Türkiye’de punk müziğin babası olarak görülmekte olan Tünay Akdeniz kariyeri ve müzik dünyasıyla ilgili görüşlerini paylaştı.
İlk olmak… Türkiye’de bir şeyi ilk defa yapan kişi olmak… Bir ilki başaran insan ne denli tatlı bir övünç duyumsar yüreğinde kim bilir. Bu duyguyu en iyi bilenlerden biri, Tünay Akdeniz. Türk punk müziğinin babası olarak görülen değerli sanatçımız 1970’li yıllarda ürettiği yapıtlar ile müzik tarihimizde bir ilki gerçekleştirmiş olmanın haklı onuruna sahip.
İndigo Dergisi olarak Tünay Akdeniz ile bir araya geldik ve sizler için bir hayli ayrıntılı bir söyleşi gerçekleştirdik.
*****
Röportaj: Tünay Akdeniz
Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz? Siz Karabük’te doğdunuz, Karabük’te büyüdünüz değil mi? Müziğe ne zaman, nerede ve hangi müzik aletiyle başladınız?
Tünay Akdeniz: Trabzonluyum. Babam maden mühendisiydi. Görevi nedeniyle Sivas Divriği’deki demir madenlerinde çalışıyordu. 04 Ocak 1949 tarihinde Divriği’nin Cürek köyünde doğdum.
Müziğe başladığımda dünyadan habersiz bir yerdeydim. Sivas’taydım. Sivas ile Cürek arasında karayolu yoktu; Sivas’a tren ile beş saatte gidilirdi. İstanbul’da günlük çıkan gazete bizim bulunduğumuz yere üç gün sonra gelirdi. Yani, dünya olayları üç gün geriden izlenirdi. Radyo zaten çekmezdi. Haşır huşur seslerden hiçbir şey anlaşılmazdı. Ankara Radyosu uzun dalgaydı ama o bile zor dinlenirdi. Kısa dalga yani İstanbul Radyosu hiç çıkmıyordu zaten. Pazar günü oynanan maçın sonucunu çarşamba günü gazeteden öğrenebiliyorduk.
Ne baba tarafımda ne anne tarafımda müzisyen de yok. O zamanlar ilkokulda blok flüt yerine mandolin vardı. Bu sayede ilkokulda mandolin çalmayı öğrendim. Ondört-onbeş yaşlarına geldiğimde, bulunduğum yerdeki alevilerin dede dedikleri kişilerin hasır minderlere oturup sazlı sözlü meşkleri beni çok etkilemişti. Hep beraber bir yerde toplanıp o hasır minderlerde otururlar. Beş-altı kişi hep beraber çalıp söylerler. Babama dedim ki, ‘Bana bir tane saz al!’. Böylece bir sazım oldu. Babamın arkadaşının yeğeni darbuka ve bağlama çalardı. Onunla beraber çala çala bağlama çalmayı öğrendim.
1964’te annemin rahatsızlığı nedeniyle babam kendi isteğiyle Karabük’e tayin oldu. Karabük’e geldiğimde zaten bağlama çalıyordum. Orada bateri çalmaya başladım. O zamanki baterilere hayvan derisi gerilirdi, içinde lambalar olurdu, lambayı açtığınız zaman sıcaklıktan deri gerilirdi. Neyse işte, batı müziği ile bu şekilde tanıştım. Üniversite yıllarındayken gitar çalmaya başladım. İstanbul’dayken yani.
İlk bestelerinizi de üniversite yıllarında mı yapmaya başladınız?
Tünay Akdeniz: Hemen hemen. Yani, 1967-1968 gibi… İşte, bu rock türündeki bestelerimi o yıllarda yapmaya başladım. Daha önce folk türünde yapıtlarım vardı. Çoğunu söz yazmadan Karacaoğlan’ın şiirlerini besteleyerek yapmıştım. Anonim olduğu için telif hakkı olmuyordu. Örneğin, ‘Deniz Kızı’ şarkımı 1968’de bestelemiştim. Üniversite yıllarımda modern folk çok sevilirdi. 1969 yılında, üniversite ikinci sınıftayken ‘Çığrışım Folk’ adıyla bir grup kurdum. Çoşun Plak için türkü formatında dört şarkılık bir 45 lik yaptık. Oniki telli gitar, bağlama, bir tane kaşık, bir tane tumba vardı. Daha sonra, Çığrışım Folk’un adını ‘Grup Çığrışım’ olarak değiştirdim ve rock türünde besteler yapmaya başladım. Ama o zamanlar o tür müziğe rock denmez, underground denirdi. 1965-1966 yıllarında ‘Beat’ olarak adlandırılırdı. Beat müzik dinliyoruz, derdik örneğin.
