellatorus üstü başı kan içinde ve çok pis bir kokuyla evine kadar gitti, duş aldı, yemek yedi ve uyudu. O gece rüyasında gördüğü kanlar içinde bir kafatası kemiği ve babasının görüntüsüyle irkilerek uyandı. Günlerce, haftalarca, aylarca sürekli bu rüyayla uyanan Bellatorus’un hayatı da altüst olmuştu. Hiçbir işi rast gitmiyordu ve üzerinden geçimini sağladığı koyun sürüsü de bir bir azalmaya başlamıştı.
Talihsizlikler, açlık ve yoksulluk içerisinde geçen aylar sonunda Bellatorus bir iş bulmuştu. Artık, eskiden babasının hüküm sürdüğü toprakların lordu olan Kont Saevus’un sarayında şövalye silahtarı olarak çalışacaktı. Onun bu işi almasında en büyük avantajı bozkırda büyümüş ve avcılık eğitimi almış olmasıydı. Yılları bu sarayda ve savaş meydanlarında paralı asker olarak geçti. Yıllar sonra artık kontlukta aldığı rütbeyle birlikte saray müştemilatında yaşamaya başladı.
Bir gün sarayda kendi odasına giderken Kont için çalışan büyücülerin kendi aralarında konuştuklarını duydu, birisinden bahsediyorlardı. Çok geçmeden bahsettikleri kişinin kendisi olduğunu ve o büyücüler tarafından soylu olduğu için lanetlendiğini anladı.
Kont kendisine rakip istemiyordu. Bunun üzerine yıllardır çalıştığı Kont’a karşı büyük bir kin besleyen Bellatorus bir plan yaptı. Hayatında ilk kez birisine ihanet edecekti. Ancak bunu ihanet olarak değil, babasının ve hakkı yenen tüm veraset sahiplerinin intikamı olarak görüyordu. Ve kontla birlikte katıldığı ilk meydan savaşında kontu sırtından hançerledi, ardından atıyla birlikte savaş meydanından kaçtı. Bu olay Bellatorus’un mensubu olduğu Constantiam Kontluğu’nu derinden etkiledi. Bellatorus suçlu ilan edildi. Böyle olacağını tahmin ettiği için savaş meydanından kaçtıktan sonra Montis şehrinin dağlarına çekildi ve mağarada yaşamaya başladı.
İhtiyaçlarını şehre inip gideriyordu. Bu onun için bir zorluk çıkartmıyordu çünkü orada onu tanıyan yoktu. Mağarada kendi başına kaldığı sürede kendi kendine tuttuğu kini gitgide büyüyen Bellatorus, kendi kendine yemin etti: Babasının hüküm sürdüğü bu toprakları tekrar ele geçirecek, kendisi gibi lanetlenmiş ve haksızlığa uğramış olanlarla birlikte bu evreni yönetecekti. Uzun bir süre mağarada inzivaya çekildi, şehirden aldığı kitap ve çevreden topladığı otlarla büyü meziyetlerini geliştirmek için çalıştı. Mağarada tek başına geçen aylardan sonra büyü yapmayı öğrendi ancak kendi üzerindeki laneti kaldırmadı.
Bunun sebebi ise Bellatorus’un kendinden şüphe etmesiydi. Eğer lanetini kaldırırsa bir süre sonra içinde tuttuğu kinin yumuşayacağını ve intikam duygusunu kaybedeceğini düşünüyordu. Bunun yanı sıra insanüstü varlıklarla iletişime geçmeyi başarabilen Bellatorus’un artık tek bir amacı vardı: Tanrıyla iletişime geçmek… Bunun için uzun süre çalıştı, çabaladı ama bir sonuca varamadı.
Bellatorus aylarını buna vermesine rağmen başaramadı ve artık kaderine yenildiğini düşündü. Ümitsizlik onun her yanını sardı.
Yazarlar:
- Barış Nuri Kavafoğlu
- Zeynep Durkaya
- Kadir Çağrı Çetinkaya