S-400 alımının doğuracağı teknik sorunlar neler? Türk Hava Kuvvetleri için bir tehdit mi? F-35’ler neden önemli? 6 Haziran Shanahan mektubunda belirtilen CAATSA yaptırımları nedir?
Tüm hatlarıyla S-400 Alımı sorunları
S-400 hava savunma sistemleri konusu uzun bir süredir Türkiye gündeminde tartışılmakta. Bir kesim bu sistemlerin alınmasının Türkiye’nin savunmasına büyük bir katkıda bulunacağını öne sürerken; bir başka kesim ise S-400’lerin alınmasının beraberinde getireceği sorunlara dikkat çekmeye çalışıyor.
Her kafadan bir ses çıkarken, bu yazıda S-400 sistemlerinin beraberinde getirecekleri sorunları teknik ve politik ana başlıkları altında inceleyeceğiz. Yazının amacı hiçbir şekilde sistemlerin alınması ya da alınmaması hakkında fikir beyan etmekten ziyade; bu sistemlerin zaafiyetleri ve doğuracakları sonuçların anlaşılması olacaktır.
Bir önceki yazımda S-400’ler ve Türkiye’nin uzun vadeli hava savunma şemsiyesinden bahsetmiştim. Bu yazıyı okumadan önce bir göz atılması faydalı olacaktır.
S-400 alımının doğuracağı teknik sorunlar
S-400 sistemleri tek başına yeterli ve kapsamlı bir hava savunması sağlamamaktadır. S-400’ler, diğer savunma sistemleri ve altyapıları ile entegre çalıştıklarında ciddi bir savunma kapasitesine katkı sağlamaktadırlar.
S-400’lerin yanında kısa ve orta menzilli hava savunma sistemleri; elektronik harp kabiliyeti; havadan erken uyarı sistemleri ve avcı uçakları da entegre edilmiş bir sistem kapsamlı bir savunma sağlayacaktır. Türkiye’nin mevcut savunma altyapısı NATO standartlarına göre geliştirilmekte olduğundan, S-400’ün entegrasyonu ve operasyonel kapasitesi büyük bir soru işareti oluşturmaktadır.
Türkiye halihazırda NATO standartlarında, gelişmiş yerli hava savunma sistemleri üretmekte ve geliştirmektedir. Korkut, Hisar-A, Hisar-O ve Hisar-U gibi sistemler tamamen yerli imkanlarla üretildiklerinde yüksek teknolojili ve güvenilebilir bir hava savunma şemsiyesi oluşturmaya yeterli olacaklardır. Bu sistemlerin yanında, bu sistemler ile doğası gereği uyumlu olmayan bir sistemin kullanılması hem mevcut altyapıyı zorlayacak; hem de alınması hedeflenen S-400 sistemlerinin tam kapasite çalışmasını engelleyecektir.
Türk Hava Kuvvetleri için bir tehdit mi? Donanma planlarını bozar mı?
Türkiye ayrıca S-400 alma planlarını kendi güvenliğini de düşünerek gözden geçirmelidir. ABD ve NATO’nun en büyük kaygısı olan S-400 radar sistemleri tarafından 5. jenerasyon savaş uçakları hakkında detaylı radar verilerinin yakalanması ve Rusya tarafından görüntülenmesi bulunmaktadır. Bu bilgiler Türkiye açısından da büyük bir risk teşkil etmektedir.
Türkiye de F-35 program ortaklarından birisidir ve 100 adet F-35A siparişi vermiştir. Envantere yakında girmesi beklenen ve hafif uçak gemisi olarak da kullanılabilecek TCG Anadolu ve inşası planlanan ikinci hafif uçak gemisi TCG Trakya için de 20’den fazla F-35B alımı planlanmaktadır. F-35’lerin hayalet özelliklerinin “potansiyel düşman” tarafından ele geçirilmesi Türk Hava Kuvvetleri’nin de olası bir Rus agresyonu karşısında zor duruma düşmesine sebep olacaktır.
