Toprak… Dünyanın hafızası, ham maddesi, ölüme ve yaşama açılan kapısı. Üstümüze toprak değse kirlendik sanırız da düşünmeyiz dünyanın toz bezidir, süpürgesidir o. Temizler, dönüştürür. Bazen kendiliğinden, rüzgarla, tozuyarak tohumları alır, besler, büyütür, sunar insanoğluna. Bazen de ne ekersen onu biçersin.
Amatör bir çiftçiden profesyonel ölçekte tavsiyeler…
Yerleşik hayata geçtiğimizden beri, vatan ile eş anlamlı kullanılmış toprak kelimesi. Kök salmak, yerleşmek akla gelmiş söylendiğinde. Ama modern insan yerleştikçe hor kullanmış onu. Yüzyıllardır kentleşme adı altında, hunharca beton yığınına çevirmiş. Toprakta koşarak büyüyen mutlu pozitif nesillerden, ayağı toprağa basmadan ilkokul çağına gelen, negatif, sorunlu nesillere doğru mutasyona uğradı insanoğlu maalesef.
Toprakla muhabbeti güzel tarihimize rağmen, toprakla ilişkimizi kuvvetlendirmek için ayrıca ve masraflı bir çaba göstermemiz lazım şimdi. İnsanlar toprağa dokunabilmek, birkaç metrekare toprağı ekip biçmek, biraz nefes alabilmek için hobi bahçeleri kiralıyor ya da balkonundaki saksılarda domates biber yetiştirerek toprakla hasretini gideriyor. Daha şanslı olanlar müstakil evlerinin bahçelerinde oluşturdukları küçük alanları ekip biçerek topraklanıyor. Yeni nesil, dalından meyve koparıp yemenin zevkini hiç bilmiyor.
Aşık Veysel’in sadık yari toprak, modern insanın hayali şimdi….
Röportaj: Vedat Polat
2005 yıllarında başlayan toprağa ve bitki yetiştiriciliğine olan ilgisini, 2015 yıllarından itibaren, zeytin ve ceviz yetiştiricisi amatör bir çiftçi olmaya taşıyan, emekli olup zamanının ve enerjisinin tamamını çiftçiliğe adamayı iple çeken bir toprak aşığı Vedat Polat ile toprak, zeytin yetiştiriciliği, Türkiye’de ve dünyada tarımın durumu ile ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Vedat Polat kimdir?
1971 Aksaray doğumluyum. İlk, orta, lise eğitimimi Aksaray’da, lisans eğitimimi Turizm Otelcilik ve İktisat alanlarında, yüksek lisans eğitimimi Çeviri Bilim alanında tamamladım. 22 senedir ABD elçiliğinde çalışıyorum. Evliyim, bir kız çocuğum var. 2015 yılından beri organik tarım yapmaya çalışan amatör bir çiftçiyim.
Toprak kelimesi sizin için ne ifade ediyor?
Senin de dediğin gibi yaşamın hem başı hem sonu. Yaşamı mümkün kılan dört elementin biri olmasına rağmen, diğer dört elementi de içinde barındıran tek elementtir. İçinde hava da vardır, ısı da vardır, su da vardır. Kültürümüzde toprak bir çok şeyin yerine kullanılır. Mesela biz sulu toprağa çamur demeyiz ona da toprak deriz. Çok ısı verirsen kerpiçtir artık. Ama ona da toprak deriz. Toprak kap deriz mesela.
Su, ateş, hava ve toprağı barındırmasına rağmen toprak diye sıfatlandırırız kabı. En baskın elementtir çünkü. Toprak sadece üzerinde yetişenler bakımından değil, kendi göğsünden verdikleri bakımından da çok zengindir. Mutfak mermeri de, bakır da, altın da ondan çıkıyor. Vakardır toprak. İnsanın örnek alması gereken en önemli özelliğidir bu. Asildir yani. Bağırmaz çağırmaz gereğini yapar.
