Var gibi yapan yoklar!

Siz hiç var gibi duran bir şeyin, aslında sizi yavaş yavaş tükettiğini fark ettiniz mi?

var gibi yoklar

Hayattasın ama bir şeyler eksiktir. Her şey tam gibi görünür ama göğsünün tam ortasında sessizce büyüyen bir boşluk vardır. İşte o boşluğun adı bir heceyle anlatılır: “Yok.”

Bazen insan sadece bir hecelik yalnızlığın içinde susarak boğulur. Yok, ruhuna öyle bir sızar ki, ömrünün ritmini bile değiştirir.

🌀 Bazı yokluklar, varmış gibi yaşanır

İnsan bu olmayanlarla yaşamaya, bile isteye alışır.

Bu yazı, yıllardır tanık olduğum hikâyelerin, sohbetlerin, yüzleşmelerin bir toplamıdır. Bir hecelik yalnızlık hallerini, yokluğun görünmez ağırlığını, insanın kendine kurduğu tuzakları, kandırmacaları ve o kaçınılmaz uyanışı basitçe anlatıyor.

Bu sürecin başında her şey umutla başlar. İlk başta bir yokluğun içinde olduğumuzu anlayamayız. Sesler, sohbetler, duygular, kelimeler, ilişkiler, paylaşımlar vardır ama bir şeyler eksiktir.

Yok; gürültülü gibi görünür ama aslında büyük bir sessizliktir. Kalabalıkların ortasında duyulmayan bir çığlık gibidir. Herkes konuşur ama kimse seni duymaz. Sense yavaş yavaş içine çekilirsin. Ve bir gün kendini tokat gibi hissettirmeye başlar.

Mesela:

  • Bir el omuzuna dokunur ama boğazına sarılmış gibi hissedersin, anlam veremezsin.
  • Bir bakış seni bulur ama bir türlü içinde kendini göremezsin.
  • Çok samimi görünen diyaloglar vardır ama hep bir duygunun eksik olduğunu hissedersin.
  • Bir sevgi sözü duyarsın ama ruhen hissedemezsin.

Yok” sadece kalbin boşluğundan ibaret değildir. Bazen bir insanın en derin yokluğu; sevgi değil, geçimdir. Boş bir buzdolabı, duyulmamış bir “seni seviyorum’” kadar can yakar, ödenemeyen faturalar bir omuzun eksikliği kadar ağır gelir.

Ekonomik yokluklar senden sinsice hayallerini eksiltir. Nefes alırsın, yaşamayı var gibi hissettirir ama:

  • Daha iyi koşullarda yaşamanı,
  • Dinlenmek için ihtiyacın olan tatili,
  • Sevdiklerinin yanına gidip hasret gidermeni,
  • Yaşlandığında rahat yaşamanı,
  • Hastalandığında tedavi olma hakkını,
  • Çocuğuna hak ettiği şeyleri verme şansını elinden alır.

Çocuklarının ihtiyaç ya da isteklerine “olmaz, gereksiz, sonra, bakarız demeye mecbur kalırsın.

Zaman geçtikçe anlarsın ki: Seni yoran sahip oldukların değil, taşıyamadığın eksiklerindir. Bazı faturalar sadece evinin elektriğini değil, hayallerinin ışığını da söndürür.

Bunların üzerine (anne/baba, çocuk, eş, kardeş, dost, sevgili…) yaşadığın var gibi yapan yok türü ilişkiler sabır taşını iyice zorlar.

Dışarıdan bakıldığında eksiklik görünmez ama birinin, bir şeyin varlığını hissetmeye başladığında yokluk boş durmaz. Çaktırmadan seni yavaş yavaş kendin olmaktan çıkarır ve sonra eksilen şeyin ta kendisinin sen olduğunu gösterir.

👁️‍🗨️ En yıpratıcı yokluk; açıkça yok olan değil, varmış gibi davranan ‘yok’tur.

Mesela; Bir el omuzunuza dokunur ama boğazına dolanmış gibi hisseder, anlam veremezsiniz.

