Türkiye’de azımsanmayacak sayıda insan “Cumhuriyet” olan yönetim şeklinin “İslam Devleti” olarak değişmesini istiyor. Bu vatandaşların düşüncelerinin temelleri neler? Nasıl yaşıyorlar? Vakıflarında neler yapıyorlar? İstikamet TV muhabiri Emrullah Çelik ile konuştuk.
Röportaj: Emrullah Çelik
Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Emrullah Çelik: Ordu il merkezine bağlı bir köyde 1987 yılında doğdum. Ailemin çalışma şartları sebebiyle üçüncü sınıftayken KKTC’ye taşındık ve dört sene yavru vatanda yaşadıktan sonra geri döndük. Ordu Anadolu Lisesi’nden mezun olarak Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü kazandım. 2009 senesinde mezun olduktan sonra bir müddet özel sektörde çalıştım. Daha sonra bir üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra hem bu vazifeden hem de ilgili bölümün yüksek lisans programında ayrıldım ve 2012 senesinde İstanbul’a taşındım.
Dini ilimler sahasında farklı müesseselerden dersler alarak ilahiyat alanında kendimi geliştirmeye çalıştım. İstanbul Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Hadis Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitim hakkı kazandım ve fark derslerimi vererek bu bölümde yüksek lisans eğitimime başladım. Hala bu bölümde yüksek lisans tezimi yazmaktayım.
Mesleki olarak farklı vakıflarda İslami İlimler ve yabancı dil eğitimi verdim ve vermekteyim; ayrıca muhtelif seminerlerde, konferanslarda ve faaliyetlerde eş zamanlı tercümanlık ve farklı eserlerde mütercimlik yapmaktayım. Yakın Türkiye Tarihi, hadis ilimleri, cinsiyet çalışmaları, modernizm-postmodernizm ve dindarlık, mülteci hizmetleri sahalarında araştırmalar yapmaktayım.
Çalıştığınız vakıflar hangileri, görevleriniz neler?
Emrullah Çelik: Sivil Toplum Kuruluşu tarzındaki muhtelif vakıflarda dini bilimler araştırmacısı ya da muallimi olarak vazife yaptım. Bu vakıflarda tercüme hizmetleri, ders tedrisatı ve sohbet tertib etme gibi farklı sahalarda çalıştım.
İslami İlimler ile ilgilenmeye nasıl başladınız?
Emrullah Çelik: Gerek ailemde, gerekse ilkokul, ortaokul, lise ve Yaz Kuran Kursu gibi resmi eğitim müesseselerinde öğretilen, ancak sadra şifa olmayan, bir Müslüman’ın hayatına rehberlik etmeye kâfi gelmeyen, temel dini bilgileri aldım. Üniversite eğitimim sırasında da ağırlıklı olarak iman ve ibadet esaslarından bahseden, rûh dünyama hitab eden, Kendini Arayan Adam, Düzceli Mehmet, Minyeli Abdullah, Sahneden Mabede gibi eserler okuyarak, farklı sohbet halkalarına ve konferans tarzındaki ilmi toplantılara katılarak fikir hayatımı zenginleştirmeye çalıştım. Üniversitedeki vazifemden ve İngiliz Dili ve Edebiyatı yüksek lisans programından ayrıldıktan sonra gerek ananevi gerekse muasır usullerde ders veren müstakil hocaefendilerin ve vakıfların daha çok Temel İslami İlimler dediğimiz hadis, tefsir, kelam, sarf ve nahiv tarzındaki derslerine katıldım. Arapça’ya daha çok vâkıf olabilmek için 2013 yazında 3 ay kadar Sudan’da kaldım ve ders halkalarına katıldım. Halihazırda da katıldığım sohbet halkaları, istişarede bulunduğum ilim ehli arkadaşlarım var. Kabre girinceye kadar da ilim peşinde koşabilme fırsatını vermesini Rabbim’den niyaz ediyorum.
Neler okuyorsunuz?
Emrullah Çelik: Umumiyetle araştırma sahalarımdaki eserlerle alakadar oluyorum. Mecmualarla fazla bir irtibatım yok; Genç Dergisi, Okur Dergisi, şu anda yayınlanmayan Fitarih ve Derin Tarih zaman zaman takip ettiklerim arasında. Üniversite yıllarında Aydınlık, Fountain, Mostar ve gazetelerin kitap ekleri dikkatimi çekiyordu. Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Gezileri’, Western Civilizations, Metnü’l-Aşmeviyye (Muhtasar Mâlikî Fıkhı), 100 Soruda Doğu Türkistan (Ömer Kul), Şualar Mecmuası İkinci Cilt (Osmanlı Harfleri ile, Hayrat Neşriyat), er-Rahîk el-Mahtûm (el-Mübârekfûri) yakın zamanda meşgul olduğum eserler.
En son aldığım eserler arasında ise Umûmî Kafkas Tarihine Giriş I-II (Dr. Yılmaz Nevruz, Sebil Yay.), İmam Maturidi’nin Tefsir Literatürüne Tesiri (Melikşah Sezen), Osmanlı Müellifleri, Mesnevi Şerhi, Son Şahidler’i zikredebilirim. İspanyolca çalışmalarımdan fırsat kalırsa Tuhfetü’l-Ahvazî isimli Sünen-i Tirmizî şerhini okumak istiyorum.
Sosyal medyada oldukça aktifsiniz.
