Sokağa çıkma yasağında marketler yağmalanırcasına insan akınına uğramışken bakkaldan 2 paket LUPPO alan kardeşimiz aslında çok olağan bir davranış sergiledi. Anormal olan, belirsizliğin yarattığı kaygı ve korkuyu görmezden gelmek; stresi tetikleyecek ortamlara mahal vermek ve en anormali de klavye başına geçip ahkâm kesenlerin kendilerini sırça köşklerde görmeleri…
Luppo alan kardeşimiz ve toplumsal güven sorunsalımız…
Tarihe bir not
Ülkece tarihe geçecek önemli günlere tanıklık ediyoruz. Darbe dönemleri haricinde sokağa çıkma yasağı görmeyen insanlarımız bir anda kaygı, korku ve stres içinde belirsiz tuhaf bir dönemin içinde buldu kendini.
Bir virüs (COVİD 19) hayatımızın ortasına girdi ve her şeyi tüm düzenimizi değiştirdi, hayatlarımızı allak bullak ettiğini de söyleyebiliriz. Vakalar günbegün artmaya devam ederken çalışan kesim ve evde (gönüllü) karantinaya uya(bile)n kesim arasında gelgitler yaşanırken herkesin kafasında aynı soru işareti: “Sokağa çıkma yasağı olacak mı?”
Devlet büyüklerimiz sürekli böyle bir şeyin olmayacağını söylerken takvimler 10 Nisan 2020 saat 21.30 civarında bir haberle sarsıldık hepimiz. 2 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve birden herkes panikle kendini sokağa atıverdi; bakkallar, fırınlar, marketler, bankamatik önleri vs. insanla doldu.
Çok kısa sürede sosyal medya kurtları anlık karelerle insanımızı mizahına (!) alet ederek istediği beğeni ve takipçi sayılarını topladı. İnsanımız cahillikle suçlandı, cephaneye ekmek taşıyan adam, patates olmadan 2 gün geçiremeyecek olan ablamız, pırasa mühim tabi, kola olmadan yaşayamayan amcamız ve tabi ki LUPPO olmadan 2 gün kalamam diyen adam.
Ne kolay etiketledik değil mi?
Herkes paylaştı onların anlık fotoğraflarını, ağzımıza geleni söyledik hepsi için, üzerinde zerrece düşünmeden “Altı üstü 2 gün evinde hiç mi yemek yok bu cahillik, aç gözlülük” diyebildik. Bunları söylerken günlük çalışanları düşünmedik, haftalığını almamış olanları düşünmedik, evine erzağı belirli günde alan veya parası olmadığı için günlük alışveriş yapma imkânı olanları hiç düşünmedik.
Evinde her gün ” EKMEK BULAMAZSA PASTA YİYEBİLECEK” imkânı olanlar yine klavye başında görgülerini ve halk sağlığına verdikleri önemi konuşuyorlardı. Öyle ya 2 saat öncesinde ilan edilen ve detaylar daha sonra açıklanacak denilen bir sokağa çıkma yasağında panik yapan halk ya CAHİLDİR ya da SORUMSUZ AVARE, açlık diye bir kavram hiç uğramadı zaten bizim ülkemize.
10 Nisan gecesi sosyal medya yeni yıldızlar doğurdu. Başrole de 2 günlük yasakta bakkaldan 2 paket LUPPO alan bir kardeşimiz getirildi. Klavye kahramanları yeni malzemelerini mizahlarına (!) alet etmeye devam ederken 5 – 6 gün sonra LUPPO alan kardeşimizle ilgili komşusunun ifadeleri denilen başka bir söylem çıktı. Ve bir hafta önce komedi malzemesi yapılmaya çalışılan bu kardeşimiz şimdi de bir trajedide başrolü aldı.
Olaylar ondan bağımsız akarken bu kardeşimizin hayatının direksiyonuna yine başkaları oturdu, yine başkaları klavye başında onun hayatı üzerinden ahkâm kesmeye başladı. Onun düşüncesi, onun gururu, onun ailesi, çocukları hiç düşünülmeden bu sefer maddi imkânsızlığı malzeme oldu dillere. LUPPO alan adamın hikâyesi doğru mu, zengin mi, fakir mi, LUPPO’yu niye aldı bilmiyorum bununla da ilgilenmiyorum açıkçası onun için LUPPO ALAN ADAM bu yazımda bir temsil olarak duruversin, ben asıl konumuza gireyim.
Güven sorunsalımız
Güven soyut bir kavram olmakla birlikte hayatın her detayında somut göstergeleri ve sonuçları olan bir duygu ve inanış biçimidir. Biz hep karşılıklı güven ilişkisinden bahsederiz bildiğimiz tek güven eşe, dosta, akrabaya, sevgiliye yönelik olan yani ikili ilişkilerimizdeki güvendir.
