Acılarımızı, yenilgilerimizi, mağduriyetlerimizi yarıştırma ve kıyaslama konusunda acayip mahir bir toplumuz. Örneğin Sezen Aksu, Sedef Kabaş konusunda da benzer şeyler oluyor.
“Dili gerekirse kopartılacak” olan Sezen Aksu, cumhurbaşkanına sözde hakaretten olabilecek en kısa sürede, apar topar hapse tıkılan Sedef Kabaş’tan daha fazla gündem oldu…
İşte şimdi bu yarıştırılıyor.
Yarıştırılan hegemonyanın karşısındaki tepkinin iki kadın üzerinden adil olmayışı gibi görünse de, öte yandan durum hem öyle hem de öyle değil…
Öyle olsaydı ne olurdu? Yani iki kadına yapılan muamele için herkesin tepkisi eşit olarak ortaya koyulabilseydi ne olurdu?
Çok şey olurdu. Her şeyden önce hegemonya karşısındaki tutumun büyüklüğü, gelişmiş toplumsal kültürü yansıtırdı ki, çok önemlidir.
Biliyorsunuz popüler kültür diye bir şey var. Bunu bir yana koyalım. Çünkü işin birinci yanı bununla ilgili. Sedef Kabaş konusundaki tepki, Sezen Aksu için gösterilen tepki kadar kitlesel olmadı. Ama işte bu iş biraz da popüler olma ve tanınmış olma işi.
Öte yandan her gün hapse tıkılan ve hapiste tutulan, sırf tanınmadıkları için yokmuş gibi davrandığımız ve yaşadığımız insanlar var. Onları nereye koyacağız? Sedef Kabaş bu bağlamda Sezen Aksu kadar olmasa da şanslı. Çünkü onun da bir kitlesi var.
Sezen Aksu için gösterilen tepkinin büyüklüğü güzeldir. Ama ne zaman ki, aynı tepkileri herkese aynı düzeyde göstermeyi becerdiğimizde, çok yol katetmiş olacağımız kesindir. Naçizane benim için işin gözden kaçırılmaması gereken yönü burasıdır.
Bu arada Sedef Kabaş için Sezen Aksu ölçeğinde tepki verilmemiş olmasının popüler kültür ve tanınırlık dışında bir açıklaması daha var. Eğer bunu görmezden gelirsek, Türkiye gerçeğini es geçmiş oluruz.
Sezen Aksu için klavye basan yüzbinlerce insanın, Sedef Kabaş’ı bildiği halde, onun için de bir kaç cümle yazmamasını nasıl açıklayacağız? İşte bu nedendir ki, bizim en büyük kanayan yaramızdır.
Muhalif olma beceriksizliğimizin ve her türlü hegemonyaya ve zulme karşı kitlesel bir turum sergileyememenin temelinde bu yatar.
Ne zaman ki renk, dil, din, cinsiyet, coğrafya, etnisite ölçütlerini kullanmaktan vazgeçerek haksızlığa ve zulme uğrayan herkes için aynı tepkiyi vermeyi öğreniriz, işte o zaman insan olmanın erdemine ulaşır ve dahası hegemonik gücün karşısında nasıl durulması gerektiğini öğreniriz.
Asıl mevzu acıların ve mağduriyetlerin yarıştırılması değil, acıya ve mağduriyete neden olanların karşısında topyekûn olabilmektir.
Olamazsak, hegemonik tahakküm devam eder.
Olursak biz, yani insanlık kazanır.