O dönemde ‘Beat’ teriminin kullanılmasının nedeni ne olabilir?
Tünay Akdeniz: 1960’lı yıllara girilirken beat hareketi, Amerikan yeraltı gençliğinin öncüsü haline gelmiş ve müzikten sinemaya, şiirden romana her alanda etkisini göstermeye başlamıştı. 1960’lı yılların öne çıkan müzisyenleri beat kuşağından ciddi anlamda etkilendiler. Örneğin, bunlardan birisi hemen aklıma gelen Beatles’tir. Hippiler doğrudan beat kuşağının derin etkisi altındaydılar. Müzikte ve birçok konuda başkaldırı vardı. Doğrusu, ‘Beatles’ pek hoşuma gitmez. ‘Yardbirds’ ve ‘Animals’ çok iyiydi. Daha sonra ‘Led Zeppelin’, ‘Frank Zappa’, ‘Black Sabbath’. Bunlar dünyada yeni bir tür olarak patladı. İşin açıkçası bunlara da o zamanlar underground müzik deniyordu. Daha sonra bu gruplara müzik türü açısından rock denildi. İlerleyen yıllarda bunlar ayrı müzik türleri olarak birbirinden ayrıldı. Örneğin, ‘Heavy Metal’ ilk defa ‘Blue Oyster Cult’ topluluğunun menajerinin kullandığı bir deyimdir.
Punk rock, sizce diğer rock türlerinden hangi özellikleriyle ayrılır? Punk nasıl bir anlayışı savunur?
Tünay Akdeniz: O zamanki punk rock müzik anlayışım açısından bana çok uygundu. Tabanında protesto yatıyordu. Punk’un özünde birşeylere karşı olmak vardı. Bir yaşam biçimidir. Ben, haksızlıklara çok kızarım. Söz gelimi, yolda giden bir arabanın dönülmez levhası olduğu halde dönmesine sinirlenirim. Örneğin, kuyrukta bekliyorsunuz. Adam uyanıklık yapıyor, kuyruğun ortasına giriyor. Buna da karşıyım. Aslında Türkiye’de yaşıyorsanız, isteseniz de istemeseniz de punk’sınız (Gülüyor).
Punk’ta bir karıştırış vardır. ‘Sex Pistols’ ile başlayan bir şey. Evet, bazen sahnede saçma şeyler yapıldığı olmuştu. Daha önce hiç görülmemiş bir sahne kültürü vardı. Gerçi ‘Rolling Stones’ da punk olmadığı halde bazen aşırılıklar sergilemişti. Ama bunların hepsini gösteri olarak görmek lâzım. Yalnız Sex Pistols’un dönemi topluma biraz iğrenç geldi. Sahnede kusmalar, kancalı iğneler, üst baş dağınık, saçlar bakımsız… Punk bunlarla örtüşen bir müzik verir. Örneğin, hard rock bunu vermiyordu. Hard rock tamamıyla sevgi ve aşk üstüne kurulmuş bir kültürdür.
Anlıyorum. Peki siz şarkılarınızda topluma ne gibi mesajlar vermek istediniz?
Tünay Akdeniz: Benim punk müzik yaptığım yıllarda herhangi bir deneyimden bahsetme şansım yoktu. Hükümete eleştiremezsin, anayasaya karşı gelemezsin. Avrupa’daki özgürlükler bizde yoktu. Ülkemiz özgür düşünceye sahip değildi. Hep yasaklar, yasaklar, yasaklar. Yani, topluma mesaj anlamında vermek istediğim daha fazla şey vardı ama ne yazık ki o konulara giremiyorduk. Buna nasıl çözüm getirdim? Örneğin, bir kadın erkek ilişkisi üzerinden eleştirdim. Yani, kadın-erkek arasındaki absürt durumları karikatürize ederek kullandım. Komik şekilde anlattım. Biraz daha insanlara hoş gelsin diye esprili sözler kullandım. Zaten, ilk başlarda yaptığım müziğe mizahi rock adını vermiştim ama bu ad çok rağbet görmedi. Şarkılarımın sözleri ve müzikleri bana ait. Babamın yazdığı sözleri de bestelediğim oldu. Şarkılarımda her zaman aşk ve sevginin ötesinde mesajlar vardır.
