Evde kal Türkiye! Bu da geçecek!

Dünyanın hafızasında örnekleri saklanan, toplu ölümlere yol açan salgınlardan birini de biz bugünün dünya insanları olarak şimdi yaşıyoruz. Bizler daha önce böyle küresel çapta salgına hiç şahit olmadığımız için şaşkınız.

Evde kal Türkiye! Bu da geçecek!

Evde kal Türkiye! Bu da geçecek!

Deprem, sel gibi felaketlere ve etkisi bölgesel kalan salgın hastalıklara karşı, iyi-kötü bir bağışıklık sistemi geliştirmiştik. Bu felaketlerin öncesinde alınacak önlemler, sırasında ve sonrasında yapılacaklarla ilgili bilinçaltlarımızı kodlamıştık.


Üstelik bu felaketler çok kısa bir sürede gerçekleşip, bittiği için yine kısa bir süre kaygı, korku, endişe yarattıktan sonra, yerini hasar tespiti ve yaraları sarmak için mecburi motivasyona bırakırdı her zaman. Ve kayıpların acısı, kalanların şükrü ile yıkılan yanlarımızı tekrar yapmaya çalışırdık. Çevreden gelen destekler de yaralara merhem olurdu.

Peki ya şimdi?

Birçok ülkeyi etkisi altına almış, her geçen gün vaka sayısının ve can kaybının arttığı, belirti göstermeyen taşıyıcı sayısını bilemediğimiz, kesin tedavi yolunu bulamadığımız, kısacası kontrol altına alamadığımız ve henüz kontrol altına alabileceğimize dair bir umut da barındıramadığımız bir salgınla karşı karşıyayız.

Hiçbir ülkenin diğerine faydası yok. Zira “Kelin ilacı olsa” noktasındayız hepimiz.
Devletler; bir yandan salgını kontrol altına almak için sağlık çalışanlarının motivasyonlarını yüksek tutmak, hastane koşullarını daha büyük kaosların üstesinden gelebilecek şekilde koordine etmek, hastaları tedavi etmek, bunu yaparken aynı zamanda izole edip yayılmayı önlemek, acil diğer durumların aksamaması için çalışmak, diğer yandan; devam etmek zorunda olan hayatın, ekonomik tarafını dengelemek, kapanan iş yerlerinin, işsiz kalan vatandaşların, duran ihracat ve ithalatın olumsuz etkilerini azaltmaya çalışmak, eğitimin aksamaması için uzaktan eğitim yöntemlerini verimli kullanmak, toplumu paniğe sevk etmeden, önlem alınmasını sağlamak gibi daha bir çok sorumluğu sırtlanmış durumdalar.

Vatandaşlar olarak üzerimize düşen bireysel sorumluluklar da var. Televizyonlarda, sosyal medyada her gün bu sorumluluklar bize hatırlatılıyor. Tüm dünya bizim şahit olduğumuz tarihinde, ilk defa ortak bir sorunla, birlikte mücadele ediliyor.

Daha dirençli, uzun süreli, gidişatı ve sonucu belirsiz, bilançosu öngörülemeyen bu küresel felakete karşı, bizlerin de daha dirençli, her şeye hazırlıklı, tedbirli ve umutlu bir psikoloji ile karşı direnç göstermekten başka çaremiz yok.

Felaketin çıkış noktası Çin olmasından sebeple, tüm öfkemizi “Vay bu Çinliler” ile başlayan cümlelerle onlara yöneltmek, faturayı yurt dışından gelen vatandaşlarımıza kesmek ne kadar doğru? Ya da dünyadaki dengeleri değiştirmek için bazı ülkelerce yapılmış bir plan olduğunu düşünmek ne kadar gerçekçi bir değerlendirme ve ne kadar sağlıklı bir çözüm anlayışına götürür bizi millet olarak? Olabilir. Belki de öyledir. Ama şu anda bunu teyit edebilecek, bu senaryoda enerji tüketebilecek durumda mıyız dünya olarak? Üstelik dünyadaki gücü elinde bulunduran ülkeler de bu illetle savaşırken.