Emrullah Çelik: Bilgisayar kullanmaya üniversitede başladım, 2013 senesine kadar da neredeyse e-postaları takip etme, ders malzemelerini indirme ve haber okuma dışında bir faaliyetim olmadı. 2013 senesindeki ülkemize yapılan iç ve dış müdahaleler sebebiyle sosyal medyada daha fazla yer alma mecburiyeti hissettim. Facebook, Twitter, Instagram hesaplarımdan paylaşımlar yapıyorum. Sosyal Medya Davetçisiyim yani.
Güncel olayları hangi medya kanallarından takip ediyorsunuz?
Emrullah Çelik: Açıkçası günceli çok fazla takip etmenin asıl güncelimiz olan ‘ahiret kazanma ve kazandırma’ meselesinden bizleri uzaklaştırdığını düşünüyor ve bunun modern bir hata olduğuna inanıyorum. Flash TV’den sonra tarafsız bir kanalın kaldığına da inanmıyorum. Her mevsim oyun oynayarak tarafsızlığını korumanın bir kanalı ayakta tutmak için yeterli olmadığını öğrenmiş olduk. Daha çok 5Pillars, Risale Haber, OnePath Network, Mecra, Al Jazeera, TRT World ve TRT Arabî takip ederim. Bazen de Sputnik, Oda TV ve Yeni Şafak.
Sizin bir de muhabirlik yönünüz var.
Emrullah Çelik: Sosyal medyada faal olan bir arkadaşım internet çekimleri yapıyordu, Arapça tercümeye ihtiyaç duyduğunda bana sordu. Bu tercüme ile kamera önüne çıkmak ilk tecrübelerimdendi. Bundan sonra da sosyal medyada “mikrofon tutma” ve “mülakat yapma” sahasına geçtim
Şu an ismi Ahsen TV olan Ehl-i Sünnet TV’de belli bir dönem, işlerim el verdikçe gönüllü olarak muhabirlik yapmaya başladım. Taksim, Cihangir, Fatih, İstiklal Caddesi gibi mekânlarda mülakat, eylem ya da tiyatro tarzı faaliyetler yaptık bir kaç sene. Sonra bir kaç arkadaşla, iki üç yıl önce bir Kadir Gecesi İstikamet TV’yi kurduk. Benim ilmi çalışmalarım ve diğer arkadaşların da başka meşguliyetleri olduğu için devam ettiremedik. Bunun haricinde farklı gazete veya dergilerden talep geldiğinde mülakatlar veriyorum. Merak edenler Los Angeles Times’taki yazının alakalı kısmını misal olarak okuyabilirler.
“Şeriat ama nasıl?”
Cemaat üyeliğiniz var mı?
Emrullah Çelik: Sohbetlerine katıldığım bir cemaat var. Birçok farklı cemaate mensub arkadaşlarım da var. Aramızdaki bir kısım cüzi farklılıklar kardeşliğimize zarar vermiyor, aksine farklı insanların İslam Dini ile yakınlaşmasına vesile oluyor. Cemaatleri, vakıfları, STK’ları, istikametlerini ve samimiyetlerini kaybetmedikçe, Allah’a giden farklı yollar olarak görüyoruz.
Şeriat’ı tanımlar mısınız?
Emrullah Çelik: Şeriat, Arapça’daki kelimelerin aslında bulunan üç harf kuralına istinaden “ش şin- ر ra-ع ayn” harflerinden oluşan şer’ (şerun) kelimesinden türemiştir. Aslen şer’ kelimesi ‘Bir yöne doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak, açık hale getirmek’ manalarına gelse de farklı harf-i cerler (edat) ile kullanıldığında başlamak, çözmek, bir yere girmek gibi manalarını da ihtiva eder. Şeraa (َشَرَع) fiilinin kanun koymak, kaide haline getirmek gibi manaları da vardır ki, şeriat kelimesi bugün daha çok bu mana da kullanılır ve “su yolu” olarak ifade edilen lügat manasından farklı bir dini mana kazanır. Dini manada ise: insanın kendisi ve çevresindekiler ile bu iki unsuru ihtiva edecek şekilde kendisini yaratan Rabbi ile olan irtibatını sağlayan vahiy temelli esaslar manzumesidir.
Bir diğer ifade ile şeriat; insanın Allah’ın vahiy yoluyla kendisinden talep ettiği iman lezzeti üzere bir hayat sürüp bu imanı hayatına ve başkalarına aksettirmesi; bu aksedişin de içtimai yani genel hale gelmesi demektir. Kısaca Şeriat; insanın vahiy rehberliğinde hayatının her safhasını güzelleştirme gayretidir.
Ülkemizin Şeriat ile yönetilmesini ister miydiniz?
Emrullah Çelik: Şeriat Hukuku, hayatı yaratan Allah’ın ona verdiği nizamdır ve bir nizamı en iyi şekilde izah edebilecek olan da o nizamı tesis eden, yani ortaya koyandır. Mülkün hakiki sahibi olduğuna inandığım Rabbimizin bizim için güzel gördüğü ve dünyada görülememiş hesapların mükemmel bir şekilde ilahi mahkemede muhakeme edilmesi bütün canımla arzu ettiğim bir hakikattir.
