“Empati dilsizlikten çıkmıştır. Dil geliştikçe empati azalır. Çünkü dil olunca anlamaya çalışmaz sorarsın.” — Tahir Musa Ceylan
Dil, birçok anlama gelen kapsamlı bir kelimedir. İlk sözcük anlamı ile dil; ağız boşluğunda yer alan tat alma duyu organı olup sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun hareketli organ olmasıyla tanımlanmaktadır. Dilin en yalın bu hali ise an geldiğinde en çok sahteliği içinde barındıran şekli değil midir? Peki doğru iletişim kurmaya çalışırken karşımızdaki kişiyi anlayarak tepki verebilmemiz için dilden dökülen sözcüklerin gerçeği yansıtmama veya kişinin gerçeği yansıtamaması halinde empati kurmak için biz ne yapmalıyız?
İnsanın dili yalan söylerken, bedeni gerçeği ele vermekte olup söylediklerini inkar eder. Dilin zikrettiği sahte söylemleri, insan mimikleri ve gözleri ile devamlı olarak reddederek gerçekleri hatta derinlerde hissettiği tüm duyguyu itiraf etmek için mücadele içinde olur. Çünkü kim ne diyecek kaygısı olmaksızın en saf duyguları ifade etmek için en iyi ulaştırıcı gözler değil midir?
Her insan sadece hisleri ile yaşamakta değildir, düşünceleriyle planlama yaparak ileri adımlar atmaktadır. İnsan, toplum içinde bulunmanın getirisiyle kendisini ifade ettiği kişilere karşı kalabalığın içinde anlaşılmadığını düşünerek yalan sahnelerde yazılı olan metni okuyarak hissettiği değil, olması gerekeni ifade ederek yolunu bulmaktadır. Halbuki sözlere gerek olmadan konuşmak mümkün değil midir ki!
Sahne deneyimi olan kişi, bazen sessizliğin konuşmaktan daha fazla konuyu anlatabildiğini bilerek mimiklerini ve beden dilini çok aktif kullanmaktadır. Bir oyuncu, bu kazanımları kişilerin duygu hallerini gözlemleyerek edinmektedir. Kişilerin beden dilinin yanı sıra sadece gözlerine bakarak dahi yansıtmak istedikleri tüm duyguları edinmektedir. Böylece sahnede canlandırdığı kişi gözlemleri vesilesiyle rahatlıkla sahnelemektedir. İzleyiciler ise aktarılan olayların içine yaşarcasına girerek, oyuncunun hissettiklerini yakından takip ettiği için hissetmektedir.
Sevgimizi/hüznümüzü, mutluluğumuzu/kederimizi, yorgunluğumuzu/zindeliğimizi, güvenimizi/şüphelerimizi veya öfkemizi/neşemizi en doğru ifade etme biçimi dilden düşen söylemler yerine gözlerimiz değil midir? İletişim kurmak için sadece bireyin kendisine dahi şeffaf olamadığı konuları ifade etmeye tenezzül etmeyen dili yerine, aynı zamanda gerçek benliğini tüm şeffaflığıyla sunan gözlere sadece bakıp geçmeden gözlemlemek tercih edilirse başarıyla anlaşmak ve anlaşılmak mümkün olmaz mı? Çünkü her söylemin en yalın hali ile her duygunun en saf halinin ilk yansıma, kişinin gözlerinde bulunmaktadır. Yine bahsi geçen gözler, kişinin yansıttığı dışavurumları ön planda tutmadan algıların yansıması olan duyguları gözlemleme görevindedir.
“Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.” — İbn-i Sina
İnsanlar aynı anatomi ile var olsalar dahi beynini aynı kapasiteyle kullanamazlar. Kimisi kalıtım sebebiyle, kimisi doğum sırasında oluşabilecek hasar sebebiyle, kimisi psikolojik travmalar sebebiyle iken kimisi sadece tembellik sebebiyle beynin kapasitesi altında alanı kullanmaktadır. Empati kurmak, yalnızca beyinle yapılmaktadır. Empati kurabilmek için kişinin zeka kapasitesini tam olarak kullanarak karşısındakinin söylediklerinin yanı sıra duygularını da algılaması ve doğru gözlem yapabilmesi gerekmektedir. Bunun için tek bir duyu organı yeterli olmayacağı gibi beynin tek yönlü çalışmasının da yeterli olmayacağı aşikardır.
Beynin beş ana lobunun aktif olarak kullanılabilmesi ve her iki yarım kürenin koordine içinde olması gerekmektedir. Kişi empati becerisini geliştirilebilmektedir. Gelişimi sağladıkça karşısındaki kişi ile doğru iletişim kurabilmektedir. Böylece kişilerin hem anlayışı hem anlaşılması da artmaktadır. Empati güven inşa ederken aynı zamanda iletişimi güçlendirmektir. İletişimin güçlenmesi, bireylerin tahammül sınırının artışına ve bin düşünüp bir konuşmasıyla sonuçlanacaktır.
“Düşünceli olun, çünkü karşılaştığınız herkes inan ki en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor.” — Eflatun