Acun Ilıcalı kendisiyle yapılan röportajın bir yerinde “Ekstrem bir insanım. Mesela Hollanda’da maç varken öğlen yemeğini burada yiyip, akşamüstü Hollanda’da maça gidip, gece Atina’ya geçip orada Survivor seçmeleri yaptıktan sonra Türkiye’ye dönebiliyorum” demiş.
Acun Ilıcalı’nın sözleri yaşadığımız düzenin özeti gibidir
Söz konusu bu ifade, başta sosyal medya olmak üzere oldukça eleştirildi. Söz konusu ifade, röportajın genel bağlamından bağımsız olarak değerlendirildiğinde gerçekten utanılası bir ifadedir. Bununla birlikte, ifade röportajın genel akışı içinde değerlendirilse bile, kendisinin ne kadar hareketli bir yaşamı olduğunun altını çizmeye çalışırken, sonuç olarak dünyanın dört bir yanında ne kadar keyifli bir hayat sürdüğünün dışavurumundan başka bir şey değildir.
Bizim derdimiz ise adı geçen kişinin hayatı ve ifadesi değildir elbette… Buradan yola çıkarak küçük bir değerlendirme yapmaya çalışmaktır.
Bir insan bu tür lafları neden ve niçin eder? Bu tür konuşmaktan neden ve niçin sıkılmaz? Üstelik pandemi koşullarında insanlar kan ağlarken… Yaşadığın veya vatandaşı olduğun ülkede asgari ücret açık sınırının altında ücret alırken, emekli, yoksul ve işsiz insanların sayısı devasa boyutlara ulaşmışken nasıl olur da böylesi olağanüstü bir yaşam standardına sahip olunduğunun altı çizilir?
Bu tür davranışların cevabı sadece psikolojik kavramlar ile kişilik analizleri ile açıklanacak gibi değildir. Çünkü bunun bir hastalık veya görgüsüzlük olmadığı kesin. İşin sosyolojik bağlamda kavranması ve tartışılması çok daha doğru ve yerinde olacaktır.
Utanmazlıkla, başarılı olma arasındaki çizgiyi belirleyen şey, insanın kendisi değil, yaşanan hayat ve o hayatı oluşturan düzendir… Örneğin bu kişi, kimine göre başarılı olmanın “rol modeli” biri, kimine göre düzenden beslenmenin yollarını ve uygulamalarını bilen “becerikli” bir kişiliktir.
Lakin en nihayetinde ona sağlananlar ile ondan istenenleri sistemin gerektirdiği şekilde yapan, sözde çalışkan insanlara karşı sistemin ne kadar cömert olduğunu gösteren bir figürdür.
Düzen, onu bizim gözümüze sokarak şöyle demektedir; “Sürekli eleştireceğinize, şikayet edeceğinize, bizimle birlikte olun ve neler kazanacağınız görün…”
Başka bir bakış açısıyla bu kişiyi yabana da atmamak gerekir. Bu kişi bugün parti kursa %10 barajını aşar. Bu da halkın kime ve nelere önem ve değer verdiğinin bir göstergesidir.
Bu tür kişilikler sadece düzenin devamını sağlamadaki rolleri nedeniyle vardırlar… Çünkü eşitsiz ve adil olmayan sistemler de “eğlence sektörünü” önemserler… Ama sokakta olmamak kaydıyla…
İşte Acun Ilıcalı, “Evde eğlence” sektörünün kullanışlı bir figürü ve elemanıdır. Ona sunulan ayrıcalık biraz da bundandır. Düzen kendisine yararlı olacak her tür eğlenceyi destekler ve fonlar. Yeter ki insanlar uyuşsunlar, uyusunlar, sorgulamasınlar ve bir araya gelerek örgütlü bir arayışa girecek ortamlar oluşturmasınlar..
“Evde eğlence” bozuk ve çarpık düzenlerin tercihi olan bir eğlence biçimidir.
Statlarda eğlence de keza böyledir… Özellikle de evden izlenen futbol müsabakaları evde eğlencenin en güzel uygulamalarıdır… Futbol neden durmuyor derseniz, işte nedenlerinden birisi de budur. Bütün iktidarlar futbolu çok sever.
Son cümle olarak şununla bitirelim;
Acun Ilıcalı denen zatın birinci paragraftaki ifadesindeki utanmazlık ve terbiyesizlik, esasen içinde bulunduğumuz hayatın ve düzenin eşitsiz ve adaletsiz karakterinin adeta bir özeti gibidir. Acun Ilıcalı ve benzerleri görgüsüz kişiler falan değillerdir. Tam tersine oluşan ve oluşturulan görgü tam olarak budur. Bu görgüyle yetişenler ve bu görgüye özenerek hayatını sürdürenlerin yaşam amaçları, zenginleşmenin türlü yollarını aramak ve umut etmekten başka bir şey değildir.