Belki de bu kaos, İlahi sistemin daha önce defalarca yaptığı gibi, dünyadaki güç dengelerini, bilinç düzeyini sınama ve değişime itme şeklidir. Kim bilir! 

Şu anda fiziksel alanda yapılan mücadele kadar düşünce ve duygu frekansında yapılan mücadele de önemli. Her düşünce ve duygu birer enerjiyse ve biz bu enerjilerin birleşimiyle kolektif bir gelecek yaratıyorsak; olumlu, umutlu ve aynı zamanda dikkatimizi tedbirlerimizin üzerine odaklayarak düşünmeli ve hissetmeliyiz ki kolektif kaderimiz olumluya doğru yön çizsin.


Yol bitti gibi hissettik zaman zaman. Hapsolduğumuz evlerimizde, bir sonraki hafta için program yapamamanın, yapılan programları uygulayamamanın, çalışamamanın, çocuklarımıza bundan sonra ne olacağı ile ilgili kaçamak, geçiştirici cevaplar vermenin, haberleri dişlerimizi sıkarak endişeyle izlemenin, sürekli kendimizi ve çevremizi semptomlar açısından değerlendirme ihtiyacının, sıkışmışlık duygusuyla baş başa kaldık.

Hayat durdu. Biz durduk.

Ve sonra geçmişe döndü bilinçlerimiz. Önemsemediğimiz, hep sınırsız olacağını sandığımız, hoyratça harcadığımız, gereken özeni ve saygıyı göstermediğimiz şeylerin kıymeti arttı gözümüzde ve gönlümüzde; sağlık gibi, özgürlük gibi, sarılmak gibi, dokunmak gibi, yaşlılarımız gibi, sağlık personelimiz gibi… Ertelediğimiz, yapmak isteyip daha zamanı var dediğimiz ne varsa yapıştı yakalarımıza. “Hele şu işin içinden bir çıkalım, artık yapmak istediğim hiç bir şeyi ertelemeyeceğim” dedirtti bize.

Aynı zamanda kendimizle baş başa kalmayı ne kadar uzun zamandır ihmal ettiğimizi fark ettik. Evde kalma tedbirini bir inzivaya çevirip, öze dönüşe vesile olmasını sağlayabilirsek, can sıkıntısını meditasyonla, duayla pozitif enerji üretmeye, hiç olmazsa bu yolla sürece olumlu katkı sağlamaya çevirebilirsek, endişe ve korku mayalamaktan daha faydalı bir şey yapmış oluruz değil mi?

Bu süreçte, “Temassız olabiliriz. Ama çaresiz değiliz” diyen sanatçılar, sosyal medyada, canlı yayında konserler verdi. Spor, dans gibi etkinlikler canlı yayınlar aracılığı ile hep birlikte yapıldı. Yurdum insanın mizah anlayışının ne kadar geniş olduğunu gösteren, bazen öğretici, bazen salgına meydan okuyan görseller, videolar gördük ve gülümsedik.

Bu savaşta ön safta savaşan sağlık çalışanlarımızı takdir etmeye çalıştığımız, her akşam 21.00 de yapılan, tüylerimizi diken diken eden alkış eylemleri, hem birlikteliğimizi güçlendirdi, hem onlara güç kuvvet verdi.

Maske, eldiven ve dezenfektanları fahiş fiyatlara satan, sahte dezenfektan, kolonya vs. üreterek fırsatçılık yapanları ve “Bana bir şey olamaz” diyerek, bireysel önlemlerini almayıp, toplumun sağlığını tehlikeye atan, cehalet elçilerini de lanetlemeden geçemeyeceğim.

Bu da geçecek. Neler geçmedi ki! Şimdi sakin kalıp, üzerimize düşenleri yapma ve sürece umut üreterek katkı sağlama zamanı. Sular bulanmadan durulmaz. Bulandı. Durulacak elbet. Ve yine yeniden ağaran güne muhatap olacağız hep birlikte.


Evde kal Türkiye’m! Evinde umut üret, sevgi üret, şifa üret ve hastalarına ilet.
Geçecek! Bu da geçecek!

Korona sonrası başka bir Dünya düzeni ütopyası


Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...