Aslında bu hakikat sadece benim değil, vahyin hakiki kıymetini idrak etme gayretindeki her Müslüman’ın kabul ettiği bir güzelliktir. Çünkü Müslümanlık vahye tabii olmak demektir. Vahye tabii olmadığını iddia eden Müslüman kabul edilemez. Müslüman olduğunu iddia eden de ilahi rehberliğe teslim olmadan bu sıfatı alamaz. Maalesef bugün İslam nizamının kıymetinin bir kısım Müslüman kardeşlerimiz tarafından takdir edilememesinin sebebi vahyin kıymetini idrak ettirecek eğitim imkânlarından çoğu zaman mahrum olmaları, resmi eğitim gördükleri müesseselerde de bu hakikatin rahatlıkla ve açık yüreklilikle oturulup konuşulamamasıdır.
İslam dini bir hayat nizamıdır; sadece manevi açlığımıza ve ruhi sıkıntılarımıza değil, aynı zamanda maddi ve içtimai çıkmazlarımıza da çıkış yolu gösterir. İslam bir bütün olup perakende kabul mümkün değildir; kabullenilmesi gereken temel esaslar hepimiz için mevzubahistir.
Bu düşünceyi temsil edebilen bir politik parti var mı Türkiye’de?
Emrullah Çelik: Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin anayasal zemini dini esasları müdafaa eden bir parti kurma noktasında kırmızı çizgilere sahip. Başörtüsü yasağıyla mücadele etmenin bile kapatılma davası açılmasına sebeb olduğu bir ülkede, zannediyorum bu kırmızı çizgilerin kalınlığı daha iyi anlaşılır. Müslümanlar’a karşı “Demokles’in kılıcı”, “babaannenin tokmağı” vazifesi gören bu kanunların bir an önce değiştirilebilmesini temennisiyle.
Kabir azabı
Ali Yıldırım Hoca bir yayınınızda bir kadının cenazesini gömdükten hemen sonra mezardan bir sarsıntı ve çığlık hissettiğini ve mezar açıldığında cesedin yanmış olduğunu anlatıyor. Bunun sebebi olarak da kadının hayattayken başını kapamamış olması diyor. Bu olayın gerçekliğine inanıyor musunuz?
Emrullah Çelik: Peygamberimiz (SAV) döneminde de böyle şeyler yaşanmış olup “Abdullah ne iyi adam! Bir de gece namazı kılsa!” hadisi bu hakikatin bir misalidir. İslam tarihinde salih zatlardan kendilerine gerek rüya halinde gerekse diğer hallerde ilham edilen şeyler vardır. Bu tecrübeler her ne kadar mevcut ise de ispatı zor, öznelliğe meyilli ve suistimale müsait olan bu tecrübeleri kabullenip kabullenmemek şahısların kendi iradelerine bağlıdır.
Bunun haricinde benzer harikulade vakıaları bizzat yaşadığını ifade eden (buldozerle yerinden kaldırılamayan mezarlar, zor zamanlarında yol gösterilen insanlar vs) insanlarla videolar dahi çektim. Hatta Saadeddin Teksoy’un programında da Bilal Baba olarak bilinen bir zatın tavuğa kurşun attığı kısımları kaldırılmadı ise izleyebilirsiniz.
Hint fakirlerinde de görülebilen bu gibi harikulade şeylerin Müslümanlar nazarında kıymet kazanabilmesi için bu vakayı anlatan insanın hayatında istikamet olması gerekir. Yani Allah’ın istediği istikamette bir hayat yaşıyor olmalı. Beni şahsen Ali Yıldırım Hocaefendi’nin yarım asırdan fazladır teheccüd(gece) namazına kalkması daha çok etkilemiştir.
Ayrıca tesettür Kur’an-ı Kerim’in açık bir emridir ve ruhun günahlardan tesettür edilmesi ne kadar asli bir unsuru ise bedenin de haram nazarlara karşı örtünmesi o kadar açık bir unsurudur; reddedilemez. Tesettürsüzlük eğer affedilmezse diğer günahlar (gıybet etmek, yalan söylemek, Allah’a verdiği sözde durmamak vs.) ahirette azap sebebidir. Bu ceza kimi zaman dünyada ödetilir, kimi zaman ise ahirette.
Pozitivist ve modernist bir bakış açısına sahip olmadığım, inandığım esaslara da aykırı bir noktası olmadığı için böyle bir habere inanmak benim için tezat teşkil etmez. Rabbimizin kudretini, üzerimizdeki nimetini gösteren harikulade şeylere inanabilmek mümin kalbinin vasıflarındandır.
Başka nelerden dolayı azap görür insan?
Emrullah Çelik: İnsanların arkasından konuşmayı “kardeşinin ölü etini yemek gibidir” diye tarif eder Kur’an. Yalan söylemek, kamu malını suistimal etmek, ibadeti terk etmek, herhangi mecburiyet yokken faizle meşgul olmak, iffetsizlik ve daha birçok günah azap sebebidir. Ancak unutulmamalı ki; Rabbimiz’in rahmeti gazabını geçmiş, susuz kalmış bir köpeğe su vermek nice günahları affettirmiştir. Allah kulunun kendini affettirecek şeyler yapmasını ister.
Sizin başınıza harkülade hadiseler geldi mi?
Emrullah Çelik: Bir taş olmayıp da insan olmamız harikulade değil midir sizce?
Tesettür
Kadın neden kapanmalıdır?