Toprağa olan sevginiz, zeytin ve ceviz yetiştirmeye olan ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
Memleketim Kapadokya’ya gidip gelmeye başladıktan sonra bu ilgim uyandı. Hafta sonları eşimle gittiğim Kapadokya turlarında üzüm bağlarının tozlu üzümlerini yıkamadan yemenin zevkini, gerçek kaliteli kabak çekirdeğinin, gazel yapraklarının altında bulduğumuz cevizlerin lezzetini ve onların marketlerden aldıklarımızdan farkını farkettim.
Sonra işi büyütüp eşimle zevkine sabah erken, akşam geç bahçelere girerek ceviz çaldık. Sonra bir yolla geri ödedik mutlaka da o doğallığın tadına varmaktı maksat. Sonra neden biz de böyle doğal tatlar üretmeyelim diye düşündüm?
Uçhisar’da akrabalarım gelip gitmiyorsun diye gönül koyunca “Bağım yok bahçem yok niye geleyim?” diye takıldım. “Buralar hep senin dedenin gel al nereyi istersen” dediler. 10 800 metre bağ verdiler. Orada başladım. Ama ben Ege aşığı bir insan olarak 2000 yılından beri hep Ege’den arazi baktım.
90’ların sonu 2000’lerin başında emekli olduğum zaman kendi diktiğim, yetiştirdiğim, büyümüş ağaçların olduğu bir çiftlik emeklisi olma hayali kurdum. Ve bunun için bir arazi arayışına girdim. Bütçe ayarlamaya başladım. Küçükler beni tatmin etmedi, büyüklere gücüm yetmedi derken 2005 yılında 2025 yılında içinde yaşamayı hayal ettiğim şu andaki arazimi aldım. Ekseriyette zeytin, biraz ceviz yetiştiriyorum. Üzüm ise önümüzdeki yıllar için planlamaya alındı.
Sizce Türkiye’nin tarım konusundaki en önemli sorunları nelerdir?
Turkıye’nin iki tane büyük sorunu var:
• Birincisi bilinçsiz tarım, aşırı sulama, kötü sulama, yanlış dikim, toprak ilacı gibi nedenlerle topraklarımızın erozyona uğraması.
• İkincisi ise devletin ziraat mühendisi yetiştirmek yerine, zirai ilaçlar mümessili yetişmesi. Yani yetiştirdiği mühendis 4 yıl boyunca hangi hastalıkla hangi ilaçla mücadele edeceğini, hangi gübreleme için hangi besin takviyesini vereceğini öğreniyor. Büyük ilaç firmalarının ilaçlarını tanıyor ve sonra da tanıtıyor. İlaç mümessili gibi yani. Ben onların öğrettiği lafları köylülerin ağzından duyuyorum.
Bak bir örnek vereyim :
Köylü “Abi baktım ağaç hafif yavaş gidiyor. Çaktım üç yirmiyi diyor” üç yirmi dediği kimyasal gübre, 3 tane 20’lik doz. Doğal tarım yaparım ama kimyasallarla ilgili de bilgim vardır. “Bak kardeşim toprağın kireçli, illaki vereceksen 2×20 verseydin. İlave bir doz daha potasyum, toprağının pH’ını yükseltir. pH’ını yükseltirsen de topraktaki minerallerin alınımını bozarsın. Yani toprakta olur ama ağaç alamaz. Toprak o formda olmaz. Sonra bunu düzeltmek için sana ahır gübresi ver, solucan gübresi ver diyecekler. Bir sürü ek masraf yapacaksın. Kimyasal kullanıyorsan bunları da öğren” diyorum. “Abi sağlam olsun dedim. Ondan üç yirmi yaptım” diyor. Güler misin? Ağlar mısın?
Yaratan bu topraklara torpil geçmiş
Eskiden tarım toplumu olmamıza rağmen şu anda tarımdan gitgide uzaklaşmamızın sebebi nedir?
Tarım toplumu olmamıza rağmen demişsin. Sanki iyiydik de kötüye gittik gibi bir anlam çıkıyor buradan. Türkiye bir tarım toplumu değil. Değildi de. 30 sene önce Türkiye’de buğday verimi 1’e 12 iken Fransa’da 1’e 30 idi. Türkiye’nin nüfusunun büyük kısmı tarımla geçinirken de ülkemiz maalesef bu işin iyi yapanı değildi.
