Digital çağda beyin: Kuantum dolanıklık ve bilimin yeni uzayı

Digital çağda beyin

Dijital çağda insan beyni, biyolojik bir organ olmanın ötesine geçiyor; zaman, mekan ve madde sınırlarını aşan bir iletişim ağı gibi işliyor. Kuantum Dolanıklık gibi kavramlar, bilimin artık sadece fiziksel düzlemle sınırlı kalmadığını; gerçekliğin daha derin, bağlantısal ve enerjetik bir boyutunu araştırmaya başladığını gösteriyor. Bu dönüşümle birlikte beynin rolü, bilinç ve evren ilişkisini yeniden tanımlayan yeni bir gerçeklik anlayışını gündeme getiriyor.

Bu dönüşüm aynı zamanda hem bilimsel anlayışta hem de bireysel farkındalıkta köklü bir paradigma değişimini beraberinde getiriyor. İnsan davranışını anlamanın yolu artık yalnızca dış gözlemden değil, zihnin zaman dışı işleyişini anlamaktan geçiyor. Böylece beyin, yeni bilimsel çağın hem araştırma hem de farkındalık merkezine yerleşiyor.

‘Kuantum Dolanıklık’ nedir?

Kuantum Dolanıklık (İngilizce: Quantum Entanglement) veya Kuantum Dolaşıklığı fenomeni, iki veya daha fazla parçacığın birbirine bağlı hale gelmesi ve aralarındaki mesafe ne kadar büyük olursa olsun, birinin durumunun diğerini anında etkilemesi anlamına gelir. Bu fenomen, kuantum mekaniğinin en ilginç ve gizemli özelliklerinden biridir. Daha anlaşılır bir ifadeyle; kuantum fiziğine göre iki benzer parçacık birbiriyle eşzamanlılığa sahiptir. Bu parçacıklar ayrı yerlerde birbirinden eşzamanlı olarak etkilenirler.

Einstein, bu durumu “uzaktan ürkütücü etkileşim” olarak adlandırmıştı çünkü klasik fizik kurallarına göre, bir bilginin bu kadar hızlı iletilmesi mümkün görünmüyordu. Ancak yapılan deneyler, kuantum dolanıklığın gerçekten var olduğunu ve parçacıkların birbirine bağlı şekilde hareket ettiğini kanıtladı. Kuantum dolanıklık, klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki en büyük farklardan biridir ve bilim insanları hâlâ bu fenomenin tüm yönlerini anlamaya çalışıyor.

Kuantum Dolaşıklığı

Bilimin yeni uzayı: Beyin

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 2023 yılında yaptığı bir açıklamada, ‘beynin artık bilimin yeni uzayı’ olduğunu belirterek materyalist bilim anlayışının yerini post-materyalist yaklaşımlara bıraktığını ifade ediyor.

Bilimin yeni uzayının “beyin” olarak kabul edilerek üzerine araştırmalar yapılmasının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan şu açıklamalarda bulunuyor:

• Beyne odaklanmak ve bilimin yeni uzayının beyin olması çok önemli. İnsan davranışının beyin boyutuyla ilgilenirken insan beyninin biyografik olarak yani kuantum modelleme ile çalıştığını fark ettik. Bu yeni keşif, insan davranışının kökenleri hakkında da önemli bakış açıları getiriyor.

• İnsan davranışının boyutlarında iyi olma hali, “well-being” iyi olma durumu—aslında pozitif bağışıklık sisteminin bir parçası bu iyi olma hissi. Bırakın hastalığı, iyi olma halinin bile beyinsel bağlantısı var. O bağlayıcı faktörler kognitif nörobilimden pozitif psikolojiye ve hormonlara kadar sosyo-kültürel faktörler ahlak sistemleri ile tarih, felsefe, kültürel sosyolojik ve evrimle ilgili.

