Dile kolay 100 yıl, koskoca bir yüzyıl! Yırtık bir çarık, yırtık bir çorapla; bir hoşaf, bir küçük dilim ekmeğin getirdiği zaferin devamında gelen bir özgürlük…
Ne büyük bir nimetsin Cumhuriyet!
1. Dünya Savaşı‘ndan yenilgiyle ayrılmış bir Osmanlı…
Çanakkale‘de eski püskü, yırtık çarıkla savaşa girmiş. Sabah yarım ekmek, öğle yemeğinde bir yarım ekmek ve bir tas hoşafla, karnı yarı aç yarı tok askerlerin olduğu bir Osmanlı…
90 bin askerini donarak kaybetmiş; artık ‘hiç’liğin dibine gelmiş bir Osmanlı…
Sevr Antlaşması ile tüm toprakları paylaşılma noktasına gelmiş; bir padişahı İngiliz gemisine binip kaçmış, İstanbul’un anahtarını İngilizlere teslim etmiş bir Osmanlı…
Bir imparatorluktan artık çöküşe geçen ve toprakları üzerinde geleceğe dair planlar yapılan, emperyalizme peşkeş çekilme noktasına gelmiş Osmanlı…
Bazen Mutlakiyet, bazen Meşrutiyet, bazen monarşi diye çeşitli sistemlerle çeşitli denemeler yapmaya çalışan bir Osmanlı Devleti…
Ve sonra biri gelsin ve tüm bunlara ‘dur’ diyerek Türkiye diye bir devlet kursun…
Bu devletin yönetim şeklini de Cumhuriyet olarak belirlesin…
Sağındaki solundaki Ortadoğu ülkeleri krallıkla, monarşi ile yönetilirken, ‘egemenlik milletindir’ desin…
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Kral olabilir, padişahlığı devam ettirebilir, sultan olabilir ve hatta Halife olabilirdi. Ancak, bunları elinin tersiyle iterek 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’i ilan ediyor. ‘Her şey seçimle belirlensin’ diyor.
Bırakın Ortadoğu’yu, dünyada bugün demokrasiyle özdeşlemiş birçok ülkede, o gün, kadın dikkate alınmazken Büyük Önder, 1930’lu yıllarda kadınlara seçme ve seçilme hakkını veriyor.
O’nun sağlığında Mecliste milletvekili onlarca kadın, parlamentoda yerini aldı.
Demokrasiye tam anlamıyla bağlı bir lider… Kendisi, kendisine muhalif olsun, kendisini denetlesin diye parti kurduran bir lider…
İslam’ın önemli bir parçası olan Halifeliği, diğer ülkelere karşı kullanabilir; padişahlığı devam ettirerek, her şeyi kendisine bağlayıp imparatorluğunu ilan edebilirdi.
“Halifelik makamını kullanalım” diyenlere karşı duruş sergiledi.
Yapmadı! Bunların hiçbirini yapmadı!..
Halkın kendisini yönetmesi için ‘Cumhuriyet’ dedi.
Bunları yaparken Milli Şef İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve daha birçok silah arkadaşı yanındaydı.
Cumhuriyet için önemli olan ilke ve inkılaplarını da bu rejime adapte etti.
Evet…
“Cumhuriyet olmasaydı ne olurdu?” sorusuna cevap, bugün çok açık bir şekilde ortadadır.
Bir Afganistan olabilirdi örneğin. Kadının okumasını, çalışmasını yasaklayan bir rejimle karşı karşıya kalınabilirdi.
Son 15 yılda Ortadoğu ülkelerinde olan benzer olayları, bu ülkede de yaşayabilirdik.
Mustafa Kemal Atatürk bize öyle bir şey hediye etmiştir ki, bu ülke bunun ne demek olduğunu ilelebet unutmayacaktır.
Atatürk ve Cumhuriyet, bize seküler devlet yapısını, bağımsızlığı hediye etmiştir. Demokratik bu yapıyla özgürlükçü ruhu aşılamıştır.
Milli iradenin oluşmasını sağlayarak küresel, emperyalist yapıya karşı bir duruş sergilemeyi, Türk Milleti’nin kılcal damarlarına kadar işlemiştir.
Bu yüzden ne büyük bir nimetsin Cumhuriyet!
Bu Cumhuriyet’i bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’e teşekkür edip minnet borçlu olduğumuzu da bugün tüm milletin unutmaması gerekir!..