Atatürk düşmanlığı, Atatürk’ü değersizleştirme, Atatürk’ü dikkate almama adına yapılan ne varsa, ülkeye yapıldı aslında. Sonra da dinden, imandan, solculuktan ve milliyetçilikten bahsederek beyinsel ve ruhsal fakirliğin yol taşlarını döşediler hep beraber. Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet sarmalında, dört bir yanı düşman, içerisi ise hınca hınç öfke ve düşmanlıkla beslenen ve çözümsüzlük hissiyle dolu bir halk…
Türkiye’de dinci hareketlerin, yapıların ve partilerin Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı malum (Samimi dindarları ve vatansever Müslümanları tenzih ederim.)
Türkiye’deki ayrılıkçı veya Kürt hareketi olarak tanımlayabileceğimiz yapı ve partilerin de aynı şekilde Atatürk düşmanlığı saklı ve gizli değil.
Keza sosyalist sol da Atatürk devrimlerine ve Atatürkçülük meselesine tepeden bakmaya, eleştirmeye ve onun yerine Sovyet devrimini, Çin devrimini, Küba devrimini öne çıkaran, Lenin’i, Mao’yu hatta Enver Hoca’yı önderlik olarak ikame eden bir yapı ve karakter taşıdılar maalesef. Bu ülke, malum zamanlarda bir sosyalistin Atatürk’ü ve devrimlerini savunması veya referans göstermesi, neredeyse sosyalist olmaktan dışlanmasını veya hafife alınmasına neden olabilecek dönemleri yaşadı. (Tarihe mal olmuş bazı sosyalistleri tenzih ederek söylüyorum.)
Gelelim kendini milliyetçi diye tanımlayan yapılara ve partilere. Onların bu konuda çıkaracakları ve çıkarmaları gereken o kadar çok günah, kurtulmaları gereken o kadar çok ayıp ve suç var ki.. Her şeyden önce Atatürk milliyetçiliğini tanımlamaktan ve anlamaktan yoksun, düşünce fakiri insanların hamasetiyle, Atatürk’e en büyük haksızlığı yapanların başında gelir Türkiye milliyetçilerinin büyük kısmı..
Sonuç olarak, mevcut koşullar altında bir güruhtan ve homojen olmayan bir kitleden, bir millet ve sonra bir ulus kurgusunu, içinde savaş, imar, iskan siyasi mücadele ile örüntülemiş ve örgütlemiş, buradan bağımsız bir ülke oluşturmuş bir şahsiyete ve felsefeye bu kadar hor bakmanın, bu kadar düşman olmanın, bu kadar nankörlük etmenin bir bedeli olacaktı elbette.. İşte o bedel ayrışma, yokluk, yoksunluk, muhtaçlık ve debelenme ile ödeniyor şimdi… Ülke ve bir ulus olarak kimlik ve kişilik bunalımlarını hep beraber birlikte yaşıyoruz şimdi. Ve “bunlar daha iyi günlerimiz”…
Çünkü akıl, bilim, laiklik, egemenlik, çalışkanlık ve üretkenliğini yitirmiş olmanın kurtuluş ve kuruluş felsefesine, ilkelerine ve ahlakına sahip çıkmama ile başlayıp; Amerikancı, Avrupacı, Rusyacı, Avrasyacı, Ortadoğucu derken kendimiz olmaktan çıkmamız ve ulusal benliğimizi, ardından kimliğimizi ve kişiliğimizi yitirmeyle en nihayete ulaşmış bulunmaktadır.
Atatürk düşmanlığı, Atatürk’ü değersizleştirme, Atatürk’ü dikkate almama adına yapılan ne varsa, ülkeye yapıldı aslında. Sonra da dinden, imandan, solculuktan ve milliyetçilikten bahsederek beyinsel ve ruhsal fakirliğin yol taşlarını döşediler hep beraber…
En büyük düşman dışarıdaki düşman değildir. İçerideki işbirlikçidir. En büyük tehlike dışarıdaki tehlike değildir. İçerideki duyarsızlar, çıkarcılar, sinmişler ve fırsatçılardır.
Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet sarmalında, dört bir yanı düşman, içerisi ise hınca hınç öfke ve düşmanlıkla beslenen ve çözümsüzlük hissiyle dolu bir halk..
Marx, yerinden kalkıp yeniden bir tahlil güncellemesi yapsa, onu en çok yoracak ülkelerden birisi herhalde Türkiye’dir…