Post Materyalist Bilim Manifestosu

Şu anda bilimde ciddi bir tartışma başladı, bu tartışmanın adı; “Post Materyalist Bilim Manifestosu.” 2014 yılında Columbia Üniversitesinde psikiyatri kökenli çalışmalar yürütenler ile bilimsel alanda çalışmalar yürütenler, materyalizmin, bilimin her sorununa çözüm üretemediğini ortaya koyarak; ‘materyalizm sonrası bilim’ çıkışı yaptılar.

kuantum dolaşıklık Prof. Tarhan, 2014 yılında 8 bilim insanının yayınladığı Post Materyalist Bilim Manifestosu‘nu hatırlatarak, klasik bilim anlayışının artık sınırlı kaldığını belirtti:

• Bilim insanları olarak dedik ki materyalizm bütün bilimsel sorunları çözemiyor. Bu nedenle yeni bir paradigma geliştirilmeli. Buna post materyalist bilim deniyor. Madde dışı realiteleri de bilimsel veri olarak kabul eden yeni bir paradigma. Bu bir çığır açtı. Bununla ilgili beyinle davranış arasındaki ilişkiyi, zihinle davranış arasındaki ilişkiyi kurduk. Bu bilimsel bir devrimdir. Dört defa bilimsel toplantı yaptık bu grupla. ‘Materyalist bilimin modası geçmiş olamaz mı?’ adıyla bir bilimsel makale yayınladık. Bu durumda bilim yeniden yazılıyor diyebiliriz.

Materyalist bilimin modası geçmiş olamaz mı?

“Kuantum dolanıklık ile evrenin zamandan ve mekandan bağımsız boyutu kanıtlandı.”

kuantum dolanıklık

Kuantum dolanıklık kavramının yalnızca fizik değil, insan zihni ve varlık düzeyinde de devrim yarattığını belirten Prof. Tarhan, evrenin dijital bir yapı gibi düşünüldüğünü ifade ediyor:

• “Kuantum Dolanıklık” kanıtlandı, yani zamandan bağımsız çalışan bir boyutun olduğu ortaya çıktı. Evrenin madde tabanlı değil, dijital tabanlı olduğu ortaya çıktı. Yüksek bir akıl ve üstün bir toplum tarafından yönetiliyoruz ve matematik aklımızla bizim göremediğimiz bir topluluk veya yüksek aşkın gücün varlığı tartışılmaya başlandı. Burada In silico deneyler ortaya çıkmaya başladı, bilgisayar üzerinden varoluş teorileri yeniden yazılmaya başladı.

• Hava dalgalarının fonksiyonu, elektron-protonun fonksiyonları ile farklı keşifler ortaya çıktı ve bu da ayrı bir tartışma alanı. Mesleki pratiğimizde ise örneğin bir Alzheimer hastalığında beta ve teta dalgalarındaki artış ve azalış araştırılıyor. Kalp-damar bozuklukları ortaya çıkıyor, beyine nöral yıkım meydana geliyor. Bunlar biyolojik göstergeler şizofrenide, depresyonda, post travmatik stres bozukluğunda ve hiperaktivitede de var. Bunların hepsinde ayrı bir genetikten tutun da sosyal koglisyona kadar birçok değişiklikler oluyor. Bizim artık tıp pratiğinde ve mesleki pratikte nedeni bilinmeyen birçok hastalığın nedeni bilinmeye başladı, hatta biyolojik kanıtlarla hastalara anlatabilir hale geldik. Bu biyolojik kanıtlar sayesinde hastaların iyileşme oranında çok büyük bir artış görüyoruz.

Bütün evrenle konuşan bir beynimiz var

Beyinin, vücutta çok küçük bir yer kaplasa da çok özel bir organ olduğunu ifade eden Tarhan, geçmişte “sessiz organ” olarak ifade edilirken son keşiflerle öneminin anlaşılmaya başlandığını aktardı:

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Prof. Dr. Nevzat Tarhan:

• Beyin beden ağırlığının yüzde 2’si ama kalp debisinin yüzde 15’i beyne gidiyor. Vücudun kullandığı oksijen ve glikozun aşağı yukarı yüzde 20-25’ini beyin kullanıyor. Bu beynin çok özel bir organ olduğunu ortaya koyuyor. Havadaki oksijende yüzde 1 düşme olsa beyinde yüzde 12,5 fonksiyon kaybı oluyor. Geçmişte beyne “sessiz organ” deniyordu, nasıl çalıştığı bilinmiyordu ama şimdi anlaşıldı ki beynin yüzde 5’i bilinçli faaliyetlerle, yüzde 95’i ise bilinçsiz faaliyetlerle çalışıyor.

