Bugün 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele Günü! Sözde şiddet, özde şiddet / 16 günlük aktivizm…
25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele Günü: 16 Günlük Aktivizm (25 Kasım – 10 Aralık)
Birleşmiş Milletlerin önderliğinde “16 Days of Activism Against Gender-Based Violence (25 November – 10 December) under the theme of ‘Orange the World: #HearMeToo'” olarak tabir edilen 16 günlük aktivizm kampanyası “Dünyayı Turuncuya Boyayalım: #BenideDuyun” olarak Türkçeye çevrilmektedir. Yani 25 Kasım-10 Aralık kadına yönelik şiddetle mücadele için 16 günlük aktivizm kampanyasının desteklendiği tarihler.
Dünyada her 3 kadından 1’i, Türkiye’de her 10 kadından 4’ü, ömründe en az 1 kez şiddete uğruyor. Dünya genelinde her gün 137 kadın, eşi uya da bir yakını tarafından öldürülüyor. Türkiye’deki beyaz yakalı kadınların %75’i en az 1 kez şiddete maruz kalıyor…
Kadın Cinayetlerini durduracağız Platformu raporuna göre 2020 yılının ilk on ayında 397 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi. 151’i “şüpheli ölüm” olarak kaydedildi. Kadınların 136’sı ateşli silahla yaşamını yitirdi. Kadınlar en “güvenilir” yerlerde ve yakınları tarafından öldürüldü. Kadınların 143’ü evinde ölürken, failler erkek akrabalar (baba, kardeş, oğul vs.) ve partnerleri (eş, arkadaş) oldu.
Bu aktivizme siz de yakanıza turuncu bir kurdele takarak destek olabilirsiniz!
Kadına yönelik şiddet ve onunla mücadele dendiği zaman aklımıza temelde iki şey geliyor. Birincisi biyolojik kadınlar, ikincisi ise fiziksel olan şiddet. Halbuki yukarıda ifade edilen aktivizm kampanyası “Gender-Based Violence” kavramıyla tüm toplumsal cinsiyet kavramlarını kucaklıyor.
Neden İstanbul Sözleşmesi?
İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmasını hedefleyen bir anlaşmadır. Şiddet denilince akla ilk olarak ve hatta çoğu zaman sadece fiziksel şiddet gelse de anlaşma şiddettin her türünü içermektedir. Yani, İstanbul Sözleşmesi psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet türlerini içermektedir.
Sözleşme çerçevesinde eviçi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddeti içerecek şekilde anlaşılır. Yani eş, eski eş, partner, eski partner veya hiçbir zaman partner dahi olunmama gibi her türlü durumu koruma altına alır.
Ülkemizdeki, 6284 Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ise hem İstanbul Sözleşmesinin hem de Kadın Örgütlerinin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çerçevesinde çalışan örgütlerin haklı mücadeleleri neticesinde doğmuş ve her ne kadar pek çok aksaklığı olsa da uygulanmaya başlanmıştır.
TCE (Toplumsal cinsiyet esitliği) sadece ulusal değil uluslararası alanda, imzacısı olduğumuz anlaşmalarda yer alan bir konudur. Bunun yanında da bütün sürdürülebilir kalkınma programlarında yer almaktadır. Bizim de üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)’nın hedeflerinde 5.numaralı hedef yine TCE olarak karşımıza çıkmaktadır. UNDP Türkiye olarak bir yandan bu plan gerçekleştirilmeye çalışılırken bir yandan da ülke kalkınma planının içerisinde olmaması kabul edilebilir bir şey değildir.
Zira Toplumsal Cinsiyet Eşitliği UNDP’nin 2000 yılından bu yana, diğer BM ortakları ve uluslararası toplum ile birlikte çalışmalarının merkezi haline gelmiştir. UNDP verilerine göre kadınlar artık, tarım dışında ücretli işgücünün %41’ini oluşturuyor; bu oran 1990 yılında %35 idi. BM de kadının yer almadığı bir sürdürülebilir kalkınma hedefinin olamayacağından hareketle kadınları iş gücüne dahil etmeye çalışıyor.
Nitekim 11.Kalkınma Planında da kadın genel olarak ekonomik anlamda değerlendirilmiştir. İşgücü, istihdam vb. konuları irdeleyen başlıklarda kadına yönelik mevcut durum analizi ve hedefleri görebiliyoruz. Öz olarak amaç kadınların güçlendirilmesini sağlamak için temel araç olan TCE planda kendine yer bulamıyor. Örneğin, iş gücündeki eşitsizlik görülmüş bunun için önlem alınmak istenmiştir ancak bunu iyileştirmek için TCE hedefine ihtiyaç varken bunu plandan kaldırmak, karar vericileri hedeften uzaklaştırmaktadır.
Peki nedir bu şiddet?
Buradaki en önemli mesele ise şiddeti yalnızca fiziksel şiddet olarak algılamaktır. Şiddet türlerine genel olarak bakarsak, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet en yaygın türlerdendir. Bütün bu şiddet türleri, yöntemleri maalesef ki insanların kafasında doğrudan duygusal ilişki içerisinde olan iki birey arasındaki şiddet olarak nitelendiriliyor. Bir de madalyonun öbür yüzü var.
Beyaz yakalıların yaşadığı şiddete bakalım. İş yerinde kadınların yaşadığı ayrımcılık ve psikolojik şiddete göz atalım. Mobbing adı verdiğimiz bu şiddet türünde kadınların gerek performans değerlendirmelerinde ayrımcılık yaşadığı gerek maaş açısından kendisiyle aynı işi yapan erkeklerden daha düşük maaş aldığı gerekse sigortasız çalıştırılan işçilerin büyük çoğunluğunun kendilerinden oluşması gibi hususlar söz konusudur.
Bir başka şiddet yöntemi ise belki de hiç düşünmediğiniz günlük yaşamda, toplumda, yakın çevrede yaşanan şiddetler. Bunların her biri psikolojik şiddete girmekle beraber aslında hiçbir zaman yapılan davranışlar şiddet olarak görülmemektedir. Bugün dışarı çıktığımız andan itibaren sokakta, toplu taşımada şiddete uğruyoruz. Meslek seçimi yapılırken meslekler kadın ve erkek meslekleri olarak ayrıldığında şiddete uğruyoruz.
İktisadi İdari Bilimler Fakültesi kadınlar için uygun görülürken Mühendislik fakültesinin kadınlar için uygun olmayacağı düşünülüyor. Bu sebeple okuyan öğrencilerin cinsiyet oranlarına baktığımızda tablonun ne kadar acı olduğunu görebiliyoruz.
Aynı şekilde çocuk yaştan itibaren spor ve sanatın çeşitli dallarıyla ilgilenmek istenirken onlarda erkek ve kadın spor ile sanat dalları olarak ayrılıyor. Bir kız çocuğu baleye yazdırılırken bir erkek çocuğunun futbola yazdırıldığını görüyoruz. Aksi bir durum olduğunda yani bir erkek çocuk bale kursuna gittiğinde “eşcinsel” olmakla yargılanıyor.
Bunun yanında sosyal medya üzerinden insanlar tanısın tanımasın, isim versin ya da vermesin istedikleri insanları eleştirme, hakaret etme, iftira atma, tehdit etme gibi davranışlarda bulunarak hem suç işliyor hem de yine şiddet yöntemlerine başvurmuş oluyor. Tabii bu yapılan hareketler sosyal medyayla da çoğu zaman sınırlı kalmıyor. Toplumda küçük düşürmeye yönelik pek çok hareket de yapılmaya devam ediliyor.
Linç etme olarak gördüğümüz bu kavram aslında en fazla kadınlara yaşam tarzları ya da fiziksel özellikleri üzerinden yapılarak onların birer psikolojik şiddet mağduru olmasına neden oluyor. Yapılan bu şiddet içerikli hareketler cinsiyet farkı gözetmeksizin kadından kadına ya da erkekten kadın yönelik olarak da yapılabiliyor. Bu sebeple şiddeti salt olarak erkekten kadına yönelik olarak görmek de eksik olacaktır.
Tüm bunların neticesinde aslında temel olgununun toplumsal cinsiyet konusundaki eğitimsizlik ve şiddetin ne olduğu hakkındaki eğitimsizlik olduğunu görüyoruz. Kadına yönelik şiddete bakarken bunu kimlik ve yönelim farkı gütmeden, şiddet türlerinin her birinin her bir detayıyla inceleyerek kadına şiddetle mücadele etmeliyiz. Aksi takdirde maalesef objektif değil sübjektif bir mücadele ile sınırlı kalacağız. Umutla dünyayı turuncuya boyayalım!