Dünyada kaliteli zeytin üretiminin yüzde 90/95’leri Akdeniz havzasında gerçekleşiyor. Biraz Amerika Kaliforniya, biraz Avustralya ilavesi var. Fakat hem kalite olarak en iyisi, hem miktar olarak en fazlası Akdeniz havzasında üretiliyor. Akdeniz havzasında da zeytin en fazla Ege Denizinin iki tarafında yetişir. Başka deyişle Yaratan bu topraklara torpil geçmiş.
Türkiye’deki zeytinciliğin yüzde 60’a yakını Türklerin değil!
Fakat 2018 itibariyle Türkiye’deki zeytinciliğin %60’a yakını Türklerin değil. Büyük firmaların, hepsi satıldı. Yüzde 40’ının da %50’sinin gizli yabancı ortağı var. Türk toprağı değil burada söz konusu hassasiyetin adresi. Maksimize edilmiş kardır. Türk insanı bu firmalara farkında olmayarak, markete gittiğinde satın alarak, bu firmalarda işçi olarak çalışarak ya da bunun farkında olup eleştirmeyerek, kendi siyasetçisinin üzerinde baskı kurmayarak hizmet ediyor aslında.
Köylü de ürününü satın alan yabancı şirketlere uyum sağlayarak üretmeyi, toprağı mekanik bir şey gibi görmeyi kanıksamış durumda. Yani istisnalar hariç köylü de, senin benim gibi romantik bir gözle bakmıyor artık toprağa. Daha fazla alma şansı varsa kimyasal vermekten çekinmiyor ve kim daha fazla para verirse ona satıyor ürününü.
Bunun düzelme şansı ancak Türk ulusunun topyekun uyanması ile mümkün. Zor ve meşakkatli bir iş. Mümkün mü? Mümkün. Atatürk‘ün 19 Mayıs’ta yola çıktığı koşullardan daha mı kötü koşullar? O umut etmiş biz neden etmeyelim? Ama tekrar söylüyorum, zor ve meşakkatli bir iş.
“Kendi kendine yeten nadir ülkelerden biriyiz” cümlesi hikaye mi o zaman?
Yaratıcı torpil geçmiş. Türklerin bir katkısı yok orada. Bize rağmen, bizim yanlışlarımıza rağmen Türkiye bu kadar üretebilmiş. Bugün bile ülkemizde bolluk var. Biz doğruları yaptığımız için değil. Yaratıcının torpiliyle, bize rağmen. Zengin babanın kötü miras yedi çocuklarıyız biz. Türkiye fındık üretiminde dünyanın birincisi, fındık borsası Almanya Hamburg’ta. Türkiye dünyanın incir ihracatının %40’ını karşılıyor. Ama incir fiyatlarını Türkiye belirlemiyor.
Sofralık zeytinde dünya ikincisi, yağlıkta dünya 3. 4.’sü olmamıza rağmen, herhangi bir uluslararası zeytin örgütünde esamemiz bile okunmuyor. Ürünlerimiz dökme zeytin olarak gidiyor. Finike’nin portakalı, Seferihisar’ın- Gümüldür’ün satsuması, Mersin limonunun Kapadokya’da yatak limon haline dönüşmesi, her biri birer mucize.
Sadece tarım olarak bakmamak lazım meseleye
Türkiye topraklarının bünyesinde sakladığı arkeolojik kazı alanları ve kültür miraslarının hala çoğunluğu toprak altında. Açığa çıkartılamamıştır. Açığa çıkan en büyük kazı alanlarını da yabancılar kazmışlar ve finanse etmişler. Göbeklitepe’yi, Afrodisias’ı Almanlar kazdı. Pamukkale’nin yarısını Amerikalılar kazdı. Hala kazıyorlar. Bizim arkeologlarımız da müzede memur olabilmek için torpil aramakla oyalanıyorlar. Daha doğrusu sistem onları buna zorluyor.