Türk Donanması’nın Mavi Vatan’ı koruması ve sınırlarımız ötesine güç projeksiyonu için en önemli gemileri olacak TCG Anadolu ve TCG Trakya’nın istenilen kapasitede kullanılması için tek uçak opsiyonu F-35B olmaktadır. Harrier uçakları hızlı bir şekilde kullanıcı ülkeler tarafından envanterden çıkarılmaktadır ve yeni uçak üretimi en az 15 senedir yapılmamaktadır. Çoğu 30 yaşında olan bu uçakların ikinci ellerinin alınması zaten söz konusu bile olmamalıdır. Bu bağlamda da S-400 sistemleri alımının tekrar gözden geçirilmesi doğru olacaktır.
Türkiye, S-400 gibi hava savunma sistemlerine kısa vadede ihtiyaç duyuyor olsa da, Türk savunma sanayisi yaptığı atılımlar ile rakip ülkelerden çok daha gelişmiş hava savunma sistemleri geliştirmeye devam etmektedir. Hisar-A sistemlerinin 2021’de TSK envanvetine girmesi beklenmektedir. Hisar-O için planlanan takvimde 2022’de envantere giriş gözükmektedir. Bu sistemler ile Türkiye Alçak ve Orta İrtifa Hava Savunma kabiliyetine kavuşacaktır. Hisar-U ve SİPER adıyla çalışmaları devam eden sistemler sayesinde, 100km+ (500’e kadar söylentiler bulunmakta) hava savunma kabiliyetine kavuşulacak.
Milli teknoloji yerine, hazır alım doğru bir yaklaşım mı?
Çalışmalar bu hızla devam ederlerse 2025 yılından itibaren tamamen yerli sistemler ile çok katmanlı ve kapsamlı hava savunma sistemi aktif olacak. Türkiye kendi imkanlarıyla ürettiği bu sistemler sayesinde S-400’lere teknik olarak kafa tutacak teknolojiye sahip olabilir. Savunmada dışa bağımlılığı azaltmak için hazır alımdan ziyade milli teknoloji geliştirme daha sağlıklı bir yol olacaktır.
S-400 sistemleri alımı kapsamındaki politik sorunlar
Türkiye çok haklı bir duruş sergileyerek savunma sanayisinde dışarıya bağımlılığı azaltmayı hedeflemekte, ayrıca milli çıkarlar dahilinde bazı kritik sistemlerde ABD’nin tekelinden de uzaklaşmayı hedeflemektedir. Bu düşünceler meşru bir zeminde olsalar da, atılacak adımların bütün yönlerden incelenmesi önemlidir. Uzun vadede çok daha büyük zarar sağlayacak kararlar alınmasından kaçınılmalıdır.
Türkiye’nin tutumu dışında, ABD de Türkiye’yi S-400’lerden vazgeçirecek politik iradeyi ortaya koymakta geç kalmıştır. Patriot sistemlerinin Türkiye’ye olası satışı için fiyat konusunda Türkiye’nin beklentilerini karşılamayan ABD, fiyat ne olursa olsun Türkiye’nin Patriot alımına “mahkum” olduğu düşüncesiyle hareket etmiştir.
İttifak hukuku çerçevesinde ABD’nin daha kabul edilebilir fiyat politikaları izlemesi halinde, Türkiye tarafından Patriot alımının tercih edileceğini öngörmek çok da zor değildir. Halihazırda Türkiye’nin hava savunma ihtiyaçları NATO’ya yapılan resmi isteklerin ardından ABD’nin Patriot bataryaları konuşlandırmasıyla karşılanmaktadır. Ayrıca aynı istek kapsamında İtalyan SAMP/T sistemleri Kahramanmaraş’ta aktiftir.
ABD’nin yanlış kriz yönetimi
ABD’nin yanlış izlediği politikalardan birisi de, ifade ettikleri güvenlik kaygılarını incelemek için Türkiye’nin yapmış olduğu resmi istekleri göz ardı etmeleri olmuştur. Türkiye’nin S-400’lerin F-35’lere yönelteceği olası tehditlerin değerlendirilmesi için ortak teknik komite kurulması önerisi ABD tarafından öncelikle cevaplanmamış, ardından da gerekçesizce reddedilmiştir. Bu tutum da diplomatik olarak sorunu çıkmaza itmektedir. Türkiye’nin müttefiklerinin meşru kaygılarını gidermek için ortak bir yola başvurması doğru bir davranıştır. Müttefikler tarafından bu hususta gerekli adımların atılmaması ise iyi niyet göstergesi değildir.
