Mehmet Ali Çelebi “dava insanı” değil, davaların insanlarından birisidir

Silivri, Hasdal zindanlarının ‘Mehmet Ali Çelebisi’nden, bugünün Mehmet Ali Çelebisi üzerine, bazı kesimlerdeki hezeyan ve hayal kırıklığı üzerine birkaç söz söylemek gerekirse, bu sözün özeti ona hakaret etmek değil, onun içini dolduramayacağı bir çapta “dava insanı” olarak resmedilmesinin bir sonucudur.

Mehmet Ali Çelebi

Yazının başlığı Mehmet Ali Çelebi olsa da, içeriği kendileri üzerinden bir genelleme yaparak bir değerlendirmeye ulaşmaktır. Bu bağlamdan hareketle;

1- Koşulların yarattığı insanlar, o koşullar değişince bambaşka insanlar olarak karşımıza çıkarlar. Çünkü bu tip insanların kişilik ve kimlikleri, koşulları değil, koşullar onları şekillendirdiği için “ortaya çıkmış” insanlardır.


Yani “Mustafa Kemalin askeriyiz” demek başka, “Mustafa Kemal gibi olmak” başka şeydir.

Birincisi ortamın seni yönetmesi veya sürüklemesidir. İkincisi ortamı yönetmeye talip olmak ve bunu becerebilmektir. Diğer söylemle iradeyi elden bırakmamaktır.

2- Mesele, popüler, önemli ve hatta değerli herhangi bir kişinin AKP’ye geçmesi meselesi değildir. Sonuçta herkes AKP’ye geçebilir, üye olabilir. Ülkenin 20 yıllık bir iktidar partisinden söz ediyoruz.


Mesele, tutum ve tavır değiştirme meselesidir. Mesele değişme falan değil, değişirken geçmişini inkar etme meselesidir. Bir kişinin geçmişte yaşadıklarını, düşündüklerini, konuştuklarını, yazdıklarını “inkar” etmesi veya yok sayması olağan ve doğal değildir. En azından birkaç soruna işaret eder. Doğal olarak, Ergenekon davalarının teğmeni M.A. Çelebi’nin tavrı böyle olunca, örneğin geçmişteki tivıtır paylaşımlarını korkunç bir mesai harcayarak silince veya (ağabeysinin onun adına attığı tivitleri silinmesi istenince), meselenin boyutu kişilik ve hatta bir kimlik meselesi olarak belirmektedir.

3- Eğer bir “davanız” yoksa, tam tersine davalar sizi, farkında olmadan “dava insanı” haline sokmuşsa, o profilin hakkını veremezsiniz. Çünkü kazanılmış “dava insanı” olmak başka, edinilmiş “dava insanı” olmak başkadır. Bırakınız dava adamlığını, mafya örgütlenmelerinde dahi bu durum biraz böyledir. Yani dava insanı olmak ciddi bir akıl, ruh ve irade altyapısı gerektirir. Buna müsait olacak bir kişilik gerektirir.

4- AKP’ye transfer olacağı meselesine gelince, kendisinin son açıklamaları böyle bir şeyin olmayacağı, yoluna bağımsız devam edeceği şeklindedir. AKP cephesinden bakınca, iktidar partilerinin bu tür sansasyonel transferlere ihtiyacı olabilir. Hele ki seçimlere az bir zaman kala, oldukça zor durumda olan ve bir hayli yıpranmış olan AKP ve genel olarak iktidar partileri, havayı kendi lehlerine değiştirecek, olumlu algıyı güçlendirecek “forvet oyuncuları” veya “savunma oyuncuları” kıvamında transfer peşinde koşarlar. Günlük siyaset yöntemlerinden, daha doğrusu tekniklerinden birisi de budur. En azından bizim ülkemizde durum böyledir. Olaya biraz da böyle bakmak lazım. Söz konusu sayın milletvekilinin eğer  söz konusu transferi gerçekleşirse, bizlerin de birer vatandaş olarak ne gibi kazanımlarının olacağı ilerleyen süreçte görülecektir. Çünkü transferlerin amacı transfer eden ile edilenin karşılıklı çıkarları ile yakından ilgilidir ve öyle de olmalıdır. İşin doğası budur.

5- Son olarak bu olay ile ilgili olarak “ulusalcı” olarak tanımlanan düşünceye, gruplara  yönelik alay, rencide edici söz ve yazılar arttı… “Laik milliyetçilik” olarak tanımlanabilecek ulusalcı yaklaşımlara yönelik liberal ve özellikle etnikçi siyaset taraftarları için de bir eleştiri fırsatı doğmuş oldu. Bu konuyla ilgili olarak da esasen şöyle düşünmek gerek; Ulusalcıyım demekle ulusalcı olunmuyor. Yukarıda “dava insanlığı” konusu önemlidir. Tıpkı milliyetçiyim veya sosyalistim demekle, milliyetçi veya sosyalist olunamadığı gibi…


Bunlar sadece ahlaki değil, aynı zamanda bir bilinç meselesidir de…

İnsan ve Türk olmanın önkoşulu bakınız neymiş?