• Kalbimizin, vücudumuzun çalışması bilgisayardaki sistem dosyaları gibi farkında olmadan otomatik çalışıyorlar. İşte bu faaliyetler anlaşılmaya başlandı, beyin sessiz organ değilmiş. 2022 yılında üç fizikçi “Kuantum Dolanıklığı” kanıtlayarak Nobel Ödülü almaya hak kazandı. Bunun kanıtlanması sadece fizikle ilgili değil, aynı zamanda insan davranışında varoluş felsefesinin yeniden yazılması gibi bir duruma neden olacak gibi gözüküyor. Vücudumuz bir devlet gibiyse eğer, insan beyni burada bir hükümet gibidir. Her organın beyinle bağlantısı var.

• İnsan beyinleri ayna nöronlar aracılığıyla tüm evrenle bağlantılı, motor ayna nöronlar olduğu gibi duygusal ayna nöronlar da var. Bu nöronlar telsiz internet gibi çalışıyorlar, evrenle olan bağlantı bir şekilde sürüyor. Beyin kapalı çevrim değil, açık çevrim çalışıyor yani bütün evrenle bağlantılı. Bir şey her şey, her şey bir şey gibi aslında. Evrendeki düzen insan aklının üzerinde, bilinç boyutunda düşünmek ile yeni bilgilerimizi ortaya çıkarıyor. Beyindeki sinaptik yapılar müthiş bir mimari, müthiş bir ustalık ve sanat eseri. Bütün evrenle de konuşan bir beynimiz var, bizden habersiz.

Kuantum Dolanıklık ile zaman ileriye ve geriye doğru işleyebilecek

Kuantum dolanıklığın keşfi ile varlık felsefesinde yeni anlayışlar ortaya çıkacağını aktaran Tarhan, yeni keşifler ile zamanın geriye doğru ilerleyebileceğine dikkat çekerken zamanda ileriye doğru ihtimaller içerisinde yolculuk yapabileceğini ifade etti:

• “Metaverse” varlık felsefesini yeniden düşünmemize sebep oldu. Varoluşu sorgulatan; “bilim kurgu, dijital oyunlar ve evren bir simülasyon mu, görünmeyen bir gerçeklik mi var?” sorusunu uyandırdı. Bununla ilgili varlık felsefesi veya tevhit inancındaki matematiksel gerçeklik olduğuyla ilgili din felsefesinin yeniden yazılması ile ilgili yeni anlayışlar ortaya çıkardı…

• Kuantum dolanıklığa göre 2 foton ya da 2 elektron evrende 105 bin ışık yılı yani Samanyolunun bir ucundan diğer ucuna bir uzaklıkta iki foton konuşuyor yani foton telepatisi. Nasıl ışık hızından hızlı konuşabiliyor sorusu tamamen madde dışında bir evrenin varlığını gösteriyor. Bizim geçmiş ve gelecek dediğimiz şey hem var hem yok. Bütün bunlar bir araya geldiğinde Kuantum dolanıklık ortaya çıkmış oluyor. Sonsuz bir hızda bilgi paylaşımına imkan tanıyor, bu kanıtlanmadan önce Einstein bu tarz görüşler için ‘Çok ürkütücü’ demişti. Bu konuda çok haklıymış çünkü Einstein fiziği şu anda yeniden yazılıyor.

• Kuantum dolanıklığının kanıtlanmasıyla, kuantum bilgisayarlar, şifreleme ve iletişim ağlarını yeniden tanımlayacak. Kuantum bilgisayarlar çok hızlı çalışacak, böyle olunca cep telefonumuz aynı anda hem orada hem burada olabilecek. Burada zaman geriye doğru işleyebilecek, ileriye doğru ihtimaller içerisinde yolculuk yapabileceğiz. Bunlar Kuantum dolanıklığın getirdiği olması muhtemel bilim alanlarıdır. Beynimizde müthiş bir bağlantısallık var. Bu bağlantısallık bilgisayarla yapmaya çalıştığımızın binlerce milyonlarca daha güçlüsü.