Olaylara ABD perspektifinden bakıldığında ise, bambaşka bir tablo ortaya çıkmaktadır. ABD, Orta Doğu’da her geçen gün artan Rus gücünü kontrol etmek için Rus sistemlerinin bölgedeki ülkeler tarafından temin edilmesini engelleme çabasında. Türkiye ve Katar’ın Rus yapımı silahlara ilgisinin artıyor olması ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı hareketler olarak görülmekte.
Sadece Orta Doğu’da değil, İndo-Pasifik’te de ABD’yi zor duruma düşürecek bir hamle de Hindistan’dan gelmekte. Hindistan da 2018 Kasım ayında Rusya ile S-400 sistemleri alımı için ciddi ilerlemeler sağladı. ABD’nin Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act (CAATSA), yani, ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası bütün tarafları zor duruma koymakta.
CAATSA’nın uygulanması ve etkilenecek sistemler
Bu yaptırımlar dahilinde Türkiye’de etkilenecek sistemler arasında F-35’ler, lisanslı üretim yapılan F-16 ve yedek parçaları, akıllı bomba ve füzelerde kullanılan GPS güdüm sistemleri ve GPS altyapısı kullanımı, çeşitli mühimmatlar ve yerli savunam sanayi projelerinde kullanılan birçok kritik parça bulunmakta. CAATSA yaptırımlarının devreye sokulması ile Türk Savunma Sanayisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri çok zor bir durumla karşı karşıya kalacak.
ABD yönetiminin CAATSA’yı Türkiye için uygulamaya koymama hakkı olmasına rağmen, yaklaşan 2020 seçimleri göz önüne alındığında Trump yönetiminin bu yönde bir adım atmayacağını öngörmek çok zor olmayacaktır. Türkiye için tam anlamıyla ABD iç politikasındaki dengeleri bozmak seçim öncesinde yapılmayacak bir adım olarak gözükmekte.
6 Haziran Shanahan Mektubu: CAATSA yaptırımları
6 Haziran’da ABD Savunma Bakanı Patrick Shanahan tarafından Savunma Bakanı Hulusi Akar’a gönderilen mektupta da bahsedilen CAATSA yaptırımları, Türkiye için çok ciddi tehditler içermekte. Türkiye’nin F-35 programından çıkarlıacağını kesin dilde belirten mektup, ayrıca CAATSA dahilinde uygulanacak yaptırımlar ile iki ülke arasındaki genel ticaretin de ciddi bir darbe alabileceğini, bu durumun sonucunda da Türkiye’nin birçok ekonomik sorun ile karşılaşabileceğini söylüyordu.
Bunların dışında ABD’de eğitim amaçlı bulunan Türk F-35 pilotlarının da 31 Temmuz’a kadar ABD’den ayrılmalarını isteyen ABD, ayrıca yeni öğrencilerin kabul edilmeyeceğini belirtti. F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması durumunda program dahilinde üretim yapan birçok Türk firması zarar görecek.
Program dahilinde çalışan birçok insanın da işsiz kalması muhtemel. Türkiye’ye resmi olarak S-400 kararından vazgeçilmesi için 31 Temmuz 2019’a kadar süre veren mektuba resmi kanallardan nasıl bir cevap verileceği ise merak konusu.
Türkiye’deki F-35 ekonomisi ne olacak?
Türkiye F-35 projesinin ortaklarından birisi olarak çok ciddi bir yüklenici konumunda da bulunmaktadır. Alp Havacılık, Aselsan, Ayesaş, Fokker Elmo, Havelsan, Kale Havacılık, TAI, Heroux Devtek, Pratt & Whitney İzmir, MiKES, Roketsan ve TÜBİTAK SAGE gibi firmalar ve kurumlarca alınan birçok F-35 parçası ve kritik donanım üretimi ile Türkiye’ye 12 Milyar Dolar’dan fazla ekonomik getiri olacağı öngörülmekteydi.