“Demek ki salaklık tüm hızıyla devam ediyor”
‘Salak’ şarkınız ülkemizde yapılan ilk punk rock parçası olarak kabul edilir. Şarkının yapılış öyküsünü anlatır mısınız?
Tünay Akdeniz: Yıl, 1973. Evlendiğim seneydi. Üniversite yıllarımda gündüzlerim okulda geçerdi, geceleri de zaman zaman gitarımla bir şeyler üretmeye çalışırdım. İşte, ‘Salak’ böyle bir durumda çıktı. Babamın bana söylediği bir laf vardı ve bunu hiç unutmadım. Karabük’te grubumuzun olduğu yıllarda, 1965 gibi, bana aynen şunu söyledi. ‘Bir şarkıyı çalışarak orijinaline yakın çalıp söyleyebilirsin ama önemli olan sen bir şeyler yap. İleride başkaları senin şarkılarını çalıp söylesinler.’ Bu söz benim aklımdan hiç çıkmadı. Bu yüzden yolda yürürken bile mırıldanırdım. Aklıma gelen melodileri unutmayayım diye çok sık mırıldanırdım. Vapurda, otobüste, sokaklarda…
Buluğ çağının başlangıcıyla birlikte, yaşadığın ve çevrende gördüğün yaşanmışlıklardan hayalinde kalan şeyler vardır. Kız erkek arkadaşlıklarında örneğin. Onlar, zaman içinde kaleme dökülür. Ya roman olur ya şarkı sözü olur ya da notalara dökülüp bestelenir. Yani her insanın, her gencin hayatında bir kız arkadaşı olmuştur. Olacaktır, bence bu doğanın yasasıdır. Çevrenizde tanık olduğunuz ya da yaşadığınız bazı şeyler beyninize giriyor. Açıkçası bunlardan yola çıktım. Birinci sözcüğü yazıyorsunuz, ikinci sözcüğü yazıyorsunuz… Yalnızca bunları kafiyeye uydurmak kalıyor. Dediğim aklımda birçok şeye karşı çıkmaktaydım. O salak deyimi, ‘salaksın oğlum sen’ filan, ‘Salaksın kızım ya, başkasını bulamadın mı’ yada ‘Salak! Değer mi? Gittiyse gitti, sen de onu terket!’ gibi ifadelerden aklıma geldi. Yani, gençliğimden beri kalan bir ifadeydi o. Ve işte bu noktada da sözlerini yazdığım ve bestelediğim şarkımın adını ‘Salak’ koydum. Böylece, Unkapanı’nında ilk kez alışılmışın dışında sözlerle yazılmış olan, adı ‘Salak’ olan ve safkan Türkçe sözlü rock olan bir 45’lik plak piyasaya çıktı.
Kırkbeş yıl sonra, 2020 yılında, Ironhand tarafından pembe renkte basılan ve yeniden piyasaya çıkan plağımın kapağındaki yazılı olan ‘genç salaklar da vardır ihtiyar salaklar da. Yalnız ihtiyarlar biraz daha akıllıdır’ ifadesine ’45 sene geçse değişen bir şey yok.’ ifadesini ekledim. Demek ki salaklık tüm hızıyla devam ediyor.
“Getirdiğinizde dinlemiyorlardı bile”
Peki, plak yapımcıları ‘Salak’ şarkısını nasıl karşıladılar? Yaparız dediler mi?