Toprakla uğraşmanın bir insana en önemli katkıları nelerdir sizce?
Dünyada her şey kimyadır. İnsanın aklı kimyadır. Sevgisi, üzüntüsü, neşesi kimyadır. Toprak insanın kimyasını düzeltiyor. Soyut bir terimden bahsetmiyorum. Somut ve gözlemlenebilir bir şeyden bahsediyorum. Vücudunu, psikolojisini dengeliyor. Fazla varsa alıyor, eksik varsa veriyor. Öfkeli gidiyorum rahatlayıp geliyorum. Mutsuz gidiyorum mutlu dönüyorum.
Tarımda Türkiye dünyanın neresinde?
Dünyanın en gelişmiş ülkeleri tarımda en gelişmiş ülkelerdir. Amerika dünyanın en büyük tarım ihracatçısı, Hollanda, Avrupa’nın en büyük tarım ihracatçısı. Aynı zamanda da en gelişmiş ülkeler. Türkiye gelişmek istiyorsa, tarımını geliştirmeden bunu başarması mümkün değil. Ülkeyi yönetenler yani kolektif akıl değil ama üçüncü, dördüncü nesil çiftçiler münferit akıl olarak bizde de ümit veren gelişmelere imza atıyorlar.
Mesela, toprak zengininin torunu olup, şehirde fabrikatör babasının yanında büyümüş, kaliteli okullarda okumuş, sonradan dedesinin, dedesinin babasının yaptığının farkına varıp, memleketine gidip, Amerika’da, Avrupa’da, üniversitelerde ve diğer ortamlarda öğrendiğini, bilincini kendi toprağına aktarıyor, üretiyor. Yani 3. 4. Nesil çiftçiler dediğim bu nesil harikalar yaratıyor.
Türkiye’deki genel tarım politikalarını beğenmemekle birlikte, bilinçli, eğitimli bir kesimin bu zinciri kırdığını görüyor ve daha iyi işler yapacağını ümit ediyorsunuz yani.
Evet. Zeytincilik hakkında kötü istatistikler vermiştim. Aynı zamanda Türkiye en kaliteli zeytinyağı yarışmalarında son yıllarda en çok ödül alan ve ödül alma miktarını en hızlı arttıran ülke Dünya’da. Bu 3. 4. Nesil dediğimiz çiftçiler sayesinde gerçekleşiyor, devletin değil. Adamların maddi problemi yok, idealistler, bilinçliler ve yapıyorlar.
Urlalı yeni nesil genç çiftçiler uluslararası yarışmalarda sürekli en iyi şarapçılık ödülü alıyorlar. New York zeytinyağı kalite yarışmalarında son 3-4 yıldır Türkiye şampiyon. Çünkü o bahsettiğim üçüncü-dördüncü nesil, yurtdışlarında eğitim alıp, bilinçlenip çiftçiliğe dönenler çok hızlı döndüler. Bu başarıların da mimarı onlar.
Amatör bir çiftçi olarak tarım politikalarının iyileştirilmesi, çiftçinin bilinçlenmesi için çözüm önerileriniz nelerdir?
Talep olmadan olmaz. Halkın doğru tarım politikalarını talep edip siyasetçiye, politikacıya yaptırması lazım. %13 %15 resmi işsizliğin olduğu, tarımın bu kadar bilgiye ihtiyaç duyduğu bir ülkede, bu kadar ziraat mühendisimiz boşken, işsizken, bizim köylümüz neden üretim aşamasında, hasat aşamasında ya da pazarlama aşamasında doğru dürüst danışacağı, akıl alacağı, yönlendirileceği, örgütleneceği mühendis bulamaz? Bu nasıl izah edilir?