Halihazırda bu firmalar F-35’ler için hem üretim hem de Ar-Ge faaliyetleri yürütmeye devam etmekteler. F-35 için çalışmakta olan yüzlerce, belki binlerce Türk vatandaşı bulunmakta. Türkiye’nin program dışına itilmesi ile bütün bu ekonomik getiriler elden gitmiş olacak, bunun üzerine de birçok insanımız işsiz kalma tehlikeysiyle karşı karşıya kalacaklar.
F135 Motoru için de üretim lisansı alan Türkiye’nin bu lisansı kaybetmesi durumunda bir başka ekonomik yarardan faydalanamayacağı açıktır. Ayrıca, Avrupa’daki tek F135 motor bakım-onarım tesisine ev sahipliği yapması kararlaştırılan Türkiye’nin bu imkandan da mahrum kalması durumunda hem ekonomik hem de stratejik avantajları kaçıracağı açık bir şekilde gözükmektedir.
F135 motoru üretiminden elde edilecek deneyim TF-X ve Hürjet gibi projelerde motor krizlerinin çözülmesi; hatta yerli motor geliştirilmesi konularında da büyük avantaj sağlayabilir. Bu bağlamda da ekonomik olarak kaybedilecek faydaların sadece hükümet tarafından değil, halk tarafından da iyice idrak edilmesi gerekiyor.
Türkiye ile ABD arasındaki güven bunalımı
Tü bu yaşanan gerilimlerin kökeninde yatan ABD ile Türkiye arasında “güven bunalımı” sorunu ise başlıca büyük bir dış politika krizi olarak öne çıkmakta. Özellikle Suriye’de artan Türkiye-ABD çıkar çatışması ve anlaşmazlıkları ile beslenmeye devam eden bu bunalım, iki ülkenin Suriye dışındaki stratejik ortaklılarını da etkilemekte. Bu bunalım ve günümüzde yaşanan “kafa tutma” evresi iki ülkenin de güvenlik çıkarlarına zarar vermekte.
Türkiye, ABD için çok önemli bir müttefik olarak dünyanın en kritik jeopolitik noktalarından birinde yer almaktadır. ABD tarafından yürütülen birçok operasyonda Türkiye önemli bir lojistik merkez olmaktadır. Türkiye ise savunma sanayisinde yaptığı birçok atılımda ABD teknolojisinden faydalanmaktadır.
Akıllı mühimmatların hepsinde kullanılan GPS modülleri/sistemleri ve GPS kullanım izinleri ABD tarafından sağlanmaktadır. Bunların dışında birçok silah sistemi NATO standartlarında üretilmekte olup; ABD’den temin edilen kritik parçalara olan bağımlılık savunma sanayisinde hala daha yüksektir. Türkiye’nin uzun vadeli Milli Muharip Uçak (TF-X) gibi devasa projelerin geleceğini de tehlikeye atacak bir yaptırım sonucu savunma sanayisinin elde ettiği birçok gelişme durma aşamasına gelebilir.
NATO dahilinde yaşanan sorunlar
Türkiye’de NATO’ya karşı yoğun bir güvensizlik bulunmaktadır. Türk halkı NATO denilince otomatik olarak ABD’yi düşünmektedir. Zira gerçek bundan çok daha uzaktır. Türkiye, NATO’daki en büyük 2. ordudur.
Ayrıca, NATO Parlamenter Asamblesi’nde (NATO PA) ABD’den sonra İtalya, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya ile birlikte en fazla koltuğa sahip 2. grup ülkedendir. Bu da Türkiye’ye NATO PA’da diğer ülkelere kıyasla fazladan oy hakkı, ve NATO komitelerinde fazladan koltuk sağlamaktadır. NATO’da bütün kararlar konsensus ile alındığından, Türkiye’nin razı gelmediği hiçbir karar çıkmamaktadır, hiçbir adım atılmamaktadır.
S-400 alım kararının ardından birçok kesimden “NATO’dan çıkalım” ya da “Türkiye NATO’dan çıkarılsın” şeklinde sesler yükselmektedir. Yapısı gereği, hiçbir ülke NATO’dan çıkarılamamaktadır. Ancak Türkiye kendi isteği ile NATO’dan çıkabilme hakkına sahiptir. Her ne kadar görüş ayırılıkları ve sorunlar olsa dahi; bu derece büyük bir güce sahip olunan gezegendeki en güçlü askeri ittifaktan çıkmak mantıklı gözükmemektedir.
Özellikle hava savunma alanında Türkiye hali hazırda Avrupalı NATO üyesi ülkeler ile EUROSAM projesi üzerine görüşmeler yapmaktadr. TF-2000 Hava Savunma Muhripleri için de dile getirilen Aster 30 ve devamında üretilecek sistemlere Türkiye’nin ortaklığı ciddiyetle değerlendirilmektedir. Yerli savunma sanayisinin ürettiği bütün hava savunma sistemlerinin de NATO uyumluluğu göz önünde bulundurulduğunda; NATO-Türkiye ilişkilerinin ne kadar derin olduğu gözükmektedir.
ABD’nin direttiği şartlar nasıl yumuşatılabilir?
İttifakın Güneydoğu kanadının savunmasını tamamen Türkiye üstlenmektedir. Türkiye’nin kapsamlı bir hava savunma altyapısı eksiği olması sadece Türkiye’nin değil, doğrudan bütün Avrupa’nın savunma ve güvenliğinin zaafiyetidir.
Bu bağlamda Türkiye’ye sağlanacak sistemlerde kolaylık yapılması; teknoloji transferi gibi Türkiye için kritik olan konuların değerlendirilmesi ve Türkiye’ye karşı rest çeken tehditkar bir tavır sergilenmemesi de NATO ve müttefikler için yüksek fayda sağlayacaktır. Türkiye’nin bu avantajını gözeterek NATO üzerinden yürüteceği çok uluslu ve kapsamlı bir diplomasi atağı ile ABD tarafından diretilen tek taraflı şartları yumuşatabilir.
Türkiye ile ABD arasındaki kopan iplerin ve iki Başkent arasında yaşanan iletişimsizliğin çözümünde; NATO müttefikleri arabuluculuk yapma görevini üstlenebilir, bu sayede bütün tarafların maruz kalacağı olumsuz sonuçlar engellenebilir.
Sonuç
Milli savunma perspektifinden bütün bu tehditlerin daha ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Söylemlere ve açıklamalara bakacak olursak teknik ve politik bir çıkarın gözetilmesinden ziyade, inat diplomasisi yürütüldüğü gözükmektedir.
İç politikada önemli bir gündem maddesi olan “S-400 sistemleri alımının” dış politika yeterince gözetilmeksizin yürütülmesi uzun vadede büyük sorunlar doğuracaktır. Ekonomik olarak da Türkiye’yi büyük sıkıntılara sokacak bir karar olan S-400 sistemleri alımının bütün çerçevelerde detaylıca tekrar düşünülmesi geremektedir.
Kısa vadede yerli ve milli sistemler ile hava savunma kapasitesini kayda değer seviyede geliştirecek olan Türkiye’nin; acil hazır alım ile bütün savunma sanayisini riske atması mantıklı olmayacaktır. Sadece savunma sanayisini değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de olası yaptırımlarla zor duruma sokacak bu adım tekrar gözden geçirilmelidir.
S-400 alımı Türkiye’nin Mavi Vatan doktrinini ve gelecek donanma planlarını da tehlikeye atıp, güç projeksiyonu hedeflerini imkansız hale gelebilir. Bugüne kadar yapılan bütün yerlileşme adımlarını tehlikeye atacak sonuçlar doğabilir. Bunları öngörmek çok zor değildir.
Türkiye ne Batı tekelli sistemlere, ne de güç dengesini bozmaya çalışan Rusya’nın fırsatçı bir şekilde direttiği S-400 sistemlerine muhtaç değildir. Türkiye, gerekli sabır ve iradeyi gösterirse bütün bu sistemlerle rekabet edebilecek ve tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayacak sistemleri kendi imkanlarıyla üretebilecek bir güce sahiptir. Son olarak, Türkiye-ABD arasındaki inatçı tavrını bir kenara bırakılıp, rasyonalite ve ortak çıkarlar üzerine dayalı diplomasiye dönülmesi herkesin faydasına olacaktır.