Peki ya toplumsal güven?
Bu kavram uzak geliyor değil mi hepimize? Toplumsal güven, çift yönlü bir etkileşim sürecidir aslında. Yani bireylerin birbiriyle olan ilişkilerinden başlayan bir güven örüntüsü toplumu oluşturan tüm kurumlara; aile, ekonomi, sağlık, din, eğitim, siyaset kurumlarına sirayet ettiği sürece etkili olacağı gibi; toplumsal tüm kurumlara duyulan güven bireysel ilişkilerde de etkisini gösterecektir.
Güven kavramı eylemlerle kendini hissettiren bir kavramdır. Dolayısıyla beklentilerin yerine getirilmemesi; ilişkinin türüne göre hayal kırıklığı, şüphe ve ontolojik kaygıların yükselmesine neden olur.
Güvensiz ilişkiler ya da güvensizliğin hâkim olduğu bir toplumda her şey kısa vadeli olarak fayda sağlamaya yönelik olarak gerçekleştirilir. Güvensiz ilişkilerde veya toplumlarda kaygı, korku ve stres egemen duygudur. Bu duygular kişileri anlık faydalara ve/veya sadece kişisel çıkarlara yönlendirir.
İçerisinde bulunmuş olduğumuz bu pandemi süreci ülkemizdeki kökeni daha eskilere dayanan yapısal ve düşünsel sorunlara dayalı güvensizliği daha da vahimleştirmektedir.
Toplumsal güven iyi yönetilen sosyal bir sistemin en temel özelliğidir. Araştırmalara baktığımızda toplumsal güven seviyesi yüksek toplumların aynı zamanda ekonomik refah seviyelerinin de yüksek olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle siyasal ve ekonomik kurumların yönetilmesine bağlı olarak güven, bir toplumda yukarıdan aşağıya doğru bir yön izlemektedir. Dünya Değerler Araştırması’na göre Türkiye toplumsal güvenin en düşük olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Araştırmaya katılan 29 ülke arasında İsveç toplumsal güveni en yüksek (%63) ülke olurken Türkiye (%8) bu sıralamada sondan 3. olarak yer alıyor.
Peki, ama neden cennet ülkemizde güvensizlik duygusu bu kadar yaygın? Bu güvensizliğin bizden ülkemizden değerlerimizden götürdükleri ne olacak? Yok mu bunun bir çözümü?
Ülkemizdeki güvensizliğin iki kaynağı var: Yoksulluk ve eşitsizlik!
Her ne kadar devlet verileri ekonomik büyümeyi gösteriyor olsa da insanların cüzdanları bu büyümeden aynı oranda nasibini almıyor. Yoklukla baş etmeyi öğrenmiş veya anını kurtararak bir sistem oluşturmaya çalışan bir kişiye 2 saat sonra 2 gün boyunca evden dışarı çıkmak yasak denildiğinde o 2 günü nasıl kurtarabilirim paniğine kapılması kadar olağan bir durum yok.
Marketler, manavlar yağmalanırcasına insan akınına uğramışken bulduğu ilk sebzeyi, pırasayı, alan amcamız da, evde ekmekten başka katık yapamayacağı için evdeki kişi sayısı kadar ekmek alan ablamız da, 2. Dünya Savaşı esnasında Almanların kurtarıcısı patatesi çuvalıyla sırtlayıp ne olur ne olmaz diyerek kendini garantiye almaya çalışan abimiz de, alacak bir şey bulamayınca çocuklar 2 gün abur cubur diye ağlarsa bunu veririz diyerek LUPPO alan kardeşimiz de aslında çok olağan bir davranış sergilediler.
Anormal olan belirsizliğin yarattığı kaygı ve korkuyu görmezden gelmek, stresi tetikleyecek ortamlara mahal vermek ve en anormali de klavye başına geçip ahkâm kesenlerin kendilerini sırça köşklerde görmeleri.
Çözüm mü? Yeniden güven inşa edeceğiz!
Bunu sadece bireylerle değil toplumun her kademesiyle el ele vererek yapacağız. Ve empati kuracağız, yazıp çizmeden kendimizce yorumlamadan, insanları yaftalamadan önce anlamaya bilmeye çalışacağız. Unutmayın ki bu belirsizlik ve kaygı sürecinde hepimizi bir an önce ayağa kaldıracak olan şey GÜVEN ve DAYANIŞMA. Birlikte ayağa kalkacağız birlikte başaracağız. Sağlıklı günlerimizin özlemi; güçlü ve mutlu bir toplumun hayaliyle…