Emrullah Çelik: Aslında tesettürü anlamak imanı, itaati ve kulluğu çok iyi anlamakla mümkündür ancak biz kısaca burada izah etmeye çalışayım:
Modernizm’in aksine İslam’da utanmak vardır. Kadın ve erkek biyolojik ve sosyolojik olarak farklıdır, bu farklıklar da hayatta farklı neticeler getirir. Mesela hırsızlık ayetinde önce “hırsızlık yapan erkek” zikredilirken zina ayetinde “zina eden kadın” öncelikle zikredilir. Çünkü bir tanesi gücün, diğeri ise güzelliğin suistimali; yanlış olarak değerlendirilmesidir. Tesettür, iffet ve namus hassasiyetinin neticesidir; bu sebeble bu hassasiyetlerin çok zayıf olduğu Avrupa’da çok şey ifade etmezken Müslüman toplum için oldukça mühimdir.
Genel kabule göre örtünme hicretten beş yıl sonra, yani ilk vahyin üzerinden on beş seneden fazla bir zaman sonra gelmiş. Yani önce vahiyle Müslümanlar’ın kalbi hayatı tesettüre müsait hale getirilmiş, müminler adım adım vahyin nuruyla yoğrularak tesettürü can-ı gönülden kabul etmiştir. Hatta mümin hanımlar bu emre bir an önce uymak için kumaşlarını yırtıp tesettüre müsait hale getirmişlerdir.
Bu sebeble örtünmenin Arap adeti olduğunu söylemek makul değildir; Arap kadınları müstehcen kıyafetlerini peyderpey vahyin rehberliğiyle terketmiştir. Hanımların bedeninin erkek için daha çekici olması onların tesettürünün farklılığının sebeblerindendir. Bugün kadın bedeninin reklamlarda, moda ve fuhuş sektöründe daha çok kullanılması kadının daha cazibeli olmasından ileri gelir.
Ayrıca ruhi ve manevi tesettürün bedeni tesettürün ön şartı olduğu unutulmamalı. Kibir, yalan, haksız mala göz dikmek, gizli kalması gerenleri açığa çıkarmak manevi tesettürsüzlük, ruhi çıplaklıktır.
Tesettür insanın iç iffetini muhafaza ettikten sonra dış iffetini de muhafaza etme gayreti, hakkı ve vazifesidir. Tesettür Allah hakkı olduğu için Müslüman hanımın kocası onun tesettürüne mani olamaz.
Peki, istemediği halde eşleri veya aileleri tarafından zorla tesettüre sokulan kadınlar?
Emrullah Çelik: Açıkçası ailemde çok gördüğüm bir vakıa değil. Çevremdeki birçok Müslüman aileye çocuklarının dini terbiyesini mühim görmedikleri için kızan birisi olarak böyle bir aileyle tanışmak isterdim.
Sizin gibi ben de zaman zaman böyle haberler okuyorum ve böyle aileler olabileceğini tahmin ediyorum. Ruhani terbiyeden mahrum bırakılmış, şefkat gösterilmemiş, kendileriyle alakadar olunmamış, iman lezzeti hakkıyla anlatılamamış hanımlarımıza ve çocuklarımıza tesettürden önce anlatmamız gereken imanın lezzeti ve Allah’a kulluk etmenin ne kadar kıymetli olduğudur.
“Süslüman” olarak tabir edilen, türban taktığı halde makyaj yapıp çekici giyinen kadınlar var.
Emrullah Çelik: Açıkçası bir mümin hanıma hoş olmayan sıfatlar yakıştırmak Peygamberimiz’in sünnetinde yasaklanmış, aynı zamanda da bir zaman “giyinmiş çıplakların” ortaya çıkacağı hadislerde ifade edilmiştir. Muhtemelen o zamanı yaşamaktayız.
Bu mevzuda söz söylemek için bu hanım kardeşlerimizle görüşmek ve niçin böyle yaptıklarını iyice tahlil etmek gerekir. Benim gördüğüm bu tarz davranışlar çoğu zaman küresel sermayenin yönlendirmesi, modernist toplumun baskısı, nefsin kötülüğü emretmesi, fuhşun mevcud her yolla teşvik edilmesi, imanın hakiki mahiyetinin anlaşılmaması ve gafletten neşet eder. Dinimizin hakkıyla anlatıldığında ve mevcut şartlar ıslah edildiğinde bu hatadan dönüleceğini ümit ediyorum. Bu hanımlar bizim kardeşlerimizdir, onları şeytanın kucağına itmektense imanın selametine davet etmek vazifemizdir. Ayrıca, bu kardeşlerimizi tenkit edecek olanlar yanlışı tatbik edenler değil, doğruyu doğru usulle tatbik edenlerdir.
İslam’da kadının yeri nerededir?
Emrullah Çelik: Bu da modern bir tavır. Nedense hep kadının yeri sorulur, erkeğin değil. Cihadın, köleliğin yeri sorulur hep. Güya modernizm kadını özgürleştirmiş, insanları savaştan kurtarmış vs. Aydınlanma çağından sonra daha çok dillendirilen modern hurafelerdir bunlar.
İslam’da kadının yeri de erkeğinki gibidir; Allah’a ibadet ederek hem dünya hem ahiret saadetine ulaşmaya çalışan kişidir mümin bir hanım. Kur’an’daki emirlerin çoğu kadın ve erkeğe beraber hitab eder.
İslam, Feminizm şirkinin yaptığı gibi toplumu bölmez, “müminlerin kardeşliği”ni esas alır. Kimi hakkı erkeğe, kimini de hanımlara daha fazla tanır. Mutlu bir aile meydana getirip bu ailede Müslümanlar’ın hissiyatını diri tutmak annenin en mühim vazifelerinden birisidir. İslam, aile içinde anneye, iktisadi alanda erkeğe daha fazla vazife yükler. Biyolojik ve içtimai sebeplerden dolayı, mesela kadını cihada tabii tutmaz ama cihadda kadının yapabileceği şeyler zaman zaman mümkün hale gelir. Çocuk ya da yaşlılar için de aynı şey mevz-u bahistir.
