Dil teorileri: Dilin köklerinden bir çocuğun dil gelişimine yolculuk

Dünyadaki dillerin nasıl ortaya çıktığı hala gizemini korumaktadır. Dil sese dayalı bir sistemdir. Sözlü olmayan diğer iletişim vasıfları tanımın dışında bırakılmıştır. Toplumun bireyleri duygularını, düşüncelerini, istek ve arzularını; kaynağı ses olan sözcüklerden oluşan ibarelerle muhataplarına aktarırlar. Dolayısıyla dil insanların birbirleriyle iletişim ihtiyacından doğmuştur. Bu sebeple de toplumsal bir olgudur. Yani ancak bir toplum içinde doğup gelişebilir.

Dil gelişimi

Dilin nasıl oluştuğunu kesin olarak bilebilmenin bir yolu yoktur. İzleri yarım milyon yıl öncesine kadar dayanan insan yaşamına bakıldığında, insanların bu işi nasıl geliştirdiklerine dair bir kanıt bulunamamıştır. Dillerin kaynağı meselesi geçmiş asırlara dayanır. Bu mesele Yunanlılarla başlar, Orta çağ boyunca devam eder. Kesin bir sonuca ulaşamadan içinde yaşadığımız modern çağa kadar gelir. Bu konudaki araştırmalar günümüzde metafizik bir karakter kazanmaya başlamıştır. Çağdaş dilbilimciler, kesin ve bilimsel bir görüşe ulaşmanın imkânsızlığı nedeniyle ilgili problemin araştırma ve tetkikinden el çekme durumuna gelmişlerdir.

Dilin kaynağı

Dilbilimciler arasında dilin kaynağı ile ilgili dört teori bulunmaktadır. Bu teoriler şunlardır:


Tanrısal Teori: Bu teoriye göre dil vahiy ve ilhama dayanır. Başka bir deyişle, İslam âlimlerinin kabul ettiği görüşe göre, dilin Allah tarafından Hz. Âdem’e öğretildiği kabul edilmektedir. Diller insana Tanrı tarafından verilmiştir. Birçok dinde insanların lisanları ile yaratıldıkları inancı vardır. Teoriye göre insan denilen varlık tek bir atadan gelmişse, insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden gelmiş olmalıdır [1].

Uzlaşma ve Anlaşma Teorisi: Bu teoriye göre dil Tanrı tarafından vahiy ve ilham yoluyla öğretilmemiş, insanlar arasında gerçekleşen uzlaşma ve anlaşma sonucu ortaya çıkmıştır [1].

Birleştirici Teori: Bu teori dilin Tanrı tarafından öğretildiğini kabul eder. Ancak uzlaşma tezini de reddetmez. Birleştirici teoriye göre dilin insanlar arasında anlaşmayı mümkün kılacak kadarını Tanrı öğretmiştir. Geri kalan kısmın ise her iki şekilde oluşması mümkündür. İlk insanlar işleri birlikte yapmaya başlamışlar, birlikte tempo oluşturmuşlardır. Bu da dilin doğuşunu sağlamıştır. Dilin dünya üzerindeki yayılışında ise genetik biliminin teorisi temel alınmıştır. Bu bilim dalının araştırmacıları; insanlığın dünyanın belli bir noktasından, çok büyük bir olasılıkla Yakın Doğu’dan, doğarak yayıldığı ve dünya üzerindeki iki toplum coğrafi olarak birbirinden ne kadar uzaksa genetik yapılarının da o kadar farklı olduğu düşüncesindedir. Örneğin Çin, Japon gibi Uzak Doğu milletleri genetik olarak birbirlerine, Avrupalılar ise Kuzey Afrikalılara, Ortadoğululara ve Hintlilere daha yakındırlar [1].

Çekimser Teori: Bu görüş yukarıda sayılan her üç teoriden hiç birisinin diğerinden ispatlanabilirlik açısından daha kesin olmadığını savunur. Bu nedenle ilk iki şıkta yer alan dilin vahiy kaynaklı ya da insan ürünü olduğu yönündeki görüşlerin eşit ihtimalle kabul edilmesi gerektiğini kabul eder [1].