Bunun tek izahı var; bakkal amca şarkısındaki gibi, şeker var, un var, helva yapacak adam yok. Bu ziraat mühendislerini güzelce yetiştirin, her köye atayın üçer beşer. Kapı kapı gezsinler, 500 metre kare arazisi de olsa, 50 dönüm arazisi de olsa köylüye anlatsınlar. “Ot ilacını azaltın” dediler mesela. “Ağaçların güzel görünüyor ilaç verme tamam mı?” desinler ve ya “Elmanız var, hasat yapıyorsunuz, tek tek götürseniz olmaz üçünüz beşinizi bir araya getirelim, bir tane büyük kamyon çağıralım nakliye masrafınız azalsın, daha büyük pazarda satın” desinler. Örgütlesinler. Örgütlenmeyi öğretsinler. Bu ülkenin parası mı yok? Ziraat mühendisi mi yok buna?
Coğrafi işaretleme diye bir şey var dünyada. Mesela İsveç Alplerindeki hayvansal ürün üretimi yapan çiftçiler, Almanya’daki bir süpermarkette ürettikleri peyniri, yağı, coğrafi işaretleme yaptıkları için çok güzel fiyatlardan satabiliyorlar. Çünkü örgütlüler. Almanya’daki süpermarketteki insan diyor ki “İsveç Alplerinden gelmiş. Coğrafi işaretlemesi var yani denetlenmiş.”
Coğrafi işaretleme: Belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş ürünü gösteren işarettir.
Bunu biz niye yapmayız? Köylü bunu nasıl yapacak? Köylü hala yağmur duasına çıkıyor. Yaratıcı ne demiş “Ben hükmümde değişiklik yapmam. Şöyle şartlar oluştuğunda yağmur yağar. Böyle şartlar oluştuğunda da kar yağar” Sen bunu dua ile düzeltemezsin. Bunu ormanları kesmeyerek düzelteceksin. Küresel ısınmaya engel olarak düzelteceksin. Yer gök dua ile tamam da, senin iklimin değişmiş, ormanların çöl olmuş, dönüp de dua ile yardım beklemenin esprisi ne?
Belki 50 milyon insanı tek tek eğitime alamaz devlet. Ama 50 milyon insana ulaşacak şekilde eğitilmiş insanlarını gönderebilir ve çiftçiyi eğitebilir. ilçe tarım ve ziraat odaları ile mecburen çalışıyorum çiftçi olarak. Kaşe, imza, aidat tahsilinden başka yaptıkları hiçbir şey yok. Bilgilendirme toplantıları ise zirai ilaç tanıtım semineri gibi. “Kasım ayı geldi şunu at. Ocak gelince bunu göm” den ibaret. Bunların değişmesi için halkın talebi ve baskısı şart.
Büyük değişiklikler bazen yukarıdan aşağı olur. Bazen aşağıdan yukarı olur. Yukarıdan aşağı olan büyük değişiklikler kalıcı olurken zorlanır. En kalıcı değişiklikler aşağıdan yukarı olandır. Ümit ediyorum yeni nesil çiftçiler örnekleriyle bunu Türk insanına öğretecekler.
Maddi manevi bu kadar meşakkatli bir uğraşı seçmek gerçekten cesaret ve tutku gerektiren bir durum. Bu süreçte yaşadığınız zorlukları bizimle paylaşır mısınız? Eşiniz ve çevreniz sizi destekliyor mu?
Eşim en başından beri destekliyor. Hayal gerçeğe döndükten sonra çok olumlu tepkiler aldım tabi ki. Ama gerçeğe dönme sürecinde ailemden, çevremden pek destek gördüğümü söyleyemem.
Sana bir örnek vereyim de gül;
2005 yılında şu andaki arazimi aldığım yere annemi götürdüm. Virajlı yollardan tırmandık. Durduk. “Anne burası bizim. Kısmetse şuraya şunu dikeceğim. Buraya bunu dikeceğim. Oraya da evimi yapıp emekli olunca yerleşeceğim” dedim. 15 gün ağladı “Oğlum aklıyla arasını bozdu” diye. “Ben konak kızıyım. Baban konak beyi sana yer mi kalmadı geldin elalemin dağlarına” diye hem söylendi hem ağladı.