Tünay Akdeniz: Unkapanı yani plakçılar çarşısı… Şimdilerde bu çarşı yok. Kâr amaçlı çalışır. Yani, bütün ticari şirketler gibi para kazanamayacağı bir müziğe ve sanatçıya yatırım yapmaz. Ancak, gelişmiş dünya ülkelerinde müziğe yetenekli kişi ya da grupları keşfedip albüm yaparak lanse ederler. Firma da sanatçı da para kazanır. Bazen, ünlü bir sanatçı veya bir menajer bir barda ya da bir ortamda dinlediği şarkıcının elinden tutar ve bir plak firmasına götürür. Bu bizim ülkemiz için de geçerli. O dönemde Unkapanı’nda Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği ilgi görüyordu. Ama en çok, bir türlü adı konamayan (Gülüyor); yani Türk Hafif Müziği mi, Türk Pop Müziği mi, Aranjmanlar mı, Türkçe sözlü hafif müzik mi, Türk Batı Müziği mi; adı her neyse rağbet görürdü. Bu türlerin dışında müzik yapmanız olanaksızdı. Hele ki rock! Getirdiğinizde dinlemiyorlardı bile. İlgilenmiyoruz, derlerdi. Yalandan, ayıp olmasın diye ‘Bir dinleyelim.’ deyip makara banda koyarlar; dinlemiş gibi yapıp ‘Kusura bakma, ilgilenmiyoruz’ diyerek bandı geri veriyorlardı. Evliydim, çalışmıyordum, üniversitede okuyordum. Babamın evinden gelen kira ile geçimimi sağlıyordum. 1.000 lira. Şarkılarımın stüdyo kayıt ücretini, işte bu geçim paramla ödedim. Unkapanı’na gidip tüm yapımcılarla görüştüm, bandı koltuğumun altında dolaştırıyordum.
Neyse, en sonunda görüşmediğim bir yapımcı kaldı. Tarih, 23 Aralık 1974. Kurban Bayramı arifesiydi. Her yer kapalı. Yarım gün tatil. İstanbul’da sağanak yağmur yağıyordu. Otobüsten indim, Unkapanı’nın köprüsünün altından geçip plak şirketine gelene kadar sırılsıklam oldum. Islanmasın diye de makara bandı montumun içine sokmuştum. Yalnızca bir firma açıktı. İçeri girdim. Masada biri oturuyordu. Yukarı kata çıktık, birlikte şarkıyı dinledik. ‘Bir ortağım var. Nazmi. Şu anda İngiltere’de. Beraber dinleyip karar verelim. Bayramdan sonra gelirsin, kararımızı söyleriz.’ dedi. Ve bayram sonu durumu öğrenmek için firmaya gittiğimde plağını yapacağız dediler. Nazmi Şener olmasaydı, bugün Salak diye bir şarkı olmayacaktı. ‘Sana sadece stüdyo masrafını öderiz. Bunun haricinde bir ödememiz olmaz.’ dediler. Bir sayfalık bir sözleşmeye okumadan imza attım. O kadar mutluydum ki.
Tünay Akdeniz: ‘The Godfather of Turkish Punk’
1975-1978 yılları arasında çıkan çalışmalarınızı ‘The Godfather of Turkish Punk’ adıyla plak olarak yayınladılar. Bu plakta olmayan başka parçanız var mı? 1978 yılından sonra ne gibi müzikal çalışmalar yaptınız?
Tünay Akdeniz: Üç plağım var. 1975, 1976 ve 1978 yıllarında yayınlanmıştı. 1979 yılında bir karar aldım. Üniversiteyi dondurdum. Anarşi çok çoğalmıştı. Elinde Cumhuriyet gazetesi görseler elinden alıyorlardı zorluk çıkartırsan ya dövüyor ya da ayağına sıkıyorlardı örneğin. Ben Kuzguncuk’ta oturuyordum. Ateş açıldığı için vapur iskelesinde tam siper yere yattığımızı hatırlarım. Ve hatta, 1978 yılının ekim ayında, pazar günü, Kuzguncuk koruluğunda top oynarken vuruldum ve bu olaydan sonra askere girmeye karar verdim. Okulu dondurdum ve 1979 yılının mart ayında Denizli’ye vatani görevimi yapmaya gittim. Askerdeyken 1980 darbesi oldu. Darbeden sonra eski işyerime de dönemedim. Kamu sektörüne girişler de yasaklandı. Dolayısıyla işsiz kaldım. Geçim zorluğu yaşadım. Unkapanı’nda Nazmi abiyle birlikte çalıştım. İstanbul gibi bir yerde geçim mücadelesiyle uğraşmak zorundaydım. Bu şartlar altında stüdyoya girip plak yapma şansım olamazdı. Çünkü önceliğim ailem ve geçimimdi. Bir de piyanist şantör dönemi başladı. Müzik yapma şansım hiç yoktu. Birçok bestem var seslendirilmeyen ve bugün bu bestelerimin hepsi duruyor. Ama bu saatten sonra olur mu olmaz mı? Açıkçası bilemiyorum.
