Televizyonlarda dini sohbetler yaparak halkı oyalayan, pardon aydınlatan ilahiyat profesörü ve Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi rektörü Nihat Hatipoğlu, Covid-19 hastalığına yakalanmış.
Okuduğumuz haberlerden öyle anlaşılıyor ki, bazı kişiler bu durum ile ilgili alaycı paylaşımlar yapmışlar ki, sayın Nihat Hatipoğlu bu hasta haliyle aşağıdaki açıklamaları yapma ihtiyacı duymuşlar:
“Hastalığımıza sevinen ve sevinç narası atacak kadar vicdansızlaşan gruba gelince. Ne sandınız. Biz öleceğiz siz yaşayacak mısınız? Düşmanının hastalığına, üzüntüsüne sevinmeyi bilmeyen bir kültürümüz vardı. Savaş sahnesinde yaralıları tedavi ettik. Benim rahatsızlığıma sevinenler. Ben Rabbe gitmekten hiç endişe etmedim. Günün birinde icabet edeceğim. Din düşmanlığı, İslam’dan nefret sizi bu kadar mı kör, zavallı, sefih ve müptezel etti. Yazık. Kaldığımız yerden inşallah daha gayretle devam edeceğiz. Rabbin istediği yere kadar.”
Gerçekten hastalığa yakalanan kim olursa olsun, düşmanın dahi olsa sevinilmez, sevinilmemeli. Bu insani olduğu kadar, kültürel de bir tartışma konusu elbette. Biz de normal bir insan olarak, kendisinin bir an önce sağlığına kavuşmasını istiyor, kendisine acil şifalar diliyoruz.
Ama öte yandan, kendisinin de hala bu haldeyken, yani hastalıklı durumdayken bile böylesi bir açıklamayı yapacak kadar hırslı ve belli düzeyde de olsa içinde bir düşmanlık barındırabiliyor olmasına şaşırıyoruz. Bu da sağlıklı bir tutum ve tavır olmasa gerek… Hatipoğlu’nun oğlu da bu minvalde açıklamalar yapmış ve söz konusu bazı kişilere hakaret etmişti.
Biz naçizane sayın Hatipoğluna bu süreçte, zaman bulabilirlerse aşağıdaki sorularımızı üzerinden düşünmelerini ve bir muhasebe yapmalarını çok isteriz.
1- Bazı insanlar kendisi ile ilgili olarak neden ve niçin böyle davranıyorlar? Bu sadece o kişilerin “kötü” veya “edepsiz” olmalarıyla veya “cahil” ya da “din karşıtı” olmalarıyla açıklanabilir mi? Bu tür davranışların altında adil olmayan bir hayat, haksız ve yeterince işgücü harcamadan elde edilen büyük kazanç çelişkisine karşı bir reaksiyon olamaz mı? Bu soruları içten, samimi ve sosyolojik ama bilimsel temellere dayalı düşünmelerini ve analiz etmelerini önermek isteriz.
2- Hastalık süreçleri malumdur. Bu süreçlerin en önemli parçalarından biri ölümü daha çok düşünmektir. İşte bu durumun da psikolojisine uygun olarak, yaptığı o paralı dini sohbetler üzerinden elde ettiği büyük kazançları hak edip etmediği ile ilgili bir özdeğerlendirme yapma imkanı bulabilirler mi? Diye önermek isteriz.
3- Eğer düşünürlerse ve mümkün olabilirse dini sohbetlerden elde edilen gelirleri kimsesiz, babasız, işsiz aile çocuklarının eğitimine harcamak konusunda ne düşünürler sormak isteriz.
4- Bir de galiba İstanbul Sultanahmet’te kendisine ait bir otel veya oteller vardı… Bir zamanlar imara aykırı işler yapıldığı yazılıp çizilmişti… O konular ne oldu? Bir din insanı ve akademisyenin bu düzeyde ticari iş ve ilişkileri ne derece sağlıklı ve olağandır? Yurt dışında bir akademisyenin, bir ilahiyatçının ve bir rektörün bu tür iş ve iş ilişkileri söz konusu veya olağan mıdır?
5- Dünyevi işler ile dini işleri bu kadar bir arada nasıl olabiliyor? Bu durum “tevekkül” konusunda bir sorun yaratmıyor mu? Bu bağlamlarda bir iç muhasebe yapmalarını çok arzu ederiz.
6- Son olarak, pandemi, zenginlik, yoksulluk, bilim, sağlık, inanç ve yoksulluk temalarını yan yana nasıl getirebilirler? Bunu da inşallah sağlığına kavuştuğunda daha nitelikli ve karşılığında para almayı amaçlamadığı sohbetlerinde duymak isteriz.