Bugün kadınların haklarını savunan kuruluşların İdlib’te bombalanan ve Esed zindanlarında zulmedilen, Filipinler otellerinde fuhşa sürüklenen insanların ızdırablarından kocasından dayak yiyen, iş dünyasında yarım maaş alan kadın kadar rahatsız olmadığını görüyoruz. Kadından kadına fark var demek ki.
Kısacası bugün kadın hakkının savunduğunu iddia eden çoğu hareketin küresel sermayenin öncü kolu olduğu kanaatindeyim. Modernizm’e mağlup olmuşsanız dediklerim size bir şey ifade etmeyebilir tabii. Burada iki kitap tavsiye edebilirim: Hanımlar Rehberi (Bediüzzaman Said en-Nursi), Hanımefendi Tesettür Ederim (Burak Kızıldaş).
Cumhuriyet’in kadına verdiği seçme ve seçilme hakkı anlamlı mı sizin için?
Emrullah Çelik: Seçme hakkınızın olmadığı bir yerde “seçme ve seçilme hakkına sahib olmak” garip değil mi? 1930’lu yıllarda hangi seçim olmuş ki ülkemiz hanımları bir kimseyi seçmişler? Nureddin Paşa’nın katıldığı Bursa Seçimleri’nde neler olduğu kitablarda mevcuddur.
Yanlış anlaşılmazsa şunu da ifade edeyim ki; İslami esaslarda herkes seçme vasıflarına sahib olmadığı gibi herkes seçilme hakkına da sahib değildir. İdareci olmak hem zorluklara göğüs germeyi hem de ciddi vasıflarla donanmayı gerektirir.
Modern eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emrullah Çelik: Bugünkü eğitim modelinin insanı insan-ı kâmil, yani Allah’a hakkıyla kul olmuş insan olarak yetiştirmediği açık. İnsan olmak kemale ermek; Allah’ın vahyini nezaketle hayata tatbik etmektir. Resmi eğitim modelini temel almak da “İnsan eğitilerek daha iyi hale gelir” söylemi de bir hurafe.
Akıl ve teknoloji kurtarıcı ise, atom bombasının binlerce insanın ölümüne sebep olmasına ne demeli? Bizim için eğitim insanı bilgili değil şuurlu yaptığında kıymet kazanır.
Vakıflar
Dini vakıfların amacı nedir ?
Emrullah Çelik: Vakıf kelimesini dini olarak açıklamak gerekirse; bir malın sahibinin malını bir hayır gayesiyle Allah yoluna adaması yani vakfetmesidir. Vakıf kavramı üzerinde düşünülmesi gerekir. İslam dünyasında, bilhassa Osmanlı’da çok faydalı vakıflar kurulmuştur. Peygamberimiz (S.A.V.) ve arkadaşları zamanından gelen bir gelenektir.
Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ile (3 Mart 1924 ) vakıf arazilerine el konulmuş, gelirleri devlete mahsup edilmiş ya da üçüncü şahıslara satılmıştır. Birçok Müslüman bunların helal olmadığını düşünerek satın almamıştır. Bu yüzden bu vakıf mallarının birçoğu gayr-i müslimlere geçmiştir. Oysaki bunlar dini hizmetlerin müstakil kalmasına, bağımsız bir şekilde hareket etmesine imkân sağlıyordu. Cumhuriyet bu dini hayır hizmetlerini sahipsiz bıraktı. Tekke ve zaviyeler kapandı. Bu yüzden guraba ve fukaraya sunulan hizmetler aksadı.
Vakfetmek adamak demek, yani vakıf malının mülkiyeti Allah’a geçer, alınıp satılamaz. 1924’te vakıflara vurulan bu darbeyi çok iyi anlamak lazım. 28 Şubat döneminde de vakıflar çok zarar gördü ve bir kısım vakıfların mallarına el konuldu. Hatırladığım kadarıyla yakın zamanda bu malların bir kısmı iade edildi.
Vakıfların belediyelerle çalışması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emrullah Çelik: Yakın zamanda Ak Parti tarafından bu vakıflara tekrar bir hürriyet sahası açıldı. Bugünkü vakıflar artık daha ziyade sivil toplum kuruluşları gibi işliyor.
Her vakfın kendini idare ettirecek üç esasa ihtiyacı vardır: Sağlam bir fikri temel, temeli taşıyacak kadro ve bu kadroyu besleyecek maddi imkân. Bu amaçla vakıflar yeni gelir sahaları oluşturmuş, hastane, eğitim müessesi açmış, ticari sahaya da girmiştir. Böyle hizmetleri olunca belediye ile ortak iş yapması normaldir. Vakıf yaptığı yardımlarla devletin üzerinden yük alır.
Tabii ki burada vakıflar ve belediyelerin şeffaf ve dürüst çalışmaları mühim. Eğer masumlara karşı silahlı mücadele içinde değilseler, milli varlığa zararlı bir hareketleri yoksa, insanlar arasında tedavi edilemeyecek yaralar oluşturmuyorsa, hayır hizmetlerine devam ediyorsa belediyelerle çalışmasında bir zarar görmüyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin dini vakıflara çok yüklü paralar aktardığı açıklandı.