Çocuğun Dil Gelişiminde Destekleyici Unsurlar

Çocuğun kendisini ifade etmesinde, başkalarıyla olumlu ve etkili iletişim kurmasında, kendini gerçekleştirmesinde ve yaratıcılığının gelişiminde, dili etkili kullanma yeteneğinin gelişmesi büyük önem taşımaktadır. Dilin kökleri üzerine insan zihninde merak uyandıran bu konu, bebeğin dil gelişimi konusunda da bize bilinmezlikler sunmaktadır. Nasıl ki dilin kökeninin kaynağını tartışmalı bir konu ise, bir bebeğin dilinin nasıl geliştiği de bilim insanlarını şaşırtmaktadır.

Yıllar boyunca bilim insanları dilin ve konuşmanın “insanda doğrudan var olduğunu” ya da genetik programımızda bulunduğunu düşünüyorlardı. Çünkü bebeklerin dili bu kadar hızlı ve etkili öğrenmesini açıklamanın en iyi yolu buydu. 2 yaş civarında bebekler kelime dağarcıklarına günde 10 kelimeye kadar ekleme yaptıkları bilinmektedir. Çocukların dili nasıl bu kadar hızlı öğrendiklerini hala tam olarak anlayamamış olsak bile, bilim insanları dili öğrenebilmek için öğrenilmesi gereken dilden bağımsız süreçlerin olduğunu düşünmektedirler [2].


Dili kullanabilmek doğuştan getirdiğimiz bir yetenektir. Fakat gelişimin başlangıcı ve devamı için uyarıcı çevreye gereksinim vardır. Bütün sağlıklı çocuklar dil öğrenme yeteneği ile doğarlar. Bebekler dil gelişimi için doğuştan donanımlı olup duymaya karşı son derece duyarlıdırlar. Bebekler doğumdan sonraki birkaç gün içinde, tüm sesler arasından insan sesini hatta annelerinin sesini ayırt edebilirler. Bebeklerin dili anlamaya ve üretmeye başlamadan çok önce dil için genetik yönden hazır oldukları kabul edilebilir [3].

Çocuğun dil gelişimi, doğumdan itibaren başlar ve yaşam boyu devam eder. Çocuğun dil gelişimi gelişim sürecinin başlangıcından itibaren izlendiğinde, doğuştan getirdiği bir ses kapasitesinin olduğu görülmektedir. Doğumdan sonraki ilk aylarda bebek ağlama, gülme, bağırma gibi kendiliğinden birtakım sesler çıkarırken; dışarıdan işittiği sesleri de taklit etmeye başlar. Ses taklitleri, ses ve hece tekrarları, ilk sözcüğün söylenmesi gibi dil gelişimindeki aşamalar izlenerek, çocuğun konuşulanları anlaması ve konuşmaya başlaması gerçekleşir [4].

Çocuğun dil gelişimini kazanırken geçirdiği aşamalarda eğitimin destekleyici rolünden yararlanmak gerekmektedir. Çocuğun ilk dönemlerde konuşması için desteklenmesine, uygun ortamlar yaratılmasına ve uyarıcılar sunulmasına ihtiyaç vardır. Dil gelişim aşamalarının sağlıklı bir şekilde tamamlanması ve sürecin bu şekilde devam etmesi, çocukların diğer gelişim alanlarını da olumlu bir şekilde etkilemektedir. Dil gelişimi diğer gelişim alanlarıyla etkileşim içindedir ve birlikte ilerleme sağlamaktadır. Dil gelişimi; bilişsel gelişim, sosyal gelişim, duygusal gelişim ve motor gelişim arasında sıkı bir ilişki vardır [3].

Fiziksel yönden gelişmiş bir çocuğun motor yetenekleri de gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Motor yeteneklerin olgunlaşması, dilin kullanılmasında ve seslerin çıkarılmasında etkilidir. Çocuğun çevresindeki insanlarla iletişim kurabilmesi, sosyal gelişimini de olumlu yönde etkilemektedir. Bunlara ek olarak kavram gelişimi, düşünme, ilişki kurma, problem çözme gibi bilişsel gelişim alanına etkisi de yadsınamaz bir gerçektir. Soru sorması ve konuşabilmesi için bilişsel ve dil gelişiminde problem olmaması gerekir [3].

Dil gelişimi, bilişsel gelişim yönünde çocuğun duygularını ifade etmesinde, motive olmasında ve kişiliğinin oluşmasında da etkili olmaktadır. Bu duruma örnek verecek olursak; kendisine güvenen bir çocuğun, kendisine güvenmeyen ve kaygılı bir çocuğa kıyasla, problem çözmede ve kendisini ifade etmede daha başarılı olduğu gözlemlenmektedir [3].

