Hangi proletarya?

Teknoloji ve bilişim çağında, hayatın neredeyse her alanında dijital bir sürecin başladığı, üretim araçlarının ve üretim biçimlerinin 4G, 5G teknolojisine dönüştürüldüğü, önümüzdeki on yıllarda kol emeğinin yerini insansız üretimin alacağı bir dünyaya doğru evrilirken, sınıf mücadelesi ve eşitlik adına etkili mücadele açıları geliştirememiş olmanın gerçekliği ile karşı karşıyayız…

proletarya

Öte yandan pandemi koşullarında işçi sınıfına reva görülen hayatı gördük. Ve hala en acımasız şekliyle görmeye devam etmekteyiz.

Kol emeğinin hala önemli olduğu ve ihtiyaç duyulduğu son on yıllarda dahi, isçilerin sınıfsal bir güç olmaktan çok uzak olması, önümüzdeki on yıllarda ne olacağı ile ilgili sorunun yanıtını vermeyi bir hayli zorlaştırmaktadır.


Sermayenin ve kapitalist üretim biçimlerinin aklını durduracak bir işçi sınıfı aklı/gücü 50, hatta 100 yıl öncesinin aklından ve gücünden daha geriye düşmüş durumdadır.

Sermaye ve kapitalist üretim tarzları kah faşizmi kullanarak, kah bilimi kullanarak ve hatta gelenekleri/görenekleri kullanarak işçi sınıfının tepesinde olagelmiştir.

Çözüm üretmesi gerekenler, yani işçi sendikaları, işçi partileri ve diğer yapılar daralma, dağılma, yozlaşma, pratiğin içinde olamama, tüketim çağının yeni insan tipi yaratma başarısı gibi nedenler ile etkin olamamışlar veya 50 yıl öncesine göre giderek daha gerilere düşmüşlerdir.

Neden veya bahane üretmek ise gereksiz ve hatta başarısızlık itirafı anlamı taşır… Sonuç itibariyle işçi sınıfı yeryüzündeki bütün coğrafyalarda akıl olarak, güç olarak, etkinlik olarak gerilemektedir.


Bu koşullar altında en iyi 1 Mayıs kutlaması, üretim araçlarındaki ve üretim biçimlerindeki değişimleri ve gerçeklikleri de hesaba katan, yeniden sınıfsal bir güç olmayı sağlayacak, farklı mücadele biçimleri geliştirecek, sanayi devrimi sonrası işçi örgütlenmelerini çok aşan paradigmalar oluşturmaktır.

Bu, ulusal düzeyde iş yerlerindeki mikro mücadele biçimlerinden, evrensel düzeyde enternasyonal mücadele biçimlerine kadar daha geniş bir sınıf mücadelesini, ama farklı bir paradigma ile “tüketimden gelen gücü kullanmayı içerecek” şekilde bir alt ve orta sınıf mücadelesini örgütleyerek olabilecek gibi durmaktadır.  Çünkü sermaye ve kapitalizm tüketim olmadan varlığını aynı şekilde devam ettiremez. Evet, elbette esas olarak üretim olmadan var olamaz ama üretimin gücü artık işçi sınıfının elinde veya kontrolünde değil… O nedenle sermayenin ve kapitalizmin ıslahı ve çok daha önemlisi güçsüz duruma sokulmasını sağlayacak olan şey, sınıfın tüketimden gelen gücünü kullanmayı öğrenmesi ve bunu örgütleyebilecek bilince ulaşmasıdır.

Resmi Gazete’nin ocak 2021 tarihli sayısında ifade edildiği üzere, Türkiye’de faaliyet gösteren sendikalar ve üye sayıları şöyledir; “Türkiye’deki 14 milyon 371 bin 96 işçinin sadece 2 milyon 69 bin 476’sı (yüzde 14,4) sendikalı olarak çalışıyor. En fazla üyeye sahip sendikalar konfederasyonu 1 milyon 131 bin 749 ile Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) oldu. Onu 711 bin 295 üyeyle Hak-İş, 193 bin 866 üyeyle Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 4 bin 127 üyeyle Ülkem-İş, bin 647 üyeyle Tüm-İş, bin 28 üyeyle Anadolu-İş takip ediyor. 25 bin 764 işçi ise bağımsız sendikalara üye”dir.

Görüleceği üzere 15 milyon civarında kayıtlı işçimiz vardır. Bunların neredeyse hepsi sarı sendikalı veya sendikasızdır. Partili işçi ise oransal olarak yok denecek kadardır. Çoğu lümpen ve köylü kol emekçisidir. Ve neredeyse hepsi sermaye partilerine ve iktidar partilerine oy vermektedir… Ve tüm dünyada 20, 30, 40 yıl içinde işçilere ihtiyaç giderek azalacaktır.

Velhasıl hangi proletarya?

İşsiz insanlarımızın sayısı resmi olarak 6 milyondur. Esnafı, emeklisi, köylüsü genci, öğrencisi, memuru Türkiye’nin kendisidir ve hepsi de tüketerek sermayeyi güçlendirmekte, kapitalizmi ayakta tutmaktadırlar. Bu, tüm dünya içinde geçerlidir.


Dolayısıyla Marksizm ve sınıf mücadelesi teorileri ve deneyimleri bize sermayeye karşı ne yapmak gerektiğini söylerlerken, bunu nasıl yapmamız gerektiği konusundaki yöntemler standardize etmemiş olmalıdırlar. Kuramlar nesnel koşullara ve üretim biçimlerine ve ilişkilerine göre evrilirler. Ya da ereksel özü aynı kalmak koşuluyla değişerek evrilirler. Aksi takdirde sınıf mücadelesi teorilerinin dinlerden ne farkı kalır?

Pandemide geldiğimiz noktanın sorumlusu kim?