Emrullah Çelik: Ben sadece sosyal medyada böyle bir liste gördüm, ancak doğruluğu hakkında bir araştırma imkânım olmadı. Siyasi hareketlerin kendilerine yakın bulduğu vakıflar, STK veya şirketler vardır. Suistimal olmadığı müddetçe bir kısım müşterek faaliyetlerde bulunmaları garip karşılanmamalı.
Mesela Ekrem İmamoğlu tebrik için çiçek gönderilmesi yerine ÇYDD’ye yardım edilmesini talep etti. Bu derneğin Işık TV’de yayınlanmış bir görüntüsünü hatırlıyorum; PKKlılara burs verip destek olduğu anlatılıyordu. Daha sonra bir tekzip geldi mi bilmiyorum. PKK’nın duruşu biliniyor ama CHP, bir dönem PKK’ya burs sağladığı iddia edilen ÇYDD’yi destekliyor. ÇYDD aynı faaliyetler içindeyse bu ülkenin kurucusunun kurduğu partinin en mühim adayının böyle bir kuruluşa yardım taleb etmesi garip değil mi?
Benzer şekilde Ak Parti’nin de muhtelif vakıflarla irtibatta olması normal. Mesela bir vakıf belediyeler tarafından tertib edilen bir ifatar davet edilince katılır, yazılı olarak belediyeden otobüs talep eder ve kabul edilirse bu hizmet onlara tahsis edilir. Vakıf faaliyetleri için seminer salonu tahsis edilebilir. Bunlar tabii şeyler.
Vakıf malların tekrar vakıflara iade edilmesi taraftarıyım. Kendi maddi imkânları olursa siyaset tarafından suistimalleri zorlaşır.
Bu vakıflar bu paraları istismar ediyor olabilirler mi?
Emrullah Çelik: Vakıflar da devletler gibi, aileler gibi insanlardan müteşekkildir. İnsanlar hata yapabilirler. İyi niyetle kurulmuş vakıflarda da bu hataları yapan insanlar olabilir. Vakıf malı Allah’a vakfedilmiştir ama tafsilatları hakkında âlimler arasından farklı fikirler mevcuddur. “Dini” ve “hayır” kelimeleri modernizmle birlikte ağır tahribata uğradığı için bu kelimeleri asli manalarıyla temsil etme noktasında vakıflara büyük işler düşmekte.
“Her halükarda Müslüman olurdum”
İslam haricindeki semavi ya da semavi olmayan diğer dinleri de incelediniz mi?
Emrullah Çelik: Bunların hepsinin incelenmesinin modern bir hurafe olduğuna inananlardanım. İnsan her şeyi okuyacak, inceleyecek, bunların arasında tercih yapacak… Her zaman mümkün değil bu, mecburiyetimiz de yok. Her şeyi okuyabilse bile, bakış açısı ve bir duruşu vardır insanın. Ben Nietzsche’yi de Eski ve Yeni Ahit’i ve başka kutsal görülen metinleri de okudum. Derslerimde de zaman zaman onlardan bahsediyorum ancak bu benim bu eserlere nesnel yaklaşabileceğim manasına gelmez.
Ben insanın nesnel olabileceğine de inanmıyorum; en fazla öznellikten uzak olabilir. Çünkü nesnellik tarafsızlık demektir ve tarafsızlık insan için mümkün değildir. Doğumundan itibaren yaşadığı tecrübeler insanı bir tarafa müsait hale getirir. Bir insanın Müslüman olması için Müslümanlık ile ilgili her şeyi okuyup anlaması gerektiğini düşünmüyorum. Birçok şey zaman içinde yaşanılarak, içselleştirilerek öğrenilir. Tevrat’ı anlamak için mesela senelerinizi vermeniz gerekir ama bunu çoğu kişi yapmaz. Hayatımızda bu kadar zamanımız yok. Ben eğitimle meşgul olduğum için birçok metni ve izahatlarını okudum, bu dinlere mensup insanlarla konuştum. Ama her Müslüman’ın böyle bir şey için ne zamanı ne de imkanı var. Hakikati bulmuş bir insanın batıllarla meşgul olma gereği yoktur. Hakikat tektir, batıl çoktur. Her insan kısmen dogmatik kısmen araştırmacıdır; aksi istisnalardır.
Türkiye’de değilde misal Norveç’de Norveçli bir ailede doğmuş olsaydınız, gene İslam’ı öğrenip kabul eder miydiniz?
Emrullah Çelik: Ateist çevrelerde sık sorulan bir soru bu. Ben Hıristiyan bir ailede yetişip Müslüman olmuş ya da Müslümanlığa müsait bir zeminde yetişip farklı inançlara mensup olmuş insanlar tanıyorum. Çevrenin üzerimizdeki etkisi inkâr edilmez ama hakikat birdir. Birçok dini ve fikri öğretide onları ayakta tutan doğru noktalar da var, ancak külli doğruluk onlar için mevzubahis değildir. Şahsen nerede yetişirsem yetişeyim İslam bana bir şekilde ulaştığında her halükarda inşallah inançlı bir Müslüman olacağıma inanıyorum çünkü İslam’ın diğer dinlerden daha makul ve kabüle müsait olduğu kanaatindeyim.
Ateizm
Ateizm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emrullah Çelik: Allah’ın varlığının inkârında herhangi bir makul taraf görmüyorum; şu ana kadar da bu konuda makul bir açıklama duymadım. Ateistler bir yaratıcıdan ziyade, kötülük sorununu konuşuyorlar. Yeryüzünde olanların bir yaratıcı tarafından yaratılmasının ne kadar mümkün olup olmadığını sorguluyorlar ama bunların hiçbiri bir yaratıcının mevcudiyeti ile ilgili değil, sıfatlarıyla alakalıdır. Bilimsel bilgi de dünyamızdaki nizamın nasıl olduğunu açıklama gayretinde; niçin olduğunu izahta çaresiz kalıyor. Varlık esere bakar. Bir yerde bir eser, bir sanat varsa bu sanatçının varlığını gösterir. Burada ateizm bir usul hatasına gidiyor.
Allah’a, peygamberlere ve ahirete iman benim için üç temel unsurdur. Bu konuları tartıştığımda bir kısım ateistlerin samimiyetsiz tavırlarını tecrübe ettim. Ateist ya da modernistlerde gördüğüm bir şey bu; benden sorgulamamı isterken, kendileri kendi düşüncelerini sorgulamıyorlar. Ayrıca farklı bir Türkiye tarihi okuma davetimizi birçoğu kabul etmiyor, fikirleri resmi tarih anlayışıyla şekillendiği için. Hakikat bu olsa da onların birçoğu kendilerini resmi tarihin çok dışında görüyorlar.
İslam’ın çevre ve doğa bilinci hakkındaki hadisleri varmı? Kendini Müslüman olarak tanımlayanlar bu bilinçte mi?
Emrullah Çelik: Çevre şuuru üst bir şuurdur. Bugün Müslümanlar en temel hususlarda bile cahil bırakıldıkları için çevre şuuru da maalesef çok azımızda mevcud. Fıtratı bozan betonlaşmanın dindarlığımıza ne kadar zarar verdiğinin farkında değiliz. İnsanlara yeteri kadar anlatılamamış bir konu bu. Sahabe döneminde vardır bu şuur. Ama çevreyi hangi unsurlara göre anlayacağız? İslam Dini için çevre mühim olduğu gibi Allah’ın yaratıcı kuvvetinin en iyi şekilde anlaşıldığı bir sanat galerisidir aynı zamanda.
Şuurlu Müslüman’ın çevre bilinci vardır ama “şurada ağaç kesilmez, buraya nükleer santral kurulmaz” şeklindeki mutlak tavır doğru bir dini tavır değil. Olumlu ya da olumsuz taraflarına bakılarak bu meseleler dikkatli bir şekilde ehil alimler tarafından ele alınmalı.
Birçoğumuz çevreci olduğunu iddia etse de çoğu zaman bu tavır samimi gelmiyor bana. Bulaşık suyunu israf olmasın diye bostana döken, yumurta kabuğunu çöpe atmayıp tarımda kullanan, bayat ekmeklerden köfte ve yumurtalı ekmek yapan annemi bizden çok daha çevreci görüyorum.
Her yere bina dikmeyi de doğru bulmuyorum. Bir Müslüman komşusunu tanımalı ve onlarla alakadar olmalı. Bugünkü şehir hayatının birçok unsuru bizi bu hakikatlerden uzaklaştırıyor. Kastettiklerimin doğru anlaşılması için ibadet hayatımızın canlı olması, kalbimizin iman neşesiyle dolu olması ve ahlaki şuura ulaşmış olmamız gerek.
Modernizm
İslam’da israf ve gösteriş hoş karşılanır mı?
Emrullah Çelik: Kibir meselesi gibidir bu. Haram ve helal olmasını tesir eden birçok unsur var. Mesela kibir büyük bir günahtır ama savaş sırasında kibirli bir yürüyüş düşmanı korkutur, Müslüman’ın menfaatine olur.
Şahsın durumuna göre de değişkenlik gösterir bu unsurlar. Benim için zırhlı araç gösteriştir ama bir idareci için olmayabilir. Sosyal medya hizmetlerim için benim 5000 liralık bir telefon almam gerekir ama başkası için bu gereksizdir. İslam Tarihi’nde görkemli camiiler inşa eden halifeler olduğu gibi cami tadilatı yerine fakirlere yardım yapılmasını emreden sultanlar da vardır. Bu sebeble israf olarak görülen şeyin meşru sebeplere dayanıp dayanmadığını incelemek gerek.
İnşa ettiğiniz bir yapı devletin ve milletin manevi şahsiyetini temsil ediyorsa gösteriş ve ihtişam size sevap da getirir. Ama devlet malını şahsi rahatınız için harcarsınız bu israftır, hatta bazen bir hırsızlıktır.
Modernizmi Kapitalizm’le bağdaştırıyorsunuz sanırım. Anti Kapitalist Müslümanlar diye bir grup var. Sözcüleri İhsan Eliaçık’ın fikirleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Emrullah Çelik: Modernizm size üretildiği kadarını gönüllü, olmazsa zorla tükettirir. İslam’da ise mevcut üzerinden hareket edilir. Bu sebeble Modernizm ile Kapitalizm oldukça iç içedir.
İhsan Eliaçık’a gelince; siyasi fikirlerini bilemem ama İslâm Dini hakkındaki sözleri dini temellerden ziyade siyasi temellere dayanıyor ve reddi mümkün olmayan birçok meseleyi ya reddediyor veya tarihen pek mümkün olmamış şekilde yorumlamaya çalışıyor. Kısacası O’nu birçok ilim ehli arkadaşım gibi Müslüman’dan ziyade antikapitalist görüyorum.
