Bu yıl 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü için Tiyatro Sahnekarlar adına İndigo Dergisi’ne özel mesajı Volkan Severcan kaleme aldı.
Yıllardır olduğu gibi bu sene de tiyatro sever İndigo Dergisi okuyucularına bir tiyatro ekibinden özel mesaj konusunda aracılık etmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Vişne Bahçesi oyununun galasına gittiğimde arkadaşımla beraber hastalığın endişesiyle karışık şaşkınlıkla dolu bir sevinç yaşadık salon hınca hınç doluydu hepimiz öyle özlemişiz ki sanatla bir araya gelmeyi.
Davetli olduğu için gelip içlerinde sanat sevgisini derinleştiremeyenlerin olduğu galalarda ikinci perde de ayrılanları görmeniz işten değildir ancak bu sefer öyle olmadı ve oyun sonrası davette sanata dair tatminkar, keyifli sohbetler edildi.
Sohbet demişken dekorundan, kadrosuna görkemli oyun için söylenecekler var ancak özetle Çehov’un klasiğini bir de bu ekipten izlemelisiniz demekle yetineyim şimdilik.
Tiyatro Sahnekar – Vişne Bahçesi oyuncuları:
Bu yazı yayına hazırlanırken gelen güzel bir haberi de hatırlatalım ki oyunun yönetmeni Bora Severcan ve performansıyla büyüleyen usta oyuncu Erhan Yazıcıoğlu kısa Film ‘Mr. Nonexistent’ (Tahir Bey) ile Londra Uluslararası Film Festivali’nden iki ödül aldı. Festival kapsamında “En İyi Senaryo” ödülüne Bora Severcan ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödülüne Erhan Yazıcıoğlu değer görüldü.
Artık mesajımıza geçmek gerekirse bu sene mesajın beni ayrı bir heyecanlandırdığını belirtmek isterim. Jude Law’dan Monica Belluci’ye nice dünya çapında ünlü uluslararası oyuncunun tiyatro performanslarıyla yankı uyandırdığı, ülkemize tiyatro oyunlarıyla turneye geldiği bir çağda Volkan Severcan’ın bizi davet ettiği rüyaya kapılıp iç çektim hadi bu güzel günde kutlamayı hayallerle yapalım belki rüyalarda buluşuruz bir gün…
“Şaşırdım galiba”
Volkan Severcan
Aylar önceden yapmışız programımızı… Devlet Tiyatrosu’na bilet bulmak kolay mı, altı ay önce almışız biletlerimizi, Devletin Tiyatrosu’na yakışır şekilde giyinmişiz. Hatta eşim Müge benim Mikili kravat taktığımı görünce:
– Yok artık Volkan, Devlet Tiyatrosu’na gidiyoruz, adam gibi bir kravat tak, gömleğin de manşetli olsun.
Eşim, düğün hediyesi olan altın kaplama kol düğmelerini takıyor özenle gömleğime.. Aylin’le erken buluşmuş Müge. Aylin, Orhan Abi’nin eşi, bizim aile dostlarımız. Devlet Tiyatrosu’na gideceğiz ya saçları yaptırmak lazım, özenli bir makyaj, ne olur ne olmaz manikür, pedikür… En özenli, en güzel hale gelmeli insan… Kolay değil Devlet Tiyatrosu bu!
Oyundan önce bir şey atıştıralım diyorum, tost ayran mesela. Orhan Abi “şaşırdın galiba!” diyor.
-Devlet Tiyatrosu’na gidiyoruz oğlum, The Marmara’da birer aperatif alırız, olmazsa Divan’da otururuz AKM’ye gidiyoruz… Oyundan sonra da şık bir yerde güzel bir yemek yer geceyi tamamlarız.
Doğru söylüyor, Devlet Tiyatrosu’na AKM’ye gidiyoruz!
Bu akşam izleyeceğimiz oyun konuk İngiliz yönetmen Sir Jeremy Irons’ın rejisiyle Shakespeare’in ölümsüz romansı “Romeo ve Jülyet”. Hepimiz Kıvanç Tatlıtuğ’u merak ediyoruz, acaba nasıl bir Romeo… Beren Saat bugün Jülyet’i oynamıyor, 3. kast Burcu Biricik oynayacakmış. Aslında İtiraf edeyim Beren Saat’i tercih ederdim ama bu kızı da tiyatro eleştirmenleri göklere çıkarıyor, “kısa sürede tiyatroda yeni bir dünya starımız olacak!” diye övgüler yağdırıyorlar. O yüzden mutsuz değiliz. Haluk Bilginer, Tilbe Saran, Çetin Tekindor, Erhan Yazıcıoğlu, Metin Akpınar, Nevra Serezli, Nurgül Yeşilçay, Cem Yılmaz, Genco Erkal, Mert Fırat, Melisa Sözen, Ahmet Mekin, Selçuk Yöntem, Vahide Gördüm, Ayça Bingöl, Arzum Onan, Zafer Ergin, Rutkay Aziz diğer önemli rolleri oynuyorlar…
Devlet Tiyatrosu tabii, kadro süper!