“İnsanın içindeki müzik aşkı ölmüyor”
Peki o besteleri gençlere vermeyi düşünüyor musunuz? Belki seslendirmek isterler.
Tünay Akdeniz: Elbette. Seve seve veririm. Kargo, ‘Salak’ ile ilgilendi bir ara. Sevgili Selim, ‘Abi biz bu sound’u içimize sindiği gibi yakalayamadık.’ dedi ve teşekkür etti. Başka isteyenlerde oldu ama sonra ne oldu bilemiyorum bana dönen olmadı.
İnsanın içindeki müzik aşkı ölmüyor. Keşke İstanbul’da olsaydım, çok daha değişik şeyler yapabilirdim. Ama yaşadıklarıma bazen inanasım gelmiyor. Kırkbeş yıl sonra konserler, şarkılarımın bir araya toplanması, röportajlar, radyolar, canlı şeyler… O ilk konserimde adeta şoktaydım. İnanamadım. Bütün bunların benim için manevi değeri çok büyük.
Müzik hayatınız boyunca yurtiçinde ve yurtdışında sizi etkileyen birçok müzisyen vardır.
Tünay Akdeniz: Ben rock’n’roll müziğini çok severim. ‘Bill Haley’, ‘Little Richard’ Chuck Berry ve benzeri gibi. Bunun dışında gençken beni çok cezbeden müzikler genelde piyasa müziğinin dışında kalan şeylerdir. Örneğin, üç ya da iki gitar ile bir davul… Yani, böyle daha değişik ve sert ezgiler.
‘Yardbirds’, Animals, The Artwoods, The Monkeys, The Who oldukça cazipti. Rolling Stones’ten ‘Paint It Black’ ve ‘Satisfaction’ parçaları çok hoşuma gider. Ama, ben tam aradığımı Led Zeppelin’de buldum. ‘Whole Lotta Love’ şarkısını dinlediğimde ‘tamam’ dedim. Bütün plağı baştan aşağı tekrar tekrar dinlerdim. Para biriktirip sevdiğim grupların orijinal plaklarını satın alırdım. Ayrıca, Black Sabbath’ın ‘Paranoid’ de beni çok etkiledi. Deep Purple ve Uriah Heep gibi keyboard kullanan rock gruplarını pek sevdiğim söylenemez. Pink Floyd’u da pek sevmem. Bana oldukça karamsar geliyor.
Türk müzisyenler arasında hoşunuza gidenler kimler?
Tünay Akdeniz: Bugün bu soruyu kime sorsanız, hepimizin aklına Erkin Koray gelir elbette. Allah rahmet eylesin. 1966 yılında Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra ‘Kızları da Alın Askere’, ‘Meçhul’, ‘Gün Doğmuyor’ gibi kült şarkılar yapmış olsa da daha sonra, geçimini müzikten sağladığı için, piyasaya dönük şarkılar yaptı. ‘Züleyha’ ‘Koca Dünya’, ‘Hor Görme Garibi’ gibi. Oysa, Erkin Koray kimsenin cesaret edemediği yıllarda rock müziği yaptı. Fitaş Sineması’nda konserlerine gitmişliğim vardır. O dönemde, genelde dünyadaki rock şarkılarının cover’larını çalardı. Ama, Türkiye’de rockçı başlayıp rockçı sonlandıran kişi ya da grup yoktur. İnsanlar bu ülkede rock müzikten para kazanamıyor. Orhan Gencebay’a çok kızıyorlar ama bence arabeski patlatanların başında Erkin Koray geliyor maalesef. Bu benim düşüncem, kimse kusura bakmasın. Amacım bir tartışma yaratmak veya çok bilmişlik taslamak değil. Bunu birçok kimse biliyor ancak tepki çekmemek için konuşamıyor. Saygı duyduğum sanatçıdır, bu ayrı.
Türkiye’ye birçok yıldız kazandıran Altın Mikrofon olayını da takdirle karşılıyorum. Türkiye’de çok değerli grup ve müzisyenler var. Ancak, benim favorim kırk yıldır çizgisini bozmayan veya aynı çizgide bugün bile hâlâ sevilen, en çok konser veren, rock ile başlayıp rock ile devam eden, Pentagram’dır. Bence ideal bir rock grubudur.
Bugün dünya genelinde müzik dünyasında egemen olan sound’u nasıl buluyorsunuz? Hip-hop ve dance pop ağırlıklı küresel bir tarz var. Hangi ülkeye giderseniz gidin, aynı tarz ile karşılaşıyorsunuz, tek fark sözlerin dili.
