Biz ne ara bu kadar kimliğimizin ve benliğimizin peşine koşup da ardımızda bıraktık bizim için kıymetli olanları…
Bugün belki de hayatımda en büyük derslerimden birini aldım diyebilirim. Hayatım boyunca kan bağının gücüne inanan ben, bugün kan bağlılığı ile bağlı olduğum en yakınımdan en ihtiyacım olduğu bir yalnızlıkta ‘güçlü kadınlarız biz’ diye geçmişi unutup, önümüze bakmanın tavsiyesini aldım.
Oysa, geçmişiyle, bugünüyle, yarınıyla ‘bize ait olan’ değil mi?
Kimliklerin dili olsa da konuşsa… Hani Nasrettin Hoca’nın kıssadan hissesi gibi ‘ye kürküm ye’ misali, kürkün ve kimliğin kadar kıymete binen varlıklarımızda, hakikat ve öz olan ne, inanın bugün beni fazlasıyla düşündürdü.
Düşünsenize, kan bağı ile bağlı olduklarınızın canı acıdığında yanında olamamak. Onun acısıyla hayıflanamamak. Onun yalnızlığına dokunamamak. Biz ne ara bu kadar kimliğimizin ve benliğimizin peşine koşup da ardımızda bıraktık bizim için kıymetli olanları.
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘senin güç ile alıp veremediğin ne? Neden bu kadar huzursuz ediyor seni?’
İnanın benim bir alıp veremediğim yok. Benim alıp veremediğim yalnızca öz olamamak. Cana yakın olup, kalbe dokunamamak.
Hep sürekli bir güç, bir var oluş mücadelesi. Ya da ben’liğe kanıp da, bir şeyler gösterme çabası. Oysa, öz olmak, içten samimi bir şekilde gülümseyip ‘iyi ki varsınız’ diyebilmek varken, kaybolmak niye?
İşte benim derdim hep bu kayboluşlarımız. Ve kendi elimizi bırakıp, bir daha tutamamak…