Kuş ölür sen uçuşu hatırla

Yeni yılın ilk yazısında kendi adıma alışılmışın dışına çıkayım; bu kez aşktan, umuttan, sevgiden bahsedeyim dedim. İlk kez 80’li yıllarda üniversite öğrencisiyken karşıma çıkan bir şiir ile başlayayım yazıma.

Kuş ölür

Güzel gözlü İranlı şair Füruğ Ferruhzad şiirinde aşkı şöyle anlatmış:

Kim vurduya gitti aşkımız faili meçhul değilse nefsi müdafaadır
Ellerimizdeki kelepçenin anahtarı sende
Kavgamızın tek seyircisi bu şehir
Tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır
Söyle sevgilim sen söyle
Akan kanımızın hesabını kime soracağız?
Kim toplayacak gözyaşlarımızı?
Kim koyacak sevgiyi içimize?
Gittik gittik gittik
Acılara gittik
Keşkelere gittik
Ben sana sen bana gittik
Sonra öğrendik ki dünya yuvarlak, kaldık
Sen bağıra bağıra ağlardın, ben susardım
Sen duvarları yumruklardın, duvarlarında ellerinin izleri kan içinde
Ben içime içime oyardım kendimi
Sen çimenlere yatıp uyuyakalırdın
Ben banklara tünemiş uykusuz
Sen ot içerdin, duman kusardın geceye
Ben tek sigaralık ciğerimle öksürüklerde
Sen aşka inanmazdın, sen inanmazdın
Ben maviye inanırdım
Boynumdaki yorgun damarların mavisine
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım
Bir de ensemdeki dövmeye inanırdım
Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla.


füruğ ferruhzad

İçindeki ifadelerden midir nedir bilinmez; bu şiirin şairini yıllardır hep erkek zannettim. İnternetin olmadığı bir dünyada çok da yadsınacak bir durum değildi bu aslında. Merak ettiğimiz birçok şeyin cevabını bulamadığımız yıllardı o yıllar. Senelerdir şairini erkek zannettiğim bu depresif şiirin bir kadın tarafından yazıldığını öğrendiğimde kadınlara, en başta da güzel gözlü Füruğ’a haksızlık ettiğimi anladım. Aşkı böylesine güzel anlatan başka bir kadın var mıdır?

Aşkın sınırlarını zorlayan, onu hafızamıza kazıyan, yaşadıklarımızı unutulmazların arasına sokan, nefesimizin kesildiği anların toplamıdır. “Hıtch” filminin repliğinde de zaten “Hayat, nefes aldığımız anların toplamı değil, nefesimizin kesildiği anların toplamıdır.” demiyor mu? İşte bu nedenle aşk, en yoğun duygu halidir. Ve maalesef insan doğası, her ne çeşit olursa olsun bir duyguyu aynı yoğunlukta uzun süre sürdürebilme yetisine sahip değil. Öfkeniz de elbet bir gün sönüyor, aşkınız da. Kısa süreliğine bile olsa girdiği yüreğin beşeri hayatla ilişkisini koparan aşk ise bir süre sonra yerini başka bir duyguya bırakıyor; sevgiye ya da nefrete.


Yerini bir başka duyguya bırakan aşkın ibresinin yönünü fedakarlığın boyutu belirliyor. Fedakarlık karşılıklıysa bir süre sonra ibrenin yönü sevgiye kayıyor, o da bir ömür boyu sürüyor. Yok eğer tek taraflı ise ve hele hele taraflardan biri bunun farkına varmamışsa potansiyel enerji yüklü bu ilişki inişe geçiyor. Oluruna bırakılırsa yokuş aşağı freni boşalan kamyon misali kötüye gidiş hızlanıyor, ta ki karşısına çıkan duvara toslayana kadar. Kinetik enerji arttıkça travmanın yaratacağı hasar da büyüyor. Eğer taraflardan biri herhangi bir sebeple diğerine muhtaçsa aşksız bir evliliğin, evliliksiz bir aşkı doğurması pahasına bu ilişkiyi sürdürüyor; değilse inceldiği yerden kopuyor.

Asla bırakıp gidemeyeceği düşünülenler bir çırpıda gemileri yakıp gidiverirler. Ve öyle şeyler yaşarsınız ki, her kapıyı açacağını zannettiğiniz maymuncuk, anahtarı karşı tarafın cebinde olan bir yürek prangasına dönüşüverir. Tıpkı şairin dediği gibi; kuş ölür, akılda bir tek uçuşu kalır.


Sen uçuşu hatırla!..

Zimbabve


Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.