Zamanın hızı azaltılabilir mi?

Yıllar geçtikçe zamanın hızı artıyor mu yoksa bana mı öyle geliyor? Son zamanlarda bu soruyu dostlarımdan sıkça duymaktayım.

Zamanın hızı

Çocukken çevremdeki büyüklerimin zamanın su gibi aktığından yakındıklarını sıkça işitir, anlamsız bulduğumdan dolayı kulak asmayarak gülüp geçerdim. Geçen yıllarla birlikte meslek sahibi olup yaşama atıldıktan sonra çevremdeki yetişkinlerden, yıllar önce büyüklerimden işittiğim, ‘zaman ne kadar çabuk geçti’ yakınmalarına tanık olduğum gibi bazen ben de aynı kanıya kapılmaktan kendimi alamıyorum.

Bir an durup geçen bunca yılı gözümün önüne getirdiğimde zamanın hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan hiç ara vermeksizin ilerlediğini gözlemlediğim gibi son yıllarda belleğimin zamanın hızına ayak uydurmakta güçlük çekmesi sonucunda olay ve kişilere ilişkin karıştırmalarımın git gide arttığını ayrımsıyorum.

Hiç aklımdan çıkmaz… 25 yaşımdaydım, televizyonda ünlü sanatçı Kayahan’ın röportajını izliyordum. Öğrencilik yılları boyunca zamanın çok ağır geçtiğini, hayata atıldıktan sonra ise inanılmaz derecede hızlandığını söylemişti. Zamanın hızıyla ilgili böylesine açık bir kırılma noktası verildiğine ilk defa tanık olduğumdan Büyük Usta’nın sözleri aklımda iyice yer etmiş, haklı olup olmadığını görmek için gelecekteki yılların gelmesini beklemeye koyulmuştum.

O günden bugüne dek geçen yirmibeş yıl sonucunda, ben ve birçok dostumun aynı kanıda olduğunu görmekteyim. Demek istediğim, yaşım ilerledikçe zamanın hızı artıyor gibi geliyor bana. Sanki günler, haftalar, aylar daha çabuk geçiyor. Oysa, ilk bakışta zamanın evrendeki her bir varlık adına aynı hızla ilerliyor olması bana çok daha mantıklı görünüyor.

Zaman hızlanabilir veya yavaşlayabilir mi?

Farabi, “Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz.” der. Demek ki düşünmeye de doğru kavrayış ile başlamak gerekir. Bundan dolayı öncelikle zamanı tanımlamak ve ne olduğunu anlamaya başlamakta yarar görüyorum.

Zaman; Türkçe sözlükte, bir oluşun içinde geçtiği, geçmekte olduğu ve geçeceği süre olarak tanımlanıyor. Zamanı gözümde canlandırmak için gözlerimi kapadığımda aklımda geçmiş-şimdi-gelecekten oluşan soyut bir çizgi beliriyor. Bence insan belleğinin ortaya çıkardığı, olanları sıraya koyan soyut bir kavram olarak tanımlanabilir.

Düşünce tarihi boyunca birçok düşünür zamana ilişkin birbirinden çok faklı yaklaşımlar üretmişler. Söz gelimi, İbn Sînâ zamanı devinim (hareket) üzerinden yola çıkarak tanımlamıştır. Ona göre, devinimin kendisi için öncelik ve sonralık olması bakımından bir sayısı ve bir ölçüsü olur. Zaman, bu sayı veya ölçüdür.

Sayı ve ölçü dendiğinde, doğal olarak, ilk önce aklıma saat ve takvim geliyor. İnsanoğlu tarih öncesi çağlardan beri çeşitli araçlar ile zamanı belli aralıklara bölüp düzenli sıralamalara koyarak çizelgeler oluşturmuş. Ve her nedense zaman kavramı ile uzay arasında bağlantı kurarak gök cisimlerinin hareketleri üzerine yaptıkları sayısal hesaplamalar ile bilimsel bir çizgi geliştirmiş.

zamanın hızı

Sonuç olarak, zamanın insan aklındaki soyut varlığı gözlerinin önünde durmakta olan saat ve takvim sayesinde somuta dönüşmüş. Böylelikle; insan geçmişi daha düzenli bir şekilde belleğinde kayda alabilmiş, şimdiyi bilinç ve farkındalıkla yaşamış, gelecekte olmasını beklediklerine karşı hazırlıklı olabilmiş. Tarih boyunca insanların zamana ne derece değer verdiği geçmişte ve günümüzde kullandıkları araçlar ve inşa ettikleri yapılarla görülmekte.