Modernizm’e karşı olup internet, akıllı telefon gibi modern hayatın nimetlerini kullanma, Kabe’nin etrafının lüks gökdelenlerle çevrili olması, Cemaat ya da tarikat liderlerinin Mercedes’e binmesi vs. Modernite karşıtlığının kriteri nedir?
Emrullah Çelik: Burada genel olarak sizin de birçok çevreden duyduğunuz bir şeye, bu gibi şeylerin vasıta olduğuna atıfta bulunayım. Bahsettiğiniz meseleler de bunun gibi. Maalesef Kabe-i Muazzama’nın kutsiliğine zarar veren şeylerden bizler de rahatsızız. Diğer bahsettiğiniz Mercedes gibi meseleler ise iyice araştırılmalı ki yanlış sözler söylenmesin. Bir kısım çevrelerde bunlar dile getirilirken Osman Nuri Topbaş, Nimetullah Halil İbrahim Yurt ve Said Nuri Ertürk gibi mütevazi insanlardan hiç bahsedilmemesi ise sizce şaşırtıcı değil mi?
Kendi sebeplerimi açıklamıştım. Genel olarak modernite karşıtlığının kıstasını hem imani hem de ameli olarak vahye tabi olmak şeklinde ifade edebilirim.
Fethullah Gülen
Gülen hareketi nasıl bu raddeye geldi sizce?
Emrullah Çelik: Cumhuriyet sonrası baskı gören dindar-mütedeyyin, Müslümanlığını hayatın içinde yaşamak isteyenlere rahat bir hayat hakkı sunulmadı. Bu Haşhaşi hareket de onlara nefes alma fırsatı verdi. İlk etapda yerli ve milli bir hareketmiş gibi görünse de daha sonra köklerinin dışarda olduğu anlaşıldı; görüldü ki bizden görünüp bize karşı hareket eden sinsi bir yapı bu.
Aslında şuurlu dindarlar bu harekete fazla meyil göstermese de modernite ile Müslümanlığı birleştiren bu hareket, halk tabanında büyük bir kabul gördü. Batıl ile İslam’ı bir araya getirmeyi hedefledi; başörtüsünün altına pantolon giydirdi. İnsanlar dış kanamadan değil, dış kanamadan ölür, çünkü iç kanama hissedilmez. Maalesef bu hareket birçok vasıflı Müslümanın küresel sermaye tarafından yok edilmesini sağlamıştır.
Bence bu Haşhaşi yapı kibrine yenildi ve mağlup oldu; ben de onların mağlup olmasında çok uğraşmış biriyim. Modernizm Mümin bir gönül için nasıl bir hastalıksa, Gülen hareketi de bir hastalık. Kısa süreli bir kar getirmiş gibi gözükse de uzun vadede birçok insan maddi-manevi kayıplara uğradı.
Modernizme karşı tek çare İslam’dır; İslam modernizme uyabileceği için değil Modernizm karşısında durduğu için insanlığın umududur. Zira modernizm insanlığın hakiki mahiyetinin ruhsuzluğa teslim edilmesidir.
Bu hareketin bunca yanlışa rağmen birçok Müslüman arasında hoş görülmesinin asıl sebebi Müslümanlara baskı yapan resmi devlet ideolojisinden kurtulma gayreti idi. Maalesef küresel üst akıl tertemiz gençlerimizi kirli hedefleri için kullanarak onların hayatını berbat etti.
Cemaatlerin bu yapıya bakışı nasıldı?
Emrullah Çelik: Şimdi cemaatlere laf söylüyorlar ama cemaatlerin birçoğu aslında Gülen Hareketi’nin karşısındaydı. Cemaatler, toplumun en temiz kesimlerinden idi bu meselede. Maalesef 17-25 sonrası Gülen Hareketi’ne karşı tavırlar oldukça değişkenlik gösterdi. Mesela, Ak Parti’nin Gülen ile beraber olduğunu söyleyen bazı siyasiler bu Haşhaşi hareket Ak Parti’yle mücadele etmeye başlayınca Zaman Gazetesi önüne ilk gidenlerden oldu. Bu, Haşhaşi Harekete muhalefetin farklı sebebleri olduğunu gösteriyor.
İslami çevre Gülen’e neredeyse taparken şimdi idam etmek istiyor. Bu kadar hızlı ve keskin bir hissi dönüşüm nasıl yaşanabildi?
Emrullah Çelik: Tapma kelimesi hakikati yansıtmaz. Ciddi eleştiriler vardı önceden de ama pek gündeme gelmiyordu. Modernizme boyun eğmiş, dinini kapalı kapılar ardında yaşayan Protestan bir dindar toplum oluşturmak isteniyordu. Şu andaki mevcut tüm büyük partilerin içinde bunu yapmaya çalışanlar var. Bu zihniyetin hangi partiden olursa olsun Gülen Hareketi’nden farkı yoktur. Bu Haşhaşi yapı görevini bu şahıslara teslim etmiştir.
Müslümanlar bir dönem bu meselede hata yapmış olabilir; bu hata Müslümanların da hata yapan kullar yani insan olduğunu gösteren bir unsurdur. Hatalar da ders alınırsa güzeldir. Biz bir hata yaptığı için insanlara kapıları kapatamayız. Tövbe etmiş insana kapı kapatılmaz. Yasin Suresi’nden önceki son ayet olan Fâtır Suresi kırk beşinci ayet bize affetmenin ne kadar yüce bir haslet olduğunu gösterir. Her ne kadar kısaca bu ihanet hareketini anlatmaya çalışsam da dini, iktisadi, içtimai ve medya cebheleriyle geniş bir konu.