Sir Jeremy Irons oyun müzikleri için Andrea Bocelli’yi tercih etmiş, duyduğumuz kadarıyla pop opera tarzı bir müzik yapmış büyük besteci.
Koreograf olarak Mikhail Baryshnikov adı hepimizi çok heyecanlandırıyor. Selçuk Borak ile beraber çalışmışlar. Sanırım klasik baleyi de oyunun içerisine entegre etmek istemiş Sir Jeremy Irons.
Işık tasarımı Amerikalı üstat Robert Wilson tarafından yapılmış. Kudsi Ergüner’le birlikte yapmış olduğu “RUMİ” performansı ışık ve tiyatro için bir milat olmuştu bizim için. Bakalım bu oyunda nasıl bir başarıya imza atacak.
Dekor, dünyaca ünlü dekoratörümüz Barış Dinçel tarafından tasarlanmış. Kostüm tasarımı Atıl Kutoğlu imzasını taşıyor.
Saat beş gibi iki dirhem bir çekirdek yola çıkıyoruz. “Ne olur ne olmaz trafiğe kalmayalım!” diyor Müge. Ben metrobüsle geçelim karşıya diyorum. Orhan Abi yine kızıyor bana “şaşırdın galiba!” diyor.
-Devlet Tiyatrosuna gidiyoruz oğlum!…
Cümleler tanıdık geliyor bana.
“Limuzin tutsak mı acaba?” diyorum..
“Niye aklımıza gelmedi!” diye hayıflanıyor Orhan Abi. Aslında doğru söylüyor, Devlet Tiyatrosu’na gidiyoruz.
The Marmara’da Ziya Kürküt ve sevgili eşi Hande ile buluşuyoruz. Biletleri Ziya organize etti. Shakespeare hakkında konuşuyoruz oyundan önce Ziya’yla. Değerli Hocamız Prof. Dr. Suat Özturna ile karşılaşıyoruz, oyun hakkında geniş bir bilgi veriyor hepimize. Dönemin Verona’sı üzerine bilgiler ediniyoruz ondan. “Türkçe’ye en çok çevrilen eserdir.” diyor Romeo ve Jülyet için… Mihran Boyacıyan’dan, Ertuğrul İlgin’e, Abdullah Cevdet’ten Yusuf Mardin’e, Turan Oflazoğlu’ndan Özdemir Nutku’ya kadar onlarca çevirmen Shakespeare’in bu ölümsüz eserini dilimize kazandırmış. Ama bu kez Türk Edebiyatı’nın büyük dehası Yaşar Kemal’in çevirisi ile izleyeceğiz oyunu.
Sabırsızlıkla oyun saatini bekliyoruz. Suat Hoca, oyunun müziklerini yapan dünyaca ünlü besteci Andrea Bocelli’yi anlatıyor. Pür dikkat onu dinliyoruz.
Hava sıcak, gömleğin üst düğmesini açıp kravatımı gevşetiyorum. Müge’ye “Kravatı çıkarsam mı?” diye soruyorum; Orhan Abi atlıyor hemen:
-Devlet Tiyatrosu’na gidiyoruz oğlum! Şaşırdın galiba! diyor ve gevşeyen kravatımı öyle bir sıkıyor ki, nefesim kesiliyor. E haklı tabii, Devlet Tiyatrosu’na gidiyoruz!
Nihayet vakit geliyor. The Marmara ile Atatürk Kültür Merkezi arası beş dakika. Yarım saat var oyuna, artık gitme vakti. Kızlar müsaade istiyorlar makyajlarını tazelemek için. Ziya anlatmaya devam ediyor:
– Yaz turnesi Çanakkale’den başlıyormuş oyunun… Altınoluk, Ayvalık, İzmir, Çeşme, Efes, Kuşadası, Didim, Bodrum, Antalya, Alanya, Mersin, Adana bütün sahil şeridini gezeceklermiş. Şimdiden bütün biletler tükenmiş, dünyanın her tarafından turizm şirketleri bilet alıp turlar düzenlemişler bu oyun için…
“Devlet Tiyatrosu’nun bütün oyunları öyle.” diye cevap veriyor Orhan Abi.
Kızlar son rötuşlarını yapmış oldukları halde geliyorlar… Kısa bir yürüyüşten sonra AKM’ye varıyoruz. Birbirinden şık insanlar fuayede, dünyanın en güzel sanat merkezinde az sonra başlayacak olan oyunu seyretmek için dakikaların geçmesini bekliyorlar. Sanat dünyasından tanıdık yüzler, iş adamları, politikacılar, öğretmenler, farklı sektörlerden yüzlerce insan ve turistler… Herkes, en şık kıyafetiyle gelmiş… Sanata saygı böyle bir şey işte! diye geçiriyorum içimden. Müge’ye: “İyi ki Mikili kravatı takmamışım!” diyorum.