Örneğin, bilinen en eski güneş saati M.Ö. 1500’lü yıllara ait olduğu düşünülen Mısır’ın Krallar Vadisi’nde bulunan o eşsiz tarihi kalıntıdır. Londra, İzmir, Münih, Mekke, Chiang Rai, Prag gibi kentlerdeki saat kuleleri mimari başyapıt olarak görülür. Binlerce yıl öncesinden beri saat insanların vazgeçilmezi, en çok yeğlenen süs eşyalarından biri olarak göze çarpar.

londra

Diğer yandan, söz takvimlere geldiğinde babil takvimi, miladi takvim, hicri takvim gibi halkların kültürünü veya yaşadıkları coğrafyanın koşullarını yansıtan birçok sistem göze çarpıyor. Söz gelişi, oniki yıllık sürekli devirden oluşan eski Türkler’in kullandığı ‘Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’ içinde barındırdığı doğayla etkileşim ve göçebe ruhu açısından oldukça özgün nitelikler taşımakta.

Günümüzde telefonlar, duvarlar, sokaklar, bilgisayarlar, başka bir deyişle dünyanın dört bir yanının saat ve takvimlerle dolu olması insanların zamana sıkı sıkıya bağımlı olduğunu gösterir bana göre. Yıl, ay, hafta, gün, an gibi süre temel alınarak belirlenmiş zaman çerçeveleri içinde hiç ara vermeden arzular, sorumluluklar, acılar, neşeler, uğraşlar, iğrentiler, sevgiler yaşanıyor ve duyumsanıyor.

Zaman algısı herkeste farklı mı?

Böylece; zaman hiç durmadan ilerlerken kimisi üstat Oktay Rifat gibi eski zaman aşığı olurken kimisi geçmişi yok sayarak yalnızca geleceğe yönelip amaçlarının tutkunu oluyor. Ne var ki, geçmiş ve gelecek ne denli önemli olursa olsun yaşanan yalnızca içinde bulunduğumuz andır, başka bir deyişle şimdidir. Ve, geri kalanların tümü belleklerde ve umutlarda var olur.

Beyindeki zaman hücreleri Diğer yandan, bazı bilimcilerden duyduğumuz geçmiş ve geleceğin aklın yarattığı bir yanılsama olduğu gibi bir düşünceye katılmıyorum. Şöyle anlatabilirim, geçmişi yaşamış olduğum için belleğim geçmiş ile doludur. Öte yandan, saat ve takvime göre ileride görünen olay zamanı geldiğinde gerçekleştiğine göre geleceğin var olacağı kesindir. Kısacası; bence geçmiş ve gelecek de şimdi kadar gerçektir ve varlığı kesindir.

Zamanın anlamını ve değerini kavradığıma göre artık zamanın hızı konusunda akıl yürütmeye başlayabilirim. Demek istediğim, günlük yaşamımızda sıkça duyulduğu gibi, zaman kimine göre hızlı kimine göre ağır geçmesinin yanısıra yaş aldıkça zamanın hızının daha da arttığını savlayanlar bile var.

Büyük kentlerde zaman algısı farklı mı?

Örneğin, geçenlerde yaşamının tamamını Ankara ve İstanbul’da geçirmiş olan çok yakın bir dostum okul yaşamı süresince yalnızca bir öğretim yılının bile ne denli uzun geçtiğine değinerek “Okul eylülde başlar, haziranda biterdi. Başlangıç günü sınıfa girdiğimizde bitiş gününü aklımıza bile getiremezdik. İş hayatına girdikten sonra zamanı tut tutabilirsen, bir göz açıp kapadık, elli yaşına gelmişiz.” diye dert yandı.

Oysa, doğumundan bugüne dek yaşamını deniz kıyısındaki küçük turistik bir beldede geçiren altmış yaşındaki balıkçı dostum, iki yaz önce, zamanın hızlı geçtiğinden söz açtığımda gülümseyerek “Burada zaman çok ağır ve mutlu geçer.” diye karşı çıkmış, bana göre zamanın hızlı geçişini büyük kent yaşamının düzenine bağlamıştı.

Albert Einstein’in görelilik kuramı, zamanın göreli olduğunu ve her insan için başka algılanabileceğini ileri sürer. Zaman, insanın algısına göre değişen devimsel bir olgudur. Demek oluyor ki, zamanın uzunluğu yaşadığımız deneyimlere bağlı olarak değişir. Bir lise öğrencisine bir öğretim yılı hiç bitmeyecek kadar uzun gelirken, bir yetişkinde iki yıl boyunca çalıştığı bir inşaat projesinin göz açıp kapayıncaya dek sona erdiği hissi uyanabilir.

