Cumhurbaşkanı Gara operasyonu başlamadan birkaç gün öncesinde, 10 Şubat’ta yapacağı millete sesleniş konuşmasında bir müjde vereceğini açıkladı. Bir devlet başkanının müjde vereceğini açıklaması o operasyondan haberdar olduğunun, siyasi kararını kendisinin verdiğinin, dolayısıyla siyasi sorumluluğu aldığının kanıtıdır.
Komutan sorumluluğu ise çok daha farklıdır. Bu, operasyonu planlayandan yapan timin komutanına kadar operasyonel sorumluluktur. Bu ikisi birbiriyle karıştırılıyor maalesef. Operasyonun zor bir operasyon olduğu açık. Başarı ihtimali oldukça düşük. Bu derece başarı şansı düşük olan bir operasyonda neye güvenilerek müjde verileceği açıklanmıştır; anlamak mümkün değil.
Cumhurbaşkanı, operasyonun başarısızlıkla sonuçlanması ve rehinelerin şehit edilmesi üzerine bir şehit annesini telefonla il kongresine bağlatıp, canlı yayında tüm Türkiye’nin önünde başsağlığı diledi. Evladını kaybetmenin acısını yaşayan, kalbi dağlanmış zavallı annenin sesindeki hüzün, ekran başındaki insanlar tarafından dakikalarca izlendi.
Operasyonun başarısı konuşulur, değerlendirilir. Sorumlusu elbette aranır. Şehit ailesinin acısı ise ortalığa serilmez, üzerinde konuşulmaz, yorum yapılmaz. Cenaze evlerinde nasıl tavır takınılacağı, başsağlığı dilemenin kuralları Türk örf, adet ve gelenekleri çerçevesinde şekillenmiş ve tarihten süzülüp bugünlere gelmiştir.
Cenaze evleri en acılı evlerdir. Yakınlarını kaybedenlerin evlerine ziyarette bulunulur, onlara destek verilir, acıları paylaşılır.
Cenaze evine girildiğinde hüzünlü yüz ifadesi taşınır, sırıtılmaz. Bir oda dolusu insanla, bir bayram günüymüş gibi, sırayla kucaklaşılmaz, tokalaşılmaz. Cenaze sahibinin yanına gidilir, bir eli avuç içine alınır, teselli eden birkaç kelime söylenir.
Bir insanın sevdiğini kaybetmekle baş etmesinin en iyi yolu geride kalan sevdiklerine sarılmasıdır. Ancak kime sarılacağını cenaze sahibi kendi belirler. Cenaze sahibi sarılmadığı sürece ona sarılınmaz. İsterse o sarılır ve bırakmadığı sürece bırakılmaz.
Sonra topluluğa başla selam verilip konumla mütenasip bir yere oturulur.
Cenaze evinde insanlar acılarıyla boğuşurken köşede oturup yüksek sesle konuşulmaz, espri yapılmaz, gülünmez. Sükunetle oturulur, çevre hüzünle izlenir.
Cenaze evinde, siyasi veya dini konular tartışılmaz. Konu açılsa bile “sonra konuşuruz” deyip kapatılır. Birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu sergilenir.
Diğer taziyeye gelenlerle oturup uzun uzun gereksiz konularda konuşulmaz. Lafazanlık yapılmaz.
Rahmetlinin nasıl öldüğüne dair detaya girilmez. Bu konular cenaze sahibinin yanında konuşulmaz.
Cenaze sahibinden çok daha fazla ağlayıp, lüzumsuz yere ortalık ayağa kaldırılmaz. İnanan, inanmayan tevekkül gösterir.
Geçmişteki kayıplarınızdan bahsedilmez. Herkesin acısı kendine büyüktür.
Cenaze sahiplerine durumu küçümseyen tesellilerde bulunulmaz, sabır dilemekle yetinilir.
Eğer telefonla taziyede bulunuluyorsa; hoparlör açılmaz, konuşmalar etrafa duyurulmaz. Bu özel anın mahremiyetine saygı gösterilir. Hatta ne konuşulduğunun detayına bile girilmez. “Başsağlığı diledim.” denir, geçilir.
Kongre, toplantı, maç, eğlence mekanı gibi kalabalık yerlerden telefon edilmez. Daha müsait, sessiz bir ortam tercih edilir. Ortam gürültülü ise, dışarı çıkılıp ortamdan uzaklaşılır.
Her ateş düştüğü yeri yakar. 6 yıl boyunca evladını ha bugün, ha yarın gelecek umuduyla beklerken bir anda, yabancı bir ülkenin, bilinmedik bir dağının, karanlık bir mağarasında infaz edildiği haberini alan bir annenin acısı siyasi çekişmelere kurban edilmez. Sessizlik, hüzün ve tevekkülle izlenir.