Beyin ve zihin ortak mı?

“Materyalist yaklaşım beyin ve zihni ortak kabul ediyordu, Kuantum Dolanıklık aksini kanıtladı.”

Beyin ve zihin

Kuantum Dolanıklığın keşfi ile beyin ve zihnin birbirinden farklı olduğunun kanıtlandığını ifade eden Tarhan, insanın zamandan bağımsız parçasını ‘ruh’ olarak yorumluyor:

• Materyalist yaklaşım beyin ve zihnin aynı şey olduğunu söylüyordu. Bu anlayış klasik bilimsel görüş olup aklın maddeden başka bir şey olmadığını varsayardı ve bu materyalist görüşten çıkan felsefi fikir indirgemeci bir düşüncedir. Yani zihin ve bilinç gibi fenomenler beyinlerimizin nörolojisinde meydana gelen fiziksel ve kimyasal süreç ile açıklanabilir olarak varsayılıyordu ama holografik pozisyon materyalist pozisyonun yerini alma tezi çok güçlü bir tez olarak görülüyor. Dünyaya dair düzleştirilmiş bir bakış açısı olamaz, tüm olgular bu görüşe göre birinci olarak madde ile zaman ve mekan boyutuna indirgeniyor.

• Zamandan ve mekandan bağımsız bir beyin boyutumuz var. Kadim bilgide buna ruh deniliyor, madde ve zamandan bağımsız bir evren anlayışı Kuantum dolanıklık ile ortaya çıktı. Bizim de zamandan bağımsız bir ruh parçamız var. O parça da ruhtur.

• Beynimiz zihin denilen bir alanda yankılanan Kuantum alıcısı. Zihin alanı birçok alanlarla bağlantılıdır. Ölmek üzere olan kişilerde ya da beyni felç geçiren kişilerde farklı ruhsal deneyimler yaşanıyor. Mesela bir anda aydınlanma yaşadım diyor bir deneyim yaşıyor, kendine geldikten sonra paylaşıyor.

• Bu deneyimlerin ne olduğu ruhsallık hakkında ip uçları veriyor, “Tanrı” tasavvurunu yeniden düşünmemizi sağlıyor. Tanrı kavramı, din ve bilimin senteziyle yeniden açıklanmalı. Evren eğer bir tasarımsa öncelikle kadim bir bilgi var, ondan sonra matematik, hesap, geometri ve enerji var evrende. Daha sonra ise madde, biyoloji geliyor ve bu hiyerarşi içerisinde insan beyninde çeşitli hormonlar salgılanıyor.

***

Zihin senaryoları: Yazarı da, oyuncusu da biziz 🎭

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bu açıklamalarını ve benzerlerini pek çok kişi bilmiyor. Çünkü medya kanallarında insanı bilimsel keşiflerle yönlendirmeye, bilgilendirmeye yönelik yayınlar ne yazık ki yok. İnsanın bu bilgiler ışığında bilinçlenmesinin öneminin altının çizildiği açıklamalarda beynin, kalbin ve tüm vücudun işlevi, zihnin ve beynin aynı şey olmadığı, madde dünyasının aslında zihin dünyamızın üretimi olduğu, zihin ve bilinç gibi fenomenlerin beyinlerimizin nörolojisinde meydana gelen fiziksel ve kimyasal süreç ile açıklanabilir olması ve bunu ve artık bunları bilimin söylemesi oldukça etkileyici.

Bu makaleden anafikirle; zihnimiz sürekli düşünce üretiyor. Ve biz bu düşünceleri ya geçmişte olanları düşünerek ya da gelecek kurgusu, endişesi yaşayarak oluşturuyoruz. Böylece duygu oluşturuyoruz. Ve duygularımızla zihin anda bize bir senaryo oluşturuyor ve biz yine kendi zihin alanımızın senaryosunun hem yazarı, hem de oyuncusu, başrolü oluyoruz. Belki de diğerleri diye düşündüğümüz yardımcı rolleri de hayatımızda olan veya hayatımıza girecek kişiler üstleniyorlar.