Az gelirle çok şey yapmaya çalışıyorum. Cephane kısıtlı, ziyan edemiyorum. Annem de boşuna masraf yaptığımı düşünüp daha çok dertlendi kadıncağız. Baktım annem çok üzülüyor. Sattım dedim. Benim toprak aşığı, bütün ömrü toprakta geçmiş annem ben toprağımı satınca “oğlum bu dertten kurtuldu” diye sevindi.
Birkaç yıl sattım bildi herkes. Sonra 2015 yılında ilk 800 tane zeytin ağacı diktim. İlk gördüğü zamanın üzerinden 10 yıl geçmişti ki annemi tekrar götürdüm. Toprağımı satmadığımı da yolda söyledim. Annem bu sefer sevinçten ağladı. “10 senedir ben üzüldüğüm için sattı oğlum diye vicdan azabı çekiyorum” dedi. Görünce “Cennet olmuş burası. Beni getirdiğinde böyle miydi” dedi.
“Anne” dedim. “Siz demediniz mi bize bakarsan bağ olur diye? Niye demedin o zaman oğlum bak da bağ olsun. Gözümüz gönlümüz açılsın diye”. Sonra bir fasıl daha ağladı. Tüm ağaçları tek tek ziyaret etti. Sevdi. Konuştu. Böyle destek gördük yani.
Ama eşim her zaman destek olmuştur. Sebze yetiştirme, ekip, biçme her şeyden anlıyor ve seviyor da. Toprak söz konusu olunca o benden daha çılgın ve hevesli.
Gelecekte zeytin ve ceviz yetiştiriciliğine profesyonel olarak devam etmeyi düşünüyor musunuz? Planlarınız nelerdir?
Hayalim, prensibim “Profesyonel ölçek, amatör ruh” Ben kar maksimize etmek için yola çıkmış bir çiftçi olmadığım için, profesyonel bir işletmeci olmak istemiyorum. Ama ölçek bakımından profesyonel olmak istiyorum o ayrı.
Bu işin beni ve eşimi heyecanlandıran ve motive eden kısmı, en kaliteliyi yetiştirip, en uygun şartlarda kıymetini bilen tüketicisine, neredeyse sıfır karla ulaştırmak. Gayemiz ne peki Ayşe’nin Fatma’nın yiyeceği ürünün kalitesini neden önemsiyoruz? Sevdiklerimize, yakınlarımıza, doğalın kıymetini bilen dostlara bu işin olabileceğini, aynı toprağın marketten aldığından farklı, babannelerimizin dedelerimizin dönemlerindeki kalite ve doğallıkta ürün verebileceğini bizzat yaşayarak, yaşatarak, tattırarak göstermek istiyoruz.
İddia ediyorum ki; 10 kişiden 8 inin kendisinin aldığı, babadan, deden kalan ya da kalacak bir yerlerde toprak, bağ, bahçesi vardır. Bütün ümidim odur ki, insanlar tatsın, görsün, “Bu olabiliyormuş kardeşim” desin. Ve o da kendi yerinde kendi imkanlarıyla, o yörenin, o toprağın, o iklimin popüler ürünü neyse onu yetiştirsin. Buna vesile olabilsek ne güzel olur.
Son olarak toprakla olan münasebetimizi, özellikle çocuklarımızın toprağa ilgisini arttırmamızın yolları hakkında bizlere tavsiyeleriniz nelerdir?
• Hafta sonlarında ailenizle alışveriş merkezi etkinliği planlamak yerine veya onlara ek olarak, tohum dikebilirsiniz. Uzaklara gitmek ve ya bu işi profesyonel biriyle yapmak zorunda değilsiniz. İnternetten, kitaplardan araştırıp tohum, fidan nasıl dikilir öğrenilebilir. En kolay bulunan at kestanesi tohumu toplayıp her hafta sonu birkaç tane bir yere dikmeyi ve aralıklarla o diktikleri tohumun gelişimini takip etmeyi projelendirebilirsiniz çocuklarınızla.