Salona giriyoruz, içimi bir huzur kaplıyor… Tarifi olmayan bir mutluluk… Medeniyet, modernlik, kalite, saygı ve daha bir sürü güzel duygu işte… Fraklı bir beyefendi biletlerimize bakıyor ve “Hoş geldiniz!” diyerek onu takip etmemizi istiyor. Ziya 1. parter, 16. sıradan bulabilmiş biletleri. Sahneyi biraz soldan görüyoruz ama yerimiz mükemmel. Fraklı adam program dergisini tutuşturuyor elimize. Ben de cebimden bozuk para çıkartıp fraklı adama vermeye çalışırken Orhan Abi yakalıyor elimi: “şaşırdın galiba!” diyor.
-Burası Devlet Tiyatrosu!..
Bana bu cümle yine bir yerden tanıdık geliyor…
Fraklı adam önümüzde saygı ile eğiliyor, yerlerimize geçiyoruz. Sağımda Müge, solumda Orhan Abi var. Aklıma takıldı ya sormadan edemiyorum:
-Orhan Abi, niye bahşiş verdirmedin adama?
-Oğlum, burası Devlet Tiyatrosu. O fraklı adam da devleti temsil ediyor. Seni ağırlıyor. Devlete bahşiş verilir mi?.. Devlet sana hizmet verir…”Şaşırdın galiba!” diyor. Bana yine tanıdık geliyor bu cümle.
Elimdeki program dergisine bakıyorum.
-“Budur!” diyorum…
-“Devletimin Tiyatrosu işte!” diyorum…
Birden ayağa kalkıyorum, sahneye arkamı dönüyorum, birbirinden şık insanları tek tek inceliyorum, başımı yukarıya kaldırıp 1. ve 2. balkondaki insanları, onların coşkusunu içime kadar çekiyorum. Orhan Abiyi yanaklarından öpüp yerime oturuyorum. Orhan Abi “şaşırdın galiba!” diyor.
Bana niye bu kadar tanıdık geliyor bu cümle???
Birden hatırlıyorum devamını, Orhan Abi söylemeden ben söylüyorum bu kez:
-Burası Devlet Tiyatrosu, benim devletimin tiyatrosu!” diyorum gururla…
Oyunun başlama anonsu ile telefonlarımızın kapalı olduğunu kontrol ediyoruz tekrar. Hepimizin yüreği kıpır kıpır… Büyük ustaların aylarca çalışarak hazırladığı oyunu biraz sonra sadece bizim için, AKM’yi dolduran bir avuç sanatsever için oynayacaklar.
Işıklar kararıyor, Bocelli’nin müthiş üvertürü ve müthiş bir ışık gösterisi ile başlıyor oyun…
Kıvanç Tatlıtuğ’dan müthiş bir Romeo izliyoruz… Sahneye çıktığı andan itibaren salondaki bütün kadınların nefesini tutuğunu hissetmek çok zor değil. Ama oyunculuğu yakışıklılığını defalarca katlamış, Kıvanç değil “Romeo” seyrediyoruz.
Burcu Biricik mi daha iyi Beren Saat mi diye merak bile etmiyorum artık. Kıvanç’la ikisinin aşkına öyle çok inanıyoruz ki, ben de Müge’nin elini tutuyorum sıkıca, aşkla… Nasıl sıktıysam artık, Müge bana bakıyor, gözlerinden alevler çıkartırcasına.
Mutlaka birçok yetenekli oyuncu “Dadı” rolünü başarıyla canlandırmıştır ama sanki hepsine ders verir gibi sahnede parıldayan bir yıldız; Tilbe Saran var.
“Mercutio” rolünde Mert Fırat’ı keyifle seyrederken bambaşka bir Cem Yılmaz görüyoruz “Tybalt” rolünde.
Ama bizi en şaşırtan Ahmet Mekin oluyor “Rahip Lawrence” rolüyle.
Müziğin mükemelliği, ışığın oyuna getirdiği büyüleyici atmosferi, dansların çarpıcılığı, dekorun işlevselliği, oyuncuların müthiş performansları, dâhiyane bir reji ve tadına az rastlanır bir çeviri ile nasıl geçtiğini anlayamadığımız üç saat…
Alkışlamaktan ellerimiz patlıyor.. Neredeyse ölüm sahnesi “bis” yapacak. Selam koreografisi müthiş olmuş! Kostümleri ise bir defile izler gibi izliyoruz adeta… Atıl Kutoğlu’nu görüyorum bir ara, en önde ayakta alkışlıyor o da. Kıvanç, Atıl Kutoğlu’nu sahneye davet ediyor. Tekrar tekrar eğilip selamlıyorlar seyircileri. Ben kendimi kaybetmişçesine bağırıyorum “Bravo! Bravo!”…
Birden çok acayip bir şey oluyor: Bu defa bir salon dolusu seyirci oyuncuları selamlamaya başlıyor eğilerek! Oyuncular da seyircileri alkışlıyor…
“Şaşırdım galiba!”
Terlemişim… Başucumdaki sudan bir yudum alıyorum. Karımın yanağına bir öpücük konduruyorum…Ve uyumaya devam ediyorum…
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günümüz Kutlu Olsun…
Umarım bütün güzel rüyalar bir gün gerçek olur…
Kalın sağlıcakla,
Volkan Severcan – Mart 2022