Eğer zihnimiz korku üretiyorsa senaryomuz korku senaryosu. Hangi korkuyla ilintili olduğuyla ilgili olarak senaryo yazılıyor zihin alanımızda. Ya da sevilmediğimizi düşünüyoruz ailemiz, sevgilimiz, arkadaşlarımız tarafından ve bu konuda bir enerji, frekans oluşturuyoruz. Ve manyetik çekim yasası gereği bu çekime en uygun kişiler alanımızda beliriyor. Değersizlik duyguları içinde yaşamımızı dramla yaşadığımız, öfkelenip, depresyona girdiğimiz zamanlar yaşıyoruz. Ve bunu bizim zihin alanımız ve düşünce şeklimiz yapıyor. Bize değersizlik yaşatacak kişileri yolluyor biz de senaryoyu oynuyoruz. Tabii bu bizim gelişimimiz için bu şekilde tasarlanmış. Farkedebilirsek… Yani gündelik yaşamda her birey için farkındalık ve iç gözlem oldukça önemli.

Peki bu durumda biz ne yapabiliriz?

kuantum dolanıklığı eşzamanlılık

Bu durumda kendimizi, bilincimizi, bize dayatılan kalıp, şart ve kurallardan daha üst bir bilince yeniden programlamayı öğrenmeliyiz.

Bunun yolları; nefes alışkanlıklarının tahlil edilmesi, çarpık düşünce kalıplarının farkedileceği zihin ve bilinç çalışmaları, meditasyon, namaz, tefekkür vs. gibi içselleşme çalışmalarıyla kendimizi desteklemek. Ve yaşamımızı otomatik pilottan çıkarıp bilinçli seçimlerle yönetebilmeyi öğrenmek. Ancak o takdirde kuantum alan, dolanıklık teorilerinin aslında bize ne fısıldadığını idrak edebilir, bir nöron ağıyla aslında ayrı olmadığımız ve birbirimize bağlı olduğumuzu anlar, zaman ve mekan, geçmiş–gelecek algılarının ötesine geçebiliriz. Aslında bir nevi internet bağlantısı gibi insan beyinleri ayna nöronlar aracılığıyla tüm evrenle bağlantılı, motor ayna nöronlar olduğu gibi duygusal ayna nöronların da olduğu.

Sonuç

Zihnimiz, geçmişin hatıralarıyla geleceğe dair beklentileri bir araya getirerek her an yeni bir gerçeklik üretir. Kuantum düzeyde yapılan araştırmalar, beynin yalnızca hücrelerden oluşan bir yapı değil; aynı zamanda enerjetik, bağlantısal ve sürekli etkileşim halinde olan bir sistem olduğunu ortaya koyuyor. Bu anlayış, duygusal döngülerimizin ve davranış kalıplarımızın da zihinsel frekanslarımızla şekillendiğini gösteriyor. İşte bu nedenle, kendimizi fark ettiğimiz an, yaşadığımız deneyimlerin yönünü de değiştirebiliriz. Zihnimizin yazdığı oyunda edilgen bir karakter olmak zorunda değiliz; bilinçli bir yazar olmamız mümkün. Dijital çağın sunduğu bu yeni anlayışta, beynin haritasını okumak kadar, içsel farkındalık da yaşamın pusulası haline geliyor.


Kaynak: 


Yazara ait benzer içeriklerle de ilgilenebilirsiniz:

Çoklu Evren Teorisi (Multiverse) nedir?


Hale Karaarslan
İndigo Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü ve Yayıncı olarak görev yapıyor. İndigo Dergisi’ni kendisi ve yazarlar için bir okul olarak görüyor. Yaşama ve insana dair pek çok şey öğrenerek, yürekleri sonsuz güzellikle çarpan bir sevgi ailesinin içinde her gün biraz daha maskelerinden arınarak, özünü, kendi olanı buluyor. İki harika çocuğunun öğretmenliğinde ve eşinin her konuda kendisini destekleyen sevgisi eşliğinde öğrenmeye devam ediyor. İstanbul ve Marmaris'te yaşıyor.