• Daha küçük çaplı olarak, her evde tabak büyüklüğü saksılara yer vardır. Mevsimine göre maydanoz – biber dikip bakımlarından çocuklarımızı sorumlu tutabilirsiniz. Ve gelişimlerini birlikte takip edebilirsiniz. O da olmuyorsa şeffaf bir kabın içinde fasulye – nohut filizlendirin.
• Çocuğunuzun çok sevdiği bir meyvenin tohumunu evdeki büyük bir saksıya dikebilir, o ağaç 30 santime gelince uygun bir toprağa dikerek gelişimini takip edebilir ve meyvesinden yemesinin zevkini tattırabilirsiniz.
• Tatil planı olarak eko turizm tercih edilebilir. Çiftlikte kalıyorsun, hasatlarına yardım ediyorsun, yiyorsun, içiyorsun, yumurtayı kendi elinle topluyorsun, meyveyi dalından kendi elinle alıp yiyorsun. Birisini de ben yapacağım ileride. “Eko turizm” başlığı ile araştırıp bilgi edinebilirsiniz.
• Ben İngilizce öğrenirken yediğim içtiğim gördüğüm her şeyin İngilizcesini merak ederdim. Arkadaşlar nasıl bu kadar çok kelime bildiğimi sorduklarında cevabım “merak ediyorum” olurdu. Bunu toprakla münasebete uyumlarsak, çocuklarımızın, yediği içtiği her şeyin aslını, nerede nasıl yetiştiğini merak etmesini sağlarsanız, öğrenmesini ve ilgisini artırırsınız.
***
Ben şahsım ve İndigo Dergisi adına toprağa olan ilgimi ve sorumluluk bilincimi artırdığı için ve paylaştığı değerli bilgiler için Vedat Polat’a çok teşekkür ediyorum.
Son olarak bu röportajın ilhamıyla kaleme aldığım bir şiiirimi paylaşmak isterim
TOPRAK
Toprak toprak olalı;
Dünya dünya oldu
Tohum oldu…Fidan oldu…Meyve oldu…
Ekşi oldu… Tatlı oldu…Acı oldu…
İnsan eliyle şekil aldı
Hayaliyle sırlandı
Kap oldu, Kacak oldu, Süs oldu…
Tarihi gömdü fırtınalarla bağrına
Tüm yaşanmişlıkları işledi tanelerine
Sırlarını, gizemlerini okudu
Tarih yazdı…
Ne kadar uzun süre tutarsa sinesinde
O kadar değer kattı
Petrol oldu, maden oldu, elmas oldu
Mekansız ruhların ölü bedenlerine mekan oldu
İyiyi de kötüyü de bağrına bastı
Bizden daha hoşgörülüydü şüphesiz
Ve bizden daha adaletli
Zengine de fakire de cürmü kadar yer ayırdı
Ne eksik ne fazla…
Evin ergen çocuklarıydık biz
Kirlettik, dağıttık, yağmaladık
Toprak ise kıyamayan bir ana
Kin tutmadı, temizledi, toparladı yine de
Üstüne yüklediğimiz onca yükü taşıdı
Gökyüzüne uzanan ağaçlara kök saldırmakken hayali
Gökdelenleri sapladık hançer gibi
Metrelerce derinine kalbinin…
Nükleer, Radyoaktif demedik
Boğazına çöktük arsızca, insafsızca…
Belki de koynunda yaşayan onca suçsuz mahlukatın hatrına
Yine de şefkatini esirgemedi bizden
Veysel’imin sadık yari… Dünyamın ham maddesi…
Toprağım…
Bir farketsek, bir dokunsak sana
Tüm olumsuz yükleri alacaktın yüreklerimizden
Mutluluk aşısı gibi koruyacaktın ruhlarımızı
Dokunmadık… Okşamadık… Sevmedik…
Ruhlarımızı hasta ettik sonunda
Dengemizi yitirdik…
İnsan adına, insanlığım adına
Utanarak, başım eğik
Özür diliyorum senden… Affet
Anlayışın, VAKARLIĞIN, cömertliğin için de minnettarım.
Kabul et…
Özgül