Sevgiye dair bir söz duyarsın ama neden bir şey hissetmediğini anlayamazsın.

Bir bakış seni bulmuştur ama içinde kendini görememişsindir.

Yanlışlıkla olduğu söylenen bir sözle, umutların çöker ve en kırılgan halini oturup aptalca seyredersin.

Var gibi yapan yok sebebiyle öyle büyük hikâyeler kurarız ki, kendimizi başrolde sanırız. Oysa figüran bile sayılmayız.

🎭 Kendimizi kandırmak: kendimizi en iyi manipüle etme şeklimizdir

İnsanoğlu, bazen bir şeyleri gerçek haliyle yaşamakta zorlanır, çünkü gerçekler bazen fazla keskindir. Bu yüzden “öyle değildir” demek, kendimizi kandırmanın en iyi şeklidir.

Ama bir yerden sonra içimizden bir ses bizi yemeye başlar: “Yok işte. Yeter, yoruldun artık.”

İşte böylece kırılma noktasına geliriz. Canımız yanar ve sorgulamaya başlarız.

Önce kendimiz haricinde her şeyi suçlarız. Aslında değer verdiğimiz şeye karşı puanlar tek tek düşmüştür de biz yeni fark ederiz. Aslında olmasını hayal ettiğimiz ve kendimizi kandırdığımız durumu görüp en çok da kendimize kızarız. Sonra inkâr ettiğimiz şeyler yerini kabullenişe bırakır. Belki de ilk defa gerçek anlamda yalnızlıkla yüz yüze geliriz. Ama bu sefer kaçmak yerine mecburen görmeyi seçeriz.

🧘 Varmış gibi hissettiğimiz yoku görmek; ona küsme, susma, artık kendi iç sesini dinleme halidir

Kelimeler, diyaloglar susar, değerler, insanların duyguları susar, anlamlar susar…

Sessizlik sana her şeyi anlatmaya başlar. Birden anlarsın; yok olanı sırtında taşımayı bizzat kendin seçmişsindir. Ancak bu aşamadan sonra bir zahmet değişim zamanı gelmiştir.

⏳ Hiçbir yokluk, bir ömrü harcayacak kadar değerli değildir. Hiç kimse, kendi içinde yok olanı, dışarıdan bir şeyle tamamlayamaz.

İşte bu yüzden önce kendimizde var olmayı seçmeliyiz.

Kabul edelim, kendimizi çok fazla kandırıyoruz. Ve kendimize en büyük kötülüğü de kendimiz yapıyoruz.

Bazılarınızın “yok” öyle değil, dediğinizi duyar gibiyim. Öyle diyorsanız doğrudur, henüz öyledir. Gülümsedim, siz de gülümseyiniz.

Ne yaparsak yapalım gerçek iyileşme, kendine dönmekle başlar. İşte o zaman bir başkasının ya da bir şeyin yokluğuyla zaman kaybetmek yerine, kendi varlığının merkezinde “var” ı yaşamaya başlarsın.

Hayat sert bir öğreticidir ama gerçek “var” ile buluşmak, yeni güçlü haline yeniden “hoş geldin.” demektir.


🌐 Bunlar da ilginizi çekebilir:

Serpil Çavuşoğlu
1973 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanında gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim. Bağımlılık ile mücadele, kadın ve çocuk istismarına karşı destek, eğitime katkı amaçlı kütüphanaler kurulması, yardımlaşma derneklerinde faaliyetler, tüketicinin her tür hakkı (sağlık, hukuk...) üzerine destek çalışmaları, kültür sanat projelerine koçluk, danışmanlık, tutuklu çocukların topluma kazandırılması amaçlı eğitim organizasyonları, kan bağışı, organ bağışı, ilik bağışı üzerine organizasyonlarda koordinatörlük, özel eğitim öğretmeni olmam sebebiyle engelli çocuklarımızın ailelerine danışmanlık, okullarda çocuklarımızın yardımlaşma güdüsünü pekiştirme amaçlı seminerler ve sayamayacağım daha pek çok alanda, neredeyse hiç durmadan yıllardır gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim.