Milyonlara varan takipçiye sahip olmalarına rağmen kimseyi takip etmiyorlar. Aralarında siyasetçiler, CEO’lar, felsefeciler ve yönetmenler var. Diva Sendromu nedir?
Ünlülerin ya da siyasetçilerin “halkla bütünleşmesi” için artık basına ihtiyacı kalmadı. Evlerinin salonlarında otururken ya da dışarıda bir şeyler içerken mesajlarını sosyal medya aracılığıyla duyurabiliyorlar. Bu mesajlar elbette haber öznesinin kendi kelimeleriyle ortaya çıktığından geleneksel medya kuralları işlemiyor ve tek taraflı bir iletişim olarak kalıyor. Ancak bunu bile “fazla” gören ünlüler var.
Elbette sosyal medya kullanıyor ve hesapları yüzbinlerce kişi tarafından takip ediliyor. Ama onlar kimseyi takip etmiyorlar. “Takipçi” sayısı çok haneli sayılarken takip ettikleri sıfır.
Sosyal medya ve sosyal medya sosyolojisi alanlarında akademik çalışmalar yapan Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim Araştırma Merkezi (SODİMER) Başkanı Prof. Dr. Levent Eraslan, bu durumun bir “güç gösterisi” olduğu görüşünde.
“Ekonomi, felsefe, siyaset, hukuk gibi alanlarda kendi otoriterlerini böyle vurgulamak istiyorlar” diyen Eraslan, “Milyonlarca kişi tarafından takip edilen birinin başkasını takip edip onunla etkileşime girmesi kadar doğal bir şey yok. Sosyal medyanın temel özelliği zaten budur. Mecraların amacı bir iletişim hattı oluşturmaktır. Ama bu bağlamda kimseyi takip etmeyen çok takipçili kişiler aslında bir mesaj veriyor” ifadelerini kullandı.
Diva Sendromu
“Kendilerine sorsak “takipçi kazanma gibi bir dertlerinin olmadığını söyleyebilirler ama bu çok net bir güç ve odak olma gösterisidir” diyen Prof. Dr. Eraslan, Bunun, ‘Sosyal medyada Diva Sendromu’ olarak tanımlanabileceğini vurguladı ve şöyle devam etti:
“Sokrates’i aklınıza getirin. Kendilerini Sokrates gibi, bir kavramın, alanın disiplinin başlatıcısı gibi hissediyor olabilirler.”
“Diva Sendromu”nun, kişinin görünme ve beğenilme iç güdüsünden kaynaklandığını ifade eden Eraslan, sendromun belirtilerinin genelde sanatçılarda görüldüğünü söyledi.
“Ciddi bir ego gücü oluşuyor ve kimseyi takip etmeye ihtiyaç duymadan toplumsal algıyı yönetme misyonuna girişiyorlar”
Sosyal medyanın aslında karşılıklı etkileşimi sağlamak amacıyla evrimsel açıdan ‘sosyal beyin hipotezi’ kapsamında hayatımıza girdiğine değinen Beykent Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi, psikiyatri profesörü Kerem Doksat, bu hipotezin sosyal açıdan zihinsel beklentilerin artmasıyla sosyal beynin gelişmesine işaret ettiğini vurguladı.
Sosyal medyanın hayatımıza girmesinin de bu amaca hizmet ettiğine işaret eden Doksat, “Ancak, bazı toplumsal rol modellerinin tekrarlayan sosyal medya paylaşımları sebebiyle belli bir paylaşım kotasını aştıklarını ve alanlarında gündemi oluşturduklarına şahit olmaktayız. Bu durumda şahıslarda ciddi bir ego gücü oluşmakta ve kimseyi takip etmeye ihtiyaç duymadan belirli bir toplumsal algıyı yönetme misyonuna girdiklerini görüyoruz” dedi.
Ayrıca sosyal medyanın sanal bir etkileşim mecrası olduğu için, kolaylıkla söz konusu şahıslarla hiç ilgisi olmayan yalancı hesaplar da yaratılabildiğini hatırlatan Doksat, “Kimseyi takip etmeden sadece algı yöneten hesaplarda bu hususta da dikkatli olmalıyız” şeklinde konuştu. (Yazının tamamı: Independent Türkçe)