Tünay Akdeniz: Bunlara eğlence müziği diyorum. Yani, bir arabada giderken rock müziği dinleyemezsiniz. Rock müziğini içine girip sindirmeniz lâzım. Bugünkü şarkılara ‘araba ve yazın zıplama eğlence müziği’ diyorum. Tüm dünyada aynı şey. Bu şarkılar Türkiye’de özellikle yaz başında çıkar. Amaç, bunları yazın diskolarda çalıp duyurmak ve hit yapmanın yanı sıra yaz sezonunda kitlelere daha kolay pazarlamaktır.
Rock müziğinin Türkiye ve dünyadaki konumu için neler söylemek istersiniz?
Tünay Akdeniz: Rock müziği ebeveynler tarafından Türkiye’de hep tukaka olarak gösterilmiştir. Bunlar şeytancı, bunlar adam keser, bunlar kan içer, bunlar ateist şeytana tapar. İşte, kimisi sahnede civciv ezer, bilmem ne yapar diye bunları duyan ebeveynler yıllarca çocuklarını rock müziğinden uzak tutmak istediler. Çocukların elindeki rock kasetleri, rock plakları kırdılar. Ne oldu yani, o gençler yine bir şekilde o müziği dinledi. Yasaklarla bir yere varılmaz. Bir zamanlar televizyonlarda bazı haber yorumcuları; örneğin, ‘çalıkuşu’ dediğimiz bir kişi… Sanki bu ülkede yorum yapacak başka bir şey yokmuş gibi, rockçılar şöyle rockçılar böyle gibi yorumlar yapıyorlar, gazetelerdeki köşelerinde yazıyorlardı. O zaman biz rocker’ler olarak dernek nezdinde çok mücadele ettik. O televizyonlara ve bu habercilere yazılar yazdık. En basit örneği, şarkıda ‘F*** you!’ diye bir söz geçtiği için kötü örnek olarak gösteriyorlardı. Ama bütün bunlar yapılırken küfürlerle dolu Eminem şarkıları sürekli çalıyordu. TRT’nin hiçbir zaman buna tepkisi olmadı.
Siz gençlere sanatçı olmayı önerir misiniz?
Tünay Akdeniz: Tabii ki. Bu devirde şu telefon bağımlılığından kurtulmalarının en güzel yollarından biri bence (Gülüyor). Hatta ve hatta müzikle uğraşmak oyun salonlarında veya bilgisayar başında oyun oynamaktan veya kötü alışkanlıklardan kurtulmanın en güzel yoludur. Bir enstrüman çalmak, bir grup kurmak, üretmek ve çalmak kadar güzel bir şey olabilir mi? Gençliğimde müzikle uğraşmasaydım, kesin sağ sol kavgasının içinde olan ve kötü alışkanlıklara bulaşan biri ya da kahvede bilardo salonunda vakit geçiren biri olabilirdim. Bugünkü teknoloji sayesinde telefondan bile müzik dinliyorlar. Ama bizim çıtırtılı sesli 45’lik ve 33’lüklerden müzik dinlerken aldığımız zevki alamazlar. Pille çalışan pikapları kolu çektiğiniz zaman tablanın dönmesi ve plağın üstüne iğneyi koyduğumuzda hissettiğimiz haz başkadır.
Çift hoparlörlü dual pikaplar, teypler, iki ayrı kolondan gelen ses… Bu zevkler başkaydı. Babamın evi Kuzguncuk’taydı. Boğaziçi Köprüsü yeni yapılıyordu. Kırmızı ışığım vardı benim. Işığı söndürür, onu yakardım. Led Zeppelin ve Black Sabbath’ı öyle dinliyordum. Sakin ve huzurlu, boğazı seyrederek. Yani, onu hissederek dinliyorsun. Anlatabildim mi? Ama şimdi Spotify’dan, şuradan, buradan müzik dinleyerek aynı zevkin alınacağını sanmıyorum.
“Anadolu rock diye bir müzik türü yoktur”
Bazı müzik eleştirmenleri sizi Anadolu Rock kapsamında değerlendiriyor.
Tünay Akdeniz: Buna asla ve asla katılmıyorum. Tünay Akdeniz Grup Çığrışım adını ilk defa 1978’de kullandım. O zamana kadar plaklarda Çığrışım Folk olarak geçiyordu. Ama son plağımda Tünay Akdeniz Grup Çığrışım adını ve punk rock deyimini kullandık.
Anadolu Rock için şöyle bir şey söylemek isterim. Manchester Rock var mı, Bavyera Rock var mı? Moğollar bir albüm yaptı ve Fransa’da ödül kazandı. Türkiye adına gururdur.
Anadolu rock diye bir müzik türü yoktur. Ben alçak gönüllü değilim. ‘Salak’ şarkım taş devri, cilalı taş devri, yapma taş devri falan vardır ya, benimki de onun gibi bir devirdir. Gerçek anlamda yapılmış ilk Türkçe rock şarkıdır. Bu konuda hiç mütevazı olmayacağım. Kimse kusura bakmasın. Hani, TRT’nin bir türlü isim koyamadığı, daha doğrusu türünü bulamadığı aranjman mı, Türk Hafif Müziği mi, tam o dönemlerde Salak’ı kaydettim. Sonra, bandı Ankara Radyosu’na götürdüm. Sevgili İzzet Öz geldi. ‘Siz bunu hangi kafayla yaptınız! Türkiye’de daha önce yapılmış bir müzik türü değil bu.’ dedi ve çok beğendi. ‘Pazar günü TRT Ankara Radyosu’nda canlı eğlence programı var. Arkadaşlarını çağır gelsinler. Size de yer verelim.’ dedi. Ama, arkadaşlarımın işi olduğu için gelemediler. Salak’ın kaydını yaptık ve diğer odaya geçtik. İndirgeme yapılırken Mazhar geldi, şarkıyı dinledi. ‘Bu şarkı satmaz. Para kazanamazsınız. Hiçbir firmada bunu plak yapmaz.’ dedi. Ben de ona ‘Seni ilgilendirmez. Satar satmaz! Biz, para için yapmadık bunu. Hiç kimse plak yapmazsa, ben de evde durur. Saklarım. Hem sen kimsin!’ diye terslemiştim. Biz Türkiye’de hiç denenmemiş bir tür denedik. Başarabildiysek ne mutlu. Hiçbir zaman para uğruna şarkılar yapmadım. Hep kaliteli bir müzik ve değişik şeyler sunmak istedim.
Son olarak İndigo Dergisi okuyucularına neler söylemek istersiniz?
Tünay Akdeniz: Benim hiç apoletim olmadı. Apoletler bugün vardır. Bir, iki, üç, dört diye yan yana dizersiniz. Bu apoletleri takan toplum yarın o apoletleri geri aldığında hayal kırıklığına uğrarsınız. Aslında hepimiz insanız. Hepimizin kendine göre ayrı yetenekleri vardır. Bu yeteneklerin içinde apolet alan kişiler daha çok müzik, spor, sanat gibi dallardaki kişilerdir. Dolayısıyla, apolet gelip geçici bir şeydir. Onun için birbirimize olan saygımızı ve sevgimizi yitirmediğimiz sürece hepimiz insanız.
İlginize çok teşekkür ederiz.
*****
Ülkemizde geniş kitlelere yayılmasa da her zaman varlığını hissettirmiştir punk kültürü. Punk rock’ı ilk yapan olmanın gururunu yaşayan Tünay Akdeniz röportajımız boyunca bu uğurda yaşadığı zorlukları tüm samimiyetiyle paylaştı. Güleryüzü ve konuşkanlığı kadar açıkyürekliliğiyle de dikkat çeken deneyimli sanatçının gençliğinden bu yana dünyaya eleştirel gözlerle baktığı ve geleneksel bakanlara kıyasla çok farklı noktalar yakaladığı açıkça göze çarpıyor.
Röportaj sırasında altını çizdiği en önemli noktalardan biri de sanatçıların geçim mücadelesi nedeniyle sanata gereken zamanı ayıramaması veya ticari yapıtlara eğilmek zorunda kalması sıkıntısı bence. Günümüzde birçok sanatçının aynı sorunla boğuştuğu için dilediği yapıtları üretememesi gerçeği aradan elli yıl geçmiş olsa da hâlâ sürüyor ne yazık ki. Az ama öz üreten bir sanatçı olarak saygınlığı fazlasıyla hak eden sevgili Tünay Abi’yi tanımaktan ve röportaj yapmaktan çok mutlu oldum.