‘My name is Bond, James Bond…’ Sinema dünyası O’nu bu söz ile tanıdı. Ünlü sanatçı Sean Connery elli yıllık kariyeri boyunca oyuncu ve yapımcı olarak fevkalade çalışmalara imza attı, 90 yaşında ‘elveda’ diyerek ardında fevkalade bir kariyer bıraktı.
Sean Connery hayranlarına ‘elveda’ dedi
80’li yılların başıydı, henüz 9-10 yaşlarındaydım. Mahallemizdeki Ulusal Video’dan kiraladığımız video kaset sayesinde, ben dünyaya gelmeden 13 yıl önce çekilmiş olan ‘Doctor No’ filmini seyretmiş ve o dönemde 50’li yaşlarını yaşamakta olan Sean Connery’in gençliğiyle tanışmıştım. Oldukça havalı ve kamera karizması son derece güçlü bir aktör olarak aklıma yerleşmişti.
Benim kuşağımı 80’li yılların ikinci yarısından sonra etkisi altına aldı.
Benim kuşağımın gördüğü ilk James Bond, ingiliz aktör Roger Moore’ydi. Bizler, Sean Connery’in James Bond filmlerini video kasetlerden ve televizyondan izledik. Dolayısıyla, ünlü yıldızın benim kuşağımda etki bırakan filmleri 80’li yılların ikinci yarısından sonra rol aldığı yapımlardır.
Highlander’deki kılıç ustası Ramirez, The Untouchables’deki Al Capone’ye karşı savaşan polis Jim Malone, Indiana Jones’un babası Prof. Henry Jones ve The Hunt for the Red October’deki Sovyet Denizaltı Kaptanı Marko Ramius gibi yardımcı rollerde o kadar etkileyici performanslar sergilerdi ki başrolde oynayan genç yıldızlardan daha fazla parlar, filmleri sürükleyen oyuncu olurdu.
Sean Connery yıllandıkça sinema dünyasındaki değeri arttı.
1990’lı yıllarda 60 yaşını geçmesine karşın, sinemaseverlerin gözündeki büyüsünü daha da artırmayı başararak genç yıldızların yanında başroller üstlendi.
Rising Sun, Just Cause, First Knight, The Rock ve Entrapment gibi yapımlara imza atarak hasılat sıralamalarında genç yıldızları geride bıraktı. 2003 yılında emekliye ayrıldıktan sonra medyaya verdiği birçok röportajda, sanat yaşamı boyunca oynamaktan en çok hoşlandığı karakterin ‘James Bond’ olduğunu dile getirmişti.
Doğal oynayarak seyirciyi filmin içine çekerdi. Seyrederken kendimizi yerine koyduğumuz karakterleri canlandıran büyük oyunculardan birisiydi. Sinemaseverler tarafından o kadar sempatik bulunurdu ki 1998 yılında oynadığı ‘The Avengers’ filminde kötü adamı canlandırdığı için film beğenilmemiş; yapımcılar tarafından bir daha kendisine kötü adam rolü teklif edilmemişti. Az rastlanan ingilizce aksanı ve özgün konuşma tarzı sinemaseverlerin muhabbetlerine sık sık konu olurdu.
Kariyerindeki iki önemli film İstanbul’da geçiyordu
Sean Connery’in ikinci James Bond filmi ‘From Russia with Love’ ve Agatha Cristie’nin ünlü roman kahramanı Dedektif Hercule Poirot’un serüvenlerinden ‘Murder on the Orient Express’ filmlerinin İstanbul’da geçiyor olması da, biz Türk sinemaseverler için tatlı bir ayrıntıdır. Ünlü oyuncu 2005 yılında tatil için Türkiye’ye geldiğinde güney kıyılarımızı ve İstanbul’u gezmiş, ’10 günlük muhteşem bir tatil’ geçirdiğini söylemişti.
Beyazperdeden büyük bir yıldız daha kaydı. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımızın en gözde oyuncularından biri olarak belleklerimizde ne kadar derin bir iz bıraktığını ölüm haberini duyduğumda fark ettim. Yüreğimin burkulduğunu hissettim, sanki bir yakınımı yitirmiş gibi üzüldüm. İçinde anılarımızı sakladığımız filmlerde yaşamayı sürdürecek tabii ki. Toprağı bol olsun…