Diğer alanlar ile etkileşim içinde olan dil gelişiminin, gelişim döneminde kontrol altına alınması ve dil gelişimine katkıda bulunabilecek etkinliklerin düzenlenmesi gerekmektedir. Bunlar;

  1. Çocuğun kelime hazinesini zenginleşmesini sağlayacak etkinlikler (kelime oyunları, tekerlemeler, parmak oyunları, dramatizasyon, kitap okumak. vb.),
  2. Kendini uygun cümlelerle ifade etme yeteneğinin gelişimi için yapılacak etkinlikler,
  3. Yeni kelimelerin anlamının kazanılmasına yardımcı olmak için yapılacak etkinlikler şeklinde örneklendirilebilir [4].

Dilin kökeni ile bebeklerin dilsel gelişimi arasından bir köprü bulunmaktadır. Şöyle ki, doğuştan çeşitli manaları gösterecek kalıp ve sembolleri anlamlandırmak için insanlar sezgisel bilgilerle donanmışlardır. Akıl sahibi insanlar da bu sembolleri ve ifade ettikleri anlamları söz konusu bilgiler sayesinde kavrar. Dilin uzlaşma ve anlaşma yoluyla oluştuğu görüşüne gelince, Allah akıl sahiplerinin iradelerini anlaşma hususunda harekete geçirir. Böylece birisi diğerine istek ve maksatlarını bildirir. Daha sonra kendi arzularına göre anlamları gösteren sembolleri üretirler. Bu işlemi yaparken de çeşitli işaretlerden faydalanırlar. Bebeklerde aynı şekilde çevrelerinden işittiklerini tekrarlayarak konuşmayı öğrenirler. İnsan olmanın en önemli özelliklerinden biri olan dil konusu her daim bilim insanlarının gündeminde olmaya devam edecektir [1].


Kaynakça:

  1. Çetkin, M., (2014). Celâleddîn es-Suyûtî ve Dillerin Kaynağı Hakkındaki Görüşleri/Jalâl al-Dîn al-Suyûtî’s and His Opinions About the Source of Language. Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2(4), 131-150.
  2. Atilla, M. M., (2018). Bebekler Konuşmayı Nasıl Öğrenir? https://noroblog.net
  3. PERA Akademi, (2017). Dil Gelişimi ve Diğer Gelişim Alanlarıyla İlişkisi. http://www.pe-ra.com
  4. Dere, Z., Tutkun, C., (2010). Dille İlgili Temel Kavramlar, Bilişsel Dil ve Gelişimi. İstanbul Üni̇versi̇tesi̇ Açik ve Uzaktan Eği̇ti̇m Fakültesi̇, Çocuk Geli̇şi̇mi̇ Li̇sans Programı, 207.

Takım çalışmasının faydaları


Elif Mert
Üç kuşak İstanbullu bir aileden geliyor. Eğitim hayatını İstanbul’da tamamladı. Marmara Üniversitesi Fransız Dili ve Eğitimi ile İstanbul Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümlerinden mezun. Kısa bir dönem Saint Joseph Lisesi'nde öğretmenlik yaptıktan sonra gönüllü kuruluşlarda çocuklarla çalıştı. Düşünen, sorgulayan, barışçıl, kendi iç yaratıcılığını harekete geçiren, farklı dil ve dinlere saygılı, özgüvenli çocukların yetişmesine destek olan bir vakfın eğitim ve yönetim departmanlarında görev aldı. Kitap editörlüğü, içerik oluşturma, metin yazarlığı ve çocuk gelişimi alanlarında çalışmalarına devam ediyor. Türkiye'nin yetmişe yakın ilini gördü ve farklı renklere sahip Türkiye’nin çocuklarıyla çalışmak, çocuk ve insan sevgisini daha da geliştirdi. Hayatın güzelliği bakış açısında gizlidir. Eğer hayata güzel bakarsanız, hayatın size akacağına, iyiliğin ve güzelliğin hep sizinle olacağına inanıyor. Okumayı, deneme ve makale yazmayı, öykü kaleme almayı, tasavvufu ve manevi değerleri, bendir çalmayı, tarihi, yeni yerler keşfetmeyi, farklı kültürleri, doğayı, insan psikolojisini ve yabancı dilleri seviyor. Ayrıca bu dilleri konuşmayı ve çeşitli eğitimlere katılmayı da önemsiyor. Nefes eğitmenliği yolunda çalışmalarına devam ediyor ve İndigo Dergisi'nde çocuk gelişimi üzerine yazılar yazıyor.