Sosyal metabolizma, doğal çevre ve insanlar arasındaki enerji ve malzeme akışlarının oluşturduğu kümedir.
Sosyal metabolizma tanımının çıkış noktası aslında insan vücudundaki biyolojik ve fiziksel metabolik işleyiştir. İnsan vücudu canlılığını devam ettirebilmek için sürekli olarak enerji üretir ve bu enerjiyi biyolojik fonksiyonları yerine getirmek için kullanır. Enerji üretmek için ise besin ve oksijen tüketmek zorundadır.
Bu bağlamdan yola çıkarsak toplumların da belirli bir düzen içerisinde hayatlarını devam ettirebilmek için bir malzeme ve enerji akışı oluşturması gerektiğini söyleyebiliriz.
Toplumlar da gezegenimizdeki yer altı ve yer üstü kaynaklarına erişmek, bu kaynakları kullanarak enerji üretmek, bu enerjiden yararlanarak hayatlarını sürdürmek suretiyle bir sosyal metabolizma oluşturur. Biyolojik ve sosyal metabolizmanın ortak noktası ise her ikisinde de belirli bir miktar atık oluşmasıdır.
Sosyal metabolizmayı şu örnek üzerinden anlamaya çalışalım:
Belirli bir bölgede insanlar günlük hayatlarına devam edebilmek için elektriğe ihtiyaç duyarlar. Bu elektriği üretebilmek için termik santrallere ve bu santralleri çalıştırabilmek için de kömür ve petrol gibi yakıtlara ihtiyaçları vardır. Ne kadar çok yakıt kullanılırsa o kadar çok elektrik üretilebilir; gerekirse yeni termik santraller kurulabilir.
Bu açıdan bakıldığında her şey normalmiş gibi görünse de ortada iki büyük problem vardır. Birincisi yakıt arzı sınırlıdır; yani yer altındaki petrol ve kömür sınırsız değildir. Ya da bu yakıtları ithal edecek bütçenin belirli limitleri vardır. İkincisi ve daha önemlisi ise bu enerjinin kullanımından kaynaklı çevresel atıklar oluşmaktadır. Yani her birim yakıtın yanması sonucu atmosfere aynı oranda sera gazı emisyonu salınmaktadır.
Bu noktada, fosil yakıtları ve termik santralleri bir kenara bırakarak rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiye yönelme fikri ortaya atılabilir. Zira, bu sistemler herhangi bir şekilde karbon emisyonuna neden olmadığı için atık üretme sıkıntısı ortadan kalkacakmış gibi görünebilir. Aynı zamanda, rüzgar ve güneş ışınları hiç bitmeyeceği için enerji arzı da sonsuz kabul edilebilir. Fakat rüzgar ve güneş enerji sistemlerinin kurulması, ekipmanların üretilmesi ve taşınması gibi aşamaların her biri doğrudan veya dolaylı olarak çevresel emisyonlara neden olur.
Örneğin, güneş paneli veya rüzgar türbin kanadı üreten tesisler karbon emisyonu üretebilmektedir. Bu tesisler aynı zamanda soğutma suyu ihtiyacını karşılamak ve atıklarını uzaklaştırmak için bulundukları bölgedeki akarsu ve gölleri kirletebilmektedir.
Peki bu noktada ne yapmalı?
Enerji ve malzeme akışı tasarımında geleneksel (fosil yakıt & termik santral) ve modern (yenilenebilir enerji sistemleri) yöntemlerle ortaya sürdürülebilir bir sonuç çıkmayacakmış gibi düşünülebilir. Yenilenebilir enerji sistemleri doğru bir planlama ve uygulama ile yaşam döngüsü boyunca daha az atık ve emisyon üretebilir elbette. Bu yüzden daha iyi bir seçenek olarak çıkar karşımıza. Fakat çevresel sürdürülebilirlik için en doğru çözüm sosyal metabolizmanın küçültülmesi olacaktır.
Bir insanın sağlıklı olmak ve fit kalmak için daha az yemek yemeye başlaması gibi toplumlar da sosyal metabolizmalarını daha az kaynak tüketme üzerine inşa edebilir. Aynı zamanda bu kaynaklarla üretilen enerjiyi maksimum verimle kullanarak enerji ihtiyacını azaltabilir. Bu durumda ortaya daha az malzeme / girdi ve daha düşük enerji akışı çıktığından sosyal metabolizmanın sınırları da küçülecektir. Bu sayede çevresel sürdürülebilirlik sağlanabilir ve daha mutlu, sağlıklı (hem beden hem zihinsel anlamda), verimli işleyen ve sorumluluk sahibi toplumlar yaratılabilir.
Bunun için modern teknolojinin imkanları da kullanılarak daha yeşil ve akıllı şehirler inşa edilebilir ve enerji ve malzeme kullanımı optimize edilebilir. Bu tür sistemlerin üretilmesi, kurulması ve uygulanması için sanayiye ve yerel yönetimlere teşvikler verilebilir. Belki de en önemli adım olarak insanların bu konuda farkındalık kazanmaları ve sorumluluk sahibi olmaları sağlanmalıdır.