Ülkenin mültecileşmesi

Ülkeye sistematik bir girişin devamlı olduğu, bunun dönemlik olmadığı, Afgan, Pakistan uyrukluların gelişleriyle de meselenin aslında sadece bir mültecilik olamayacağı açığa çıkmış durumdadır.

mülteci

“İstisnai durumlar dışında herkese vatandaşlık vermek bir ülkeyi prestij sahibi ve tercih edilen ülke yapmaz. Ama averaj bir ülke yapar…”

Mültecilik yeryüzünün en zorlu ve en acılı olaylarından birisidir. Bu gerçeğin farkındayız. Ancak ülkemiz özelinde yaşadığımız duruma bakınca, durumun klasik anlamda bir mültecilik olmadığını, mültecilik gerçeği ile uyuşmayan yönlerinin olduğunu da görmek zorundayız.

Ülkemize akın akın gelenlere şöyle bir bakınca:
a) Gelmek zorunda olanlar,
b) Tercihini gelmekten yana kullananlar,
c) Savaş ve ülke kaçkınları,
d) Ve yer değiştirmeleri planlanan ve istenenler oldukları, beş milyonu çok aşmış nüfusun yaşantı biçimi ve davranış profillerinden okuyor ve gözlemliyoruz.


Bir ülkenin, kendiliğinden mülteci ülkesi haline gelmesi olası değildir. Mültecilik, sığınmacılık meselesi, birilerinin dediği gibi ne sadece insani bir meseledir. Ne de birilerinin dediği gibi sadece planlanmış bir meseledir. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.

Ülkemize ilişkin meselenin çok boyutlu olduğu kesindir. Ama çok daha önemlisi, Türkiye’nin kendi iradesi ile bir mülteci ülkesi haline gelmiş/getirilmiş olmasıdır. Kimse bu ülkeye sınırları yıkarak girmedi. Dahası, Suriye meselesinde insanların buraya yöneleceği, yönelmelerinin sağlanacağı gibi konular zaten öngörülüyordu.

Üstelik, ülkeye sistematik bir girişin devamlı olduğu, bunun dönemlik olmadığı, Afgan, Pakistan uyrukluların gelişleriyle de meselenin aslında sadece bir mültecilik olamayacağı açığa çıkmış durumdadır.


Özetle bu iş ne solcuların sözde evrensel ve hümanist mültecilik romantizmiyle açıklanacak bir olgudur. Ne de ırkçı yaklaşımlar ile yabancı düşmanlığı üzerinden çözümlenecek bir meseledir. Ve ne de ülkeyi yönetenlerin yardım etme, el uzatma gibi inanç üzerinden yardım ve “erdemlilik” meselesidir.

İşin vatandaşlık verme boyutu, ülkede konuşlandırılma boyutu, ucuz ve örgütsüz emek boyutu, insan ticareti boyutu, demografik yapının bozulması boyutu, kültürel dönüşüm boyutu ve ulus devlet-milli devlet boyutu, laiklik boyutu, üniter yapı boyutu gibi alt boyutları düşünüldüğünde, “yeni bir Türkiye” gibi makro bir boyut akla geliyor ve haliyle bu işin farklı bir işbirliği gerektirdiği ortaya çıkıyor.

Bakınız, Irak ve özellikle Suriye savaşları sadece bir Irak ve Suriye savaşları değildir. Olmadığını yaşayarak öğrendik. O malum “Büyük Ortadoğu Projesi”nin şekil ve biçem değiştirerek, devasa bir proje olarak devam ettiğinin ve edeceğinin gerçekliğini yaşıyoruz. Türkiye’nin bu savaşların içinde ve büyük bedel ödeyen ve ödeyecek olan bir ülke olduğu gerçeği bir komplo teorisi olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüş bir gerçektir.


Bundan sonra ülkenin yöneten aktörleri değişse dahi hiç bir şey eskisi gibi olmayacak bir ülke gerçeği ile karşı karşıyayız.

Fatih Altaylı’dan mülteci uyarısı: Ülke bir barut fıçısına dönmüş kimsenin umuru değil