Buket Aydın… Bir kadın… Çalışan bir kadın…
Yazıya “kadın” vurgusunu, yani cinsiyet kimliği vurgusunu özellikle abartarak giriş yapıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, kadınlar dünyanın her yerinde ve özellikle gelişmemiş toplumlar ve ülkeler başta olmak üzere, tüm sınıflı toplumlarda daha fazla mağdur olan insanlardır.
Ama biz şimdi Buket Aydın özelinden devam ederek, toplumsal mücadelede kadın meselesi ile birkaç not düşerek temel düşüncemiz ile bağlamaya çalışalım.
Kanal D Haber Başkan ve ana haber bülteni sunucusu olan Buket Aydın, işini her ne kadar kendisinden istenilen ölçülerde yerine getirmiş ve hatta daha da ileriye giderek kendinden istenilenleri aşıp; “durumdan vazife çıkaran” bir role soyunmuş olsa da işine son verildi.
Yazılan ve çizilen iddialara bakılınca; görevden alınma, daha doğrusu kovulma sonunda kendini odasına kilitleyen Buket Aydın, kanalın bulunduğu binadan güvenlik eşliğinde dışarı çıkarılmış.
Biliyorsunuz Buket Aydın, 31 Mart seçim sürecinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu konuk ettiği programda attığı kahkahalarla gündem olmuştu. Ama gündem olan kahkahaların güzelliği ve hoşluğu değildi. Gündem olan, tüm samimiyetle sorulara yanıt vermeye çabalayan bir ana muhalefet partisi başkanını aşağılamaya yönelik olmasıydı.
Evet… İşte o kadının işten kovulduğu iddia edildi…
Kovulma nedeni, taraflı ve iktidar yanlısı olması değildir elbette. Ama sonra ne oldu ve nasıl olduysa “Ankara’dan birilerinin” araya girmesiyle geri dönmüş veya döndüğü söyleniyor. Buraları pek de önemli değil zaten.
Buket Aydın’lar, Nagehan Alçı’lar, Nilay Yılmaz’lar, Hilal Kaplan’lar, Sevilay Yükselir’ler, Nazlı Ilıcak’lar başta olmak üzere, burada isimlerini yazmanın mümkün olamayacağı kadar fazla sayıda okur-yazar kadını düşününce; “hani dünyayı güzellik ve o güzelliği yaratacak olan kadınlar kurtaracaktı” diye sormamak mümkün değil.
Şimdi gelelim yazıya niçin “kadın” vurgusu ile başlandığına ve asıl meselenin esasen hangi kimlik ile ilgili olduğuna. Bakınız erdemli olmanın, sömürüye, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı durmanın kadını, erkeği olmuyor. Keza erdemsizliğin de, sömürü, adaletsizlik ve eşitsizlik taraftarı olmanın da kadını erkeği olmuyor.
Elbette sömürüye dayalı sınıflı toplumsal yapılarda kadınlar daha fazla mağdurdur. Çünkü sınıflı toplumlarda her şey daha güçlü olandan yanadır.
Lakin bu gerçek, kadınları mücadelenin esas figürü ve öznesi yapmaz. Mücadelenin esas figürü ve öznesi sınıftır. Çünkü asıl mesele sömürüdür ve eşitsizliktir.
Dolayısıyla asıl mücadele de önce sınıfsaldır. Kimlikler sonra gelir.
Bunu kaçıran kadın haklarını da kaçırır, kültürel hakları da kaçırır, meselenin esasını da kaçırır.
Eşitlik sorunu sınıfsal olarak çözümlenmeden, cinsiyet eşitliği sorunu da, diğer kimlik eşitliği sorunları da tam olarak çözümlenemez. Çözümlendiği de görülmemiştir.
Bu söylediklerimiz kadın mücadelesini önemsemiyor anlamına gelmez ve gelmemelidir. Ama kadın sorunu, çözümünün esas itibariyle insan hakları ve sömürü düzeni ile ilgili “eşitlik sorunu” olduğunu ve çözümünün de eşitlik mücadelesi ile mümkün olduğu anlamına gelmeli; kadın mücadelesinin bu mücadelenin bir parçası olması gerektiği anlamına gelmelidir.
Bu arada bir kez daha gördük ki, egemenler kadın, erkek demeden çıkarları için kullandıkları, popüler kıldıkları insanları, kim olurlarsa olsunlar ihtiyaçları ve geleceğe ilişkin projeksiyonları gerektirdiği için silerler veya yok sayarlar. Ve bu sayede bir kez daha gördük ki, okumuş yazmış kadınlar da, bu eril düzenin en yılmaz bekçiliğine ve savunusuna soyunan, o düzene hizmet etmekten kaçınmayan kişilerdir.