Geçtiğimiz iki yıl boyunca küçük yerleşim merkezlerinde yaşayan başka insanlarla konuştuğumda onların da, tıpkı az önce söz ettiğim balıkçı dostum gibi, zamanın pek de hızlı geçmediğini söylediklerine birçok kere tanık oldum. Demek istediğim, bu algı büyük kentlerde yaşayan yetişkinlere özgü bir şey.

Peki, özellikle büyük kentlerde yaşayan yetişkinlerde bu algıyı doğuran ne olabilir? Ben bu algıyı büyük kent yaşamının kaçınılmaz düzenine bağlıyorum. Doğduğumdan beri, başka bir deyişle, elli yıldır İstanbul’da yaşamakta olan biri olarak Doğu Roma ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış bu görkemli şehrin anakente dönüşüm serüvenine kendi gözlerimle tanık oldum.

Günlük yoğunluk, zamanın hızlanmasını mı hissettiriyor?

Anakentin günlük yaşamım için küçük yerleşim merkezlerinde bulunması olanaksız birçok kazanım sağladığının ayırdında olmakla birlikte uzaklık, mali koşullar, ailevi sorumluluklar, iş yoğunluğu gibi olumsuzluklardan dolayı o ayrıcalıklı olanakların çok azına zaman ayırabiliyorum. Buna karşın, birçok insan gibi zamanın değerini bilmemden dolayı her dakikasının verimli ve üretken olmasına özen gösteriyorum.

Bu özen sonucunda, kısıtlı zaman aralıkları içerisine çok fazla şey sığdırmak zamanın hızlı geçtiği algısı uyandırıyor bence. Söz gelişi evden çıkıp çocuğunu okula bırakmak, oradan işe gitmek, işten çıkıp spora gitmek, spordan çıkıp eve gelmek, evde film izlemek derken gün bitiveriyor. Yapılan işler değişse de birbirinin ardı sıra gelen yoğunluk alanlarına ara vermeden odaklanınca, bir yandan zamanın da ilerlediği fark edilemiyor olsa gerek.

Zamanın hızlanması bir yanılgı mı?

Geçmişten öğrenilenler ile şimdi yaşanır, geçmiş ve şimdiden edinilen birikim ile geleceğe yön verilebilir. Amaçlar ve dualar bu yüzden vardır ama zamanı değerlendirmek adına oradan oraya koşuşturmak kolay birşey değil. Zamanın akışı konusunda şaşkınlığa uğramamak için arada bir etkinlik alanlarına ara verip dinlenerek üretilenlerin tadına varmakta yarar var.

Biraz felsefi, biraz fiziksel, biraz şaka, biraz ciddi birçok örnek üzerinden ölçüp biçtikten sonra kendimin de içinde olduğu birçok insanın zamanın git gide daha hızlı geçtiği algısının yanılgı olduğu kanısına varmış durumdayım. Bu yanılgıyı anakent yaşam düzeninin kaçınılmaz sonuçlarından biri olarak görüyorum. Ve, böylesine tuhaf bir olumsuzluk ile karşı karşıya kalsam da zamanımın büyük çoğunluğunu İstanbul’da geçirmekten hoşnutum.

Kaynakça:

Kuantum ölümsüzlüğü: Zaman tek yönde akmayabilir


Koray Erdivanlı
1975 yılında İstanbul’da doğdu. 1993 yılında Özel Işık Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1998 yılında Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi (Fransızca) bölümünden lisans derecesi aldı. Western Michigan University ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde MBA dalında yüksek lisans yaptı. 2021 yılında Hacıbektaş Belediyesi tarafından düzenlenen kısa öykü yarışmasında 'Üç Öğüt' adlı öyküsüyle birincilik ödülü; 2022 yılında 25. OŞYAD Geleneksel Şiir Yarışması'nda 'Gurbet' adlı şiiriyle özendirme ödülü kazandı. 2022 yılında 'Yeşil Güller' adlı öykü kitabı ve 'Öfkeli Dargınlık' adlı tiyatro oyunu, 2023 yılında 'Dantelli Tuzak' adlı romanı, 2024 yılında 'Duygu Kovanı' adlı öykü kitabı ile 'Gümüşpetek Yangını' adlı romanı yayınlandı. Başlıca uğraşlarından biri olan filateli alanında 'Çanakkale Savaşı' ve 'İbn-i Sina' temalı koleksiyonlarıyla beş madalya kazandı. Özel sektörde insan kaynakları alanında yönetici olarak çalışmaktadır. Tarih, spor, sinema ve müzik başlıca ilgi alanları arasındadır.