Namus sözcüğünden “namuslu” ve namussuz” fiillerine, oradan da “namusluluk” ve “namussuzluk” kavramlarına evrilen “namus”, coğrafyalara, o coğrafyalardaki hayatlara ve o hayatların şekillenişine göre değişmekte ve daha kötüsü ayırt edici bir ölçüt olarak kültür bir olgu haline gelebiliyor.
Sözlük anlamından girerek bir değerlendirme yapmak gerekirse, namus;
- “toplum içinde onur ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlılık”.
- “doğruluk, dürüstlük, erdemlilik, ahlaklılık” olarak kayıtlara geçmiş.
Tabi “ahlaklılık” konusu da başlı başına bir meseledir. Çünkü görecedir ve içine aldığı namusu veya tanımladığı namusu kültürlendiği şekilde tanımlar veya betimler.
“Namussuz” fiilini bir kişiye yönelik kullandığımız zaman bunun cinsiyetinin, renginin, dininin, mezhebinin, ırkının, coğrafyasının olmayacağı çok açıktır.
Daha önemlisi ve çok daha güzeli birisine “namussuz” dediğimiz zaman, “onursuz, gurursuz, yalancı, hak etmediği halde almaktan çekinmeyen, işini yapmayan, düzenbaz, asalak, fitne, fesat, ayrıştırıcı, bölücü, dolandırıcı, kural tanımaz, zayıfı ezen, yaşadığı çevreyi kirleten, hayvana zarar veren, ağaçları, böcekleri öldüren, yararsız, kendini üstün gören, ırkçı” gibi, daha pek çok tutum ve davranışı kastediyor olabiliriz.
Bu durumda kendimiz de dahil olmak üzere çevremizde, ülkemizde ve başta siyaset ve ticaret ile uğraşan ne kadar çok namussuz kişi olduğumuz ortadadır.
“Namus” kavramına sadece bir kaç anlam yükleyerek istediğimiz zaman ve istediğimiz şekilde aşağılamalarda bulunma eğiliminin nedeni, kendini farklı bir yere koyma ihtiyacının bir sonucudur.
Daha kötüsü de namusu cinsiyetçi bir yaklaşımla, özellikle de kadına yönelik olarak “toplumsal kurallara uymayan” kişileri dışlayıcı betimleme ise tam anlamıyla riyakarlığın gelenekselleşmiş tezahürüdür.
“Namuslu” denilen kişi veya kişileri betimlerken de “çok namusludur” ifadesi genellikle kadınlar için kullanılır ve o toplumun en aşağılık “lütfedici riyakarlığın” eril cinsiyetçi kültürünü yansıtır.
Ebeveynlerin, özellikle büyük ebeveynlerin torunları ve diğer yaramaz çocuklar için sözde sevecen bir fiil olarak kullandıkları “seni namussuz seni” türü ifadeler ise, farkındaysak hep erkek çocuklar için kullanılır. Kız çocukların haşarı ve afacanlıkları “seni namussuz seni” diye karşılanmaz. İşte burada başlar namuslu ve namussuz kavramlarının cinsiyetçi ayırt ediciliği. Erkek çocuk için bir sevimli bir yaramazlık ve hatta sevimli bir özellik olarak kodlayacağı namussuzluk, kız çocukları için asla kullanılmaması gereken bir “edepsizlik” olarak kodlanır.. O edepsizlik ilerleyen süreçte karşı cinsle “münasebetlerin” törel ve geleneksel prangası olur. Kendisi için de yaşamı boyunca gururla taşıyacağı veya intihara varan bir “davranış kalıbı” olarak kültürlenir.
Kültürler asla eşitlikçi değildir. Çünkü yaşamlar kültürleri oluşturur, o kültürler da yaşamları… Eşitlikçi ve adil bir yaşam kurmadan, eşitlikçi ve adil bir kültür oluşturamıyoruz. Hayatı doğru yaşamak için, önce o hayatı doğru kılmak ve öyle kültürlemek gerekiyor.