İşyerinde tükenmişlik sendromu: Sahte mi gerçek mi?

Her sabah işe gitmek – ya da oturma odanızdaki ofis masanıza gitmek – sizin için bir işkence mi? Yıllardır beklediğiniz işe sahip olmanıza rağmen konsantrasyonunuzu ve motivasyonunuzu sağlam tutmak için sürekli mücadele ediyor musunuz? Cevaplarınız evet ise, tükenmişlik sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

İşyerinde tükenmişlik sendromu: Sahte mi gerçek mi?

“Mesleki Deformasyon” olarak Tükenmişlik Sendromu

DSÖ, 2020 yılında “Burn-out” / Tükenmişlik Sendromu’nu Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırmasının 11. Gözden Geçirmesinde (ICD-11) mesleki deformasyon olarak dahil etmeye karar verdi.


“Tükenmişlik sendromu” terimi ilk olarak 1974 yılında Alman psikolog Herbert Freudenberger tarafından kullanıldı. Kendilerini “bitkin” olarak tanımlayan bazı meslektaşlarında bunu gözlemleyen Freudenberger, daha sonra bizzat tükenmişlik sendromu yaşadı. Freudenberger bu durumu “stres veya aşırı çalışma nedeniyle fiziksel veya zihinsel çöküş” olarak tanımladı. Gallup’un 2019’da yaptığı bir araştırma, her dört çalışandan birinin ‘her zaman veya sıklıkla’ bitkin hissettiğini ortaya çıkardı. Çalışanların % 44’ü bazen ‘bitkin’ hissettiğini söyledi.

Günümüzde tükenmişlik sendromu genellikle azalan motivasyon veya duyarsızlaşma ile tanımlanmaktadır. Bundan muzdarip çalışanlar genel bir enerji kaybı hissederler, kendileri hakkında olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olurlar. Bu belirtiler, çaresizlik, umutsuzluk ve özgüven eksikliği yaratarak, duygusal ve zihinsel tükenmeye yol açabilir. Bu semptomların işyerindeki yansımaları, kolaylıkla yerine getirilmemiş görevlere ve meslektaşlar arasındaki sosyal etkileşimlerin bozulmasına neden olabilir. Pandemiye bağlı korkular, zorunlu evden çalışma, kişisel yaşamı evden çalışma sorumlulukları ile birlikte sürdürme mücadelesi bu sendromu daha da güçlendiriyor.

Nasıl üstesinden gelinir?

Her insan öncelikle kendi refahından sorumludur ve bu nedenle her birimiz tükenmişlik sendromu tehlikesinden kurtulmak için çeşitli adımlar atabiliriz. Bunlar, çok mükemmeliyetçi olmamaya çalışmak ve gerçekçi hedefler belirlemekten, kişinin kişisel zaman ve hobilere zaman ayırmak için kendisini zorlamasına kadar değişebilir.


Peki ya şirketler?

Sonuçta, işyerlerinin hedeflerine ulaşması da çalışanlarının bu mesleki deformasyona sahip olmasından dolayı zarar görüyor, bu yüzden işyerlerinin çalışanlarına yardımcı olmak için – veya daha yüksek bir üretkenliğe sahip olmak için – yapabilecekleri hiçbir şey yok mu Şirketlerin bu konuda yapabilecekleri, empati göstermek ve çalışanların bireysel mücadelelerini anlamaya çalışmakla başlar.

Herkese uygun tek bir çözüm zor!

Bazılarının onları evde öğretmen gibi davranmaya zorlayan okul çağındaki çocukları olabilir, bazılarının uzaktan çalışma sebebiyle eşleriyle çakışan zaman çizelgeleri olabilir ve bu nedenle mesai saatleri dışında iletişim kuramıyor olabilirler, vb. Herkese uygun tek bir çözüm bulmak kesinlikle işe yaramayacaktır.

Ancak bir ekip lideri ekip üyeleriyle konuşursa, gerçekten nasıl olduklarını sorarsa ve duygusal destek gösterirse, yardım etmek için yapabileceği bir şey olup olmadığını sorarsa, çalışanlara gerçekten yalnız olmadıklarını hissettirebilir. Bu duygu bile motivasyonlarını yükseltmeye yardımcı olur. Bazı durumlarda, hedefleri tehlikeye atmadan çalışma programlarındaki küçük değişiklikler çalışanlara gerekli rahatlığı sunabilir.

Birçok akademik araştırma, çözüm odaklı bilişsel davranışçı (SFCB) antrenörlük koçluğun performansı artırabileceğini, stresi azaltabileceğini ve direnç oluşturmaya yardımcı olabileceğini öne sürüyor.


Bu nedenle, koçluk uygulamaları hem performansı hem de refahı artırmak için yararlı bir metodoloji olabilirken aynı zamanda strese bağlı tükenmişlik olasılığını azaltabilecek önleyici bir mekanizma görevi görebilir. Yine de kuruluşların koçluk sürecini yönlendirmeye ve yönetmeye yardımcı olacak bir kılavuza ihtiyacı vardır.

Tükenmişlik sendromu mu, depresyon mu? İnsanı tükenmişliğe